Eva Unterman’ın Polonya’nın Lodz kentinde başlayan masalsı çocukluğu 1940 kışında, henüz altı yaşındayken kâbus gibi bir hikâyeye dönüştü.
Çocukluk herkes için kalpte saklı bir hazinedir. Bu zaman diliminde yaşanan her şey yetişkin hayatlarımızın yorgun duraklarından kaçıp saklandığımız kuytuluklar olarak, ömrümüzün sonuna kadar uzaktaki bir deniz feneri gibi yanıp sönmeye devam ederler. Bu çakan anıların kiminde ağlayan bir surat, kiminde gizlenemeyen bir mutluluk vardır. Çocukluğu hazine yapan şey işte bu masalsı çeşitliliktir. Yaşamdaki ilk yıllarımız, sonraki zaman dilimlerinde olduğu gibi yalnızca güzel anılardan oluşmaz. Düşmenin kalkmanın bol olduğu, sıfır kilometre korkular ve coşku dolu mutlulukların yaşandığı çoğu birbirini anımsatan hikâyelerle örülmüştür.
Eva Unterman’ın çocukluğu ise bunlardan oldukça farklı. Polonya’nın Lodz kentinde başlayan masalsı çocukluğu 1940 kışında, henüz altı yaşındayken kâbus gibi bir hikâyeye dönüşür.
Birinci sınıfa başlamaya hazırlanan Eva, Polonya’nın Naziler tarafından işgal edilmesinin ardından anne, babası ve anneannesiyle birlikte Lodz Gettosuna gönderilir. Ebeveynleri ile birlikte olduğu için kendini güvende hissettiğini söylerken yüzündeki korku dolu şaşkınlık gözlerinden bugün bile okunur. Gettodaki hapis hayatında bilinen bütün kelimelerin artık bambaşka anlamları işaret edildiği yeni bir dil Eva’nın çocukluğuna eklenir. Söylenmeyen korkular, bir an bile bırakılmayan umut, birilerinin bu yaşadıklarını öğrenir öğrenmez gelip kendilerini kurtaracakları yönünde büyük bir inanç bu dilde kurulur.
Bir çıkış yolu arayan aile, Eva’nın babasının bağlantıları sayesinde Almanya’da bir metal fabrikasında çalışacak işçiler listesine adlarını yazdırabilirler. Yıllar sonra Eva o günkü şanslarını, ‘çalışan bir Yahudi, ölü bir Yahudi’den daha değerliydi ve bazıları bunun farkındaydı’ diyerek tanımlayacaktır. Bu gelişme aileyi bir nebze rahatlatır. Almanya’ya gönderilecekleri günü beklemeye başlarlar. Onlara göre yakın bir zamanda biri gettoya gelecek, listedekilerin adlarını okuyacak ve onları savaşın sonuna kadar çalışacakları metal fabrikasında götürecektir. Beklenen sabah kısa bir süre sonra gelir. Listeden adları okunur ve trenlere bindirilirler. Ancak Unterman’ların yolculuğu metal fabrikasında değil, Auschwitz’de biter. Getirildikleri bu yerin neresi veya nasıl bir yer olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktur. Listede isimleri yazılı olanlardan bazıları trenden iner inmez katledilirler. Kalanlarsa duşlara gönderilir. Eva o günü “Duş başlıklarından üzerimize gaz değil de su aktığı için ne kadar şanslı olduğumuzu henüz bilmiyorduk” diyerek anlatır.
Auschwitz’deki işlemlerinin ardından bir kez daha metal fabrikasına götürüldüklerini zanneden ailenin yolculuğu bu kez Stuthoff’da sonlanır. Burada çocukluğuna, büyükannesinin öldürülmesi ve çok zor koşullar altında geçen ağır hastalık günler eklenir. Tek tesellisi Auschwitz’de ayrı düştükleri babasının da orada, onlarla aynı toplama kampında olduğunu öğrenmeleridir. Giderek ağırlaşan koşullar altında artık beklemeyi bıraktıkları mucize bir şekilde gerçekleşir. Bir sabah, listeden adları okunur ve toplama kampından alınarak Dresden’deki bir metal fabrikasına gönderilirler. Ancak babası onlarla değildir, birbirlerini yine kaybetmişlerdir. Annesiyle birlikte bir süre çocuk işçi olarak çalıştığı metal fabrikasındaki savaş günleri Amerikan ordusuna bağlı bir bombardıman uçağının fabrikayı yerle bir etmesine kadar devam eder. Bombardımanın ardından çalışanların hepsi toplama kamplarına gönderilir. Eva ve annesi yürüyerek gönderilenlerdendir.
Anne - kız, Elbe Irmağı boyunca Terezin’e doğru uzayıp giden coğrafyada Ölüm Yürüyüşü’ne çıkarlar. On bir güren süren bu yolu Eva sekiz yaş adımları ile adımlamaktadır. Beraberlerindekilerin günden güne azaldığı bu yolculuk boyunca annesi ona asla tökezlememesini, asla yorulmamasını ve asla ağlamamasını söyler durur. ‘Cehennemden geçiyor olsa bile yürümeye devam etmesi gerektiğini’ bu yolculukta öğrenen Eva on birinci günün sonunda Terezin’e ulaşır. Oraya geldiklerinde büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Terezin’deki Yahudilerin dışarıda neler olup bittiği konusunda hiçbir fikri yoktur. Ne Auschwitz’den, ne de diğer kamplardan haberleri vardır. Burada on iki yaşına kadar kalan Eva, büyük bir şans eseri annesi ve sonradan yeniden buluştukları babasıyla birlikte 1945 yılında Terezin’de özgürlüğüne kavuşur.
Yıllar sonra yaptığı konuşmalarda her şeyin ‘söz’ ile başladığını söyleyen Eva, geriye dönüp baktığında yaşadığı bütün o günleri bugün hayatta olmanın coşkusuyla kucaklar. Dresden’deki fabrikayı bombalayan pilot ile karşılaşması böyle bir kucaklamaya sahne olur. Bir gün telefonu çalar ve karşındaki genç adam babasının fabrikayı bombalayan pilot olduğunu, ölüm döşeğinde bulunduğunu ve kendisi ile görüşmeyi çok istediğini söylediğinde kalkıp hemen gider. Yıllar sonra o günü, “Hiç düşünmeden gittim. Birbirimizi görür görmez sarılıp ağladık. Çünkü biz aynı acının iki farklı tarafıydık” diye anlatacaktır.
Yaşamın güzelliklerinin farkında olarak hayatta kalmanın coşkusundan hiçbir şey kaybetmeyen ve kendisinden çocukluğunu çalan dünyayla inadına barışık olan Eva Unterman bugün yaşamına Oklohoma’da devam ediyor ve kurduğu vakıfla okullarda Holokost eğitimine destek veriyor.