‘Beykoz’daki köpekler’ konusu, Türkiye’de veya başka coğrafyalardaki benzerleri gibi, şartlardan azade gelişen, antisemitizm açısında düşündürücü bir örnektir. Sosyal medyada Yahudi teması ile ilgili paylaşımların neredeyse hepsinin altında çıkan yorumlar da, benzer şekilde, münferit olarak geçiştirilemeyecek örneklerdir.
Popülist politikalar, kaba saba milliyetçi ancak bir o kadar vatansever olmaktan uzak siyasetçilerin son zamanlarda dünyamıza dayattıkları kin ve nefret ile şekillenmiş düşmanlıklar, aynı sözcüklerden değişik anlamlar türeten, ayrı düşmüş toplumlar… Birbirini anlamayan, anlamak istemeyen, düşünme yetisini kaybetmiş yığınlar…
Günümüzde insanlığın geldiği nokta bu. Küreselleşme belli ki toplumları bu yönde de etkilemiş, irrasyonel düşünce sosyal yaşantıya egemen olmuş… Bu hayhuya, son demlerde bir de sosyal medya üzerinden servis edilen kaotik bir ortam, ortak olmuş durumda. Düşünen, düşünmeyen, ya da, düşünemeyenlerin tamamı sosyal medyanın, öyle ya da böyle, esiri olmuşlar.
Eskiden “eli kalem tutmak” diye bir deyiş vardı: Düşünenler, yazıp çizenler için söylenirdi. Şimdilerde bu, ‘eli telefon tutmak’ ile değişti, adeta. Telefonun tuşları üzerinde sihirli parmakların uçuşması ile, toplulukları hareketlendirmek olası. Güzelin, iyinin prim yapmadığı, insanın günlerini ‘imiş gibi’ yaşadığı bir zaman aralığında, çirkinin, kötünün iliklerimize dek, kolayca nüfuz etmesi ne yazık!
Benzer şekilde, zamanın, insanların yabancılaşması ile tüketilmesi, düşünsel birlikteliklerin ya da gönül beraberliklerinin kısa ömürlü oluşuna neden oluyor besbelli. Devletlerin ağırlıkları sorgulanır olurken, otokratik yapılanmalar, tuş darbeleri ile egemenliklerini perçinliyor… Ve işin ilginci kimsenin buna karşı koyacak gücü kalmadı… İtirazlar adeta boşuna!
Hal böyle iken, ülkemizde, Suriyeliler üzerinden yaşanan kırılma son günlere damgasına vuruyor. Ortaya atılan birçok görüş, birbirlerine yakın olduğunu varsayanları ayrı kamplara savurabiliyor, kolayca… Kim kimdir, ne nedir, nedendir? Kesif sisin içinde, kimseler neler olup bittiğini salimen değerlendirebilecek durumda değil. Herkes kendi küçük hayatını yaşıyor. Herkes o günü yaşıyor, çaresizce!
Bir de Yahudileri dillerine pelesenk edenler çıkıyor! Şaşırmamak olanaksız… Düşündürücü olan, Yahudi düşmanlığının dillendirilmesi değil. Düşündürücü olan, uzun zamandır ilk kez, nefretin, İsrail temasından bağımsız ortaya dökülmesi.
Geleneksel olarak, Yahudi bireyine sataşmalar İsrail bağlamında hayat bulurken, şu ‘Beykoz Göksu Evlerindeki Köpekler’ başlıklı yazı, antisemitizmin esas itibarı ile İsrail’den bağımsız olduğunu, İsrail’in varlığının, Yahudi düşmanlığına yalnızca, ‘kabul edilebilir’ bir zemin hazırladığını gösteriyor. Yahudi olan ne ise onu odak noktasına koyan ve onun varlığını tartışmaya açanların, kinlerini kusmak için İsrail’e ihtiyaçları yok! Son tahlilde gelinen nokta budur!
Antisemitizm bilinen, yeteri kadar konuşulmayan, ya da konuşuldukça insanı sıkan kasvetli bir konu. Oysa tarihi boyunca Yahudi toplumlarını bir gölge gibi adım adım takip etmiş ve zaman zaman onun önüne geçecek kadar da cüretkâr olabilmiş. Dünyada olup biten her kötüyü, nedeninden ve kaynağından bağımsız, ona ithaf etmiş, bir anlamda, Yahudi’nin gücünü, hak etmediği kadar abartmış: Her yerde onu arar, her yerde onu görür olmuş.
Bu durum, demokratik ve eşitlikçi yapılanmanın önünü açan Fransız Devrimi öncesinde de böyleydi, sonrasında da böyle olmuştur. Bu durum, Yahudi devleti kimliği ile devletler topluluğu içinde yerini alan İsrail’in kuruluşundan önce de böyleydi, kuruluşundan sonra da böyle kalmıştır. Dolayısı ile antisemitimin varlığını, zamandan ve mekândan bağımsız olarak, hep koruduğunu söylemek abartılı olmasa gerek…
Bu bağlamda ‘Beykoz’daki köpekler’ konusu, Türkiye’de veya başka coğrafyalardaki benzerleri gibi, şartlardan azade gelişen, düşündürücü bir örnektir. Sosyal medyada Yahudi teması ile ilgili paylaşımların neredeyse hepsinin altında çıkan yorumlar da, benzer şekilde, münferit olarak geçiştirilemeyecek örneklerdir.
SİYON ÖNDERLERİNİN PROTOKOLLERİ
Bu ve benzeri nefret söylemlerinin temelleri elbette ki bugün atılmadı. Kimi tarihçiye göre, Avrupa’da ortaçağı sonlandıran aydınlanma sürecinde, tırnakları ile kazıyarak toplumun üst kesimlerinde kendisine yer bulmuş Yahudi bireyin başarısı, ırkçı yaklaşımların kaynağı olmuştur.
‘Siyon Önderlerinin Protokolleri’, bu anlamda özellikle üzerinde durulması gereken bir başyapıttır… 20. yüzyılın hemen başlarında, ilk kez Paris’te yayınlanan kitap günümüze dek gelecek tüm antisemit yayınların ve bunlardan dolayı oluşacak nefret düşüncelerinin anasıdır.
Kitap 1920 yılına dek hep Rusça çıkar. I. Dünya Savaşını sonlandıran Paris görüşmelerinde gelen tüm heyetlere parasız dağıtılır. Berlin, New York ve hatta Tokyo’da dahi okuyucu bulur. 1920 yılında ilk kez Almancaya tercüme edilir ve Hitler’in başbakanlığa atandığı 1933 yılına dek 33 baskı yapar. Azılı bir antisemit olan Henri Ford tarafından yayınlanan Yahudi karşıtı dergilerde kitaptan parçalar kullanılır.
İngiltere’de ‘The Jewish Peril – Yahudi Tehlikesi’ adı altında çıkar. Kitabın yankısı, Londra’da birçok gazetede, örneğin The Times’ta ‘Rahatsız Edici Bir Kitap: Soruşturmaya Çağrı’ şeklinde olur. Londra’nın The Morning Post gazetesi ise ‘The Cause of the World’s Unrest / Dünyadaki Kaynamanın Nedeni’ şeklinde değinir kitabın içeriğine…
Kitap Fransızcaya da çevrilir ve 1938 yılına dek defalarca yeni baskılar yapar. Dönemin antisemit gazetesi La Libre Parole, Protokolleri dizi yapar. Aynı dönemde, Lehçe, Portekizce, İtalyanca ve nihayet Arapçaya çevrilir. Nazi partisi kitabın Almanya’daki yayın hakkını alır ve geniş kitlelere ulaşması konusunda çaba sarf eder.
İsrail Devletinin kuruluşundan sonra, 1957-58 döneminde, Süveyş Savaşı sonrasında Mısır’da yayınlanır ilk kez ve 1967, Altı Gün Savaşının hemen akabinde Rusya’da değişik bir boyuta taşınır işlediği tema, “Siyonizm Nedir?” çerçevesi içinde antisemitizm ırkçı çizgisinden hafif koparak İsrail’in varlığını sorgulayan bir havaya girer. Verilen mesajın siyasi yanı ağır basmaya başlar ve özellikle Arap ülkelerinde, günümüzde televizyon programlarına dahi özne olan İsrail düşmanlığı çizgisindeki antisemitizm dalga dalga yayılmaya başlar.
1968 yılında Beyrut İslam Enstitüsü değişik lisanlarda 300 bin adet basar ve dağıtır. Hintçe versiyonu ‘Hintlilere Karşı Uluslararası Komplo’ adı altında 1974 yılında çıkar. 1987 yılında ise Japoncaya tercüme edilir.
‘Siyon Önderlerinin Protokolleri’ dünya Yahudiliğinin bir yerden yönetildiğini ve amacının siyasi / ekonomik erki ele geçirmek olduğunu iddia eden ve bunu desteklemek için birçok komplo teorisini – acı şaka misali – üreten bir kitap. Yayınlandığı döneme ve ülkeye göre farklılıklar gösteren - Yahudi karşıtı demek yetmez - Yahudi düşmanı bu ‘çok satan’ etrafında, yığınlarca antisemit gazete ve dergi hayat buldu, fikirler oluştu; ‘Yahudi Sorunu’ olarak adlandırılan yapay problemler üretildi ve ‘Son Çözüm’ adı altında formüller yaratıldı.
İğneli fıçı, kan iftirası gibi ortaçağ modeli ırkçılığı oradan biliriz... ‘Kripto Yahudi, dünyayı yöneten Yahudi, tüm kötülüklerin altından çıkan Yahudi’ tiplemelerini de oradan biliriz…
Tarih Atölyesinde irdelemeye çalıştığım tüm konularda, insanın, nefretin yıkıcı etkisinden nasıl korunması gerektiği üzerinde durdum. Adaletin ve onun gerçekleşmesinin olmazsa olmazı, özgürlüğün, ırkçılığın ortadan kalkması için şart, ancak yeter olmadığı kanısına vardım. Şeffaflığın, samimiyetin olmadığı, çözümsüzlüklerin çözüm olarak dayatıldığı ortamlarda, yabancı düşmanlığının / ırkçılığın hortlamasının an meselesi olduğunun altını çizmekte fayda var.
Kişilerin ve toplumların birbirlerini sevmesi kadar sevmemesi de olağandır. Devletlerin çıkarları zaman zaman halkları karşı karşıya getirebilir. Yaşamın doğallığında var olan çatışmaların olgunluk içinde sonlandırılması, ortak faydalardan en iyi şekilde yararlanılması için önemlidir.
Bir adım öte: Aynı toprağı paylaşan, aynı havayı soluyanların, komplo dalgaları arasında boğulmaları, akıldan, mantıktan uzak yorumlarda bulunup içlerindekileri düşmanlıkla çıkartmaları, sağlıklı bir toplum yaşantısını yerle bir eder…