Oruç günleri, kişinin kendi içine dönmesi, samimiyetle ve dürüstlükle kendi iç muhasebesini yapması ve hayatına farklı bir açıdan bakabilmesi ve hareketlerini, yaşamını kendi içine, kendi özüne, Tanrı’ya daha yakın olacak şekilde ayarlayabilmesi, cenneti yeryüzüne indirebilmek için neler yapabileceğine yoğunlaşması için bir araçtır. Yahudi takvimindeki en derin acı, en fazla gözyaşıyla dolu gün olan 9 Av-Tişa BeAv günü, tüm dünya Yahudileri toplu olarak yas tutar. Bu yıl 9 Av-Tişa BeAv cumartesi gününe geldiği ve Şabat’ta oruç tutulmayacağı için oruç bir gün ertelenir ve bu yıl Tişa BeAv orucu 10 Ağustos Cumartesi akşamı gün batımıyla başlayıp, 11 Ağustos Pazar akşamı yıldızların çıkmasıyla sona erer.
İnceleme için giden casusların Tanrı’nın vaat ettiği topraklarla ilgili manipülatif rapor vermeleri günahının gerçekleştiği ve atalarımızın Kutsal Topraklara giremeyeceklerinin açıklandığı Tişa BeAv günü I. ve II. Bet Amikdaş yıkılır, bunun sonucunda İsrael halkı Kutsal Topraklarından sürülür, Diaspora-Galut başlar. II. Bet Amikdaş’ın yıkılmasından altmış beş yıl sonra Bar Kohba isyanında Yahudi direnişinin son kalesi olan Betar, Romalıların eline geçer ve oradaki herkes hayatını kaybeder. Betar’dan sonra yine bir Tişa BeAv günü Yahudilerin en kutsal yeri olan Bet Amikdaş, Romalı General Tunus Rufus tarafından tüm kalıntılarını yok etmek için gerçek seviyesinin 30 metre altına kadar bir tarla gibi dümdüz edilir ve Aelia Capitolina adını verdikleri putperest bir şehir haline getirilir.
Tişa BeAv’da atalarımızın çöldeki hatalarının, Birinci ve İkinci Bet Amikdaş’ın yıkılışlarının, yıkılışın kendisinin, Kutsal Toprakları ve Yahudi hayatının spiritüel merkezini kaybetmenin yasını tutarız.
Ayrıca sürgünde olmanın ve bir spiritüel merkezin yokluğu sonucunda Yahudi tarihi boyunca meydana gelen tüm felaketlerin, Yahudilerin binlerce yıldır çektikleri acı ve zulmün yasını tutarız.
Bu yıl 9 Av-Tişa BeAv Cumartesi gününe geldiği ve Şabat’ta oruç tutulmayacağı için oruç bir gün ertelenir ve bu yıl Tişa BeAv orucu 10 Ağustos Cumartesi akşamı gün batımıyla başlayıp, 11 Ağustos Pazar akşamı yıldızların çıkmasıyla sona erer.
Oruç nedir/ Ne değildir?
Oruç, sadece geçmişte yaşanan olayları hatırlamak için değildir.
Oruç, sadece yememek, içmemek ve günün yasaklarına harfiyen uymak değildir.
Orucun amacı, bedenimize acı çektirmek değildir.
Oruç, bir amaç değil, bir araçtır.
Oruç, bizim belli bir ruh haline ulaşabilmemiz için bir araçtır.
Zamanın lineer değil, spiral olduğunu kabul eden Yahudilikte, tarihte aynı günler, olayların meydana geldiği zamanla aynı özellikleri taşır. Bu günler dua için, duaların kabulü için çok elverişli günlerdir. Oruç tutmak, fiziksel dünyadan uzaklaşıp, spiritüelliğe yoğunlaşmak için bir araçtır.
Oruç günleri, toplumu dua için bir araya getirir, birliğin gücü ile dua etmek için bir araçtır.
Oruç günleri, kişinin tarihte o gün yaşanan olaylara yoğunlaşması, o gün ile bu gün yaşananlar arasında bir bağ kurması ve bu bağın içinde kendisinin nerede olduğuna odaklanması için bir araçtır.
Oruç günleri, kişinin kendi içine dönmesi, samimiyetle ve dürüstlükle kendi iç muhasebesini yapması, hayatına farklı bir açıdan bakabilmesi ve hareketlerini, yaşamını kendi içine, kendi özüne, Tanrı’ya daha yakın olacak şekilde ayarlayabilmesi, cenneti yeryüzüne indirebilmek için neler yapabileceğine yoğunlaşması için bir araçtır.
Tişa BeAv orucunu tutarken, geçmişte atalarımızın yaşadıklarına bakalım ve bu olayları bu günkü yaşantımızla karşılaştırmayı deneyelim.
Tapınakların yıkılma sebepleri
Tora bilgeleri, I. Bet Amikdaş’ın yıkılış sebeplerini puta tapma, adam öldürme, cinsel ahlaksızlık ve mitsvalara gereken önemin gösterilmemesi olarak sıralar. I. Bet Amikdaş’ın yıkılışından 70 yıl sonra kurulan II. Bet Amikdaş’ın yıkılış sebebinin ise ‘sebepsiz nefret-sinat hinam’ olduğunu belirtirler. Sebepsiz nefret, Yahudi halkının dağılmasına, aralarındaki birliğin bozulmasına ve Yahudi toplumunun çökmesine sebebiyet verir. Bunun sonucunda Tanrı’nın Kutsal Varlığı- Şehina, Bet Amikdaş’ı terk eder; bu şekilde spiritüel olarak yıkılan Tapınağın fiziksel olarak da yıkılması uzun sürmez.
Rav Abraham Isaac Kook’un adıyla anılan bir alıntıda, sebepsiz nefret yüzünden yıkılan Tapınağın, sebepsiz sevgi ile yeniden inşa edilebileceğinden bahsedilir.
R. Ari Kahn’a göre bu öğreti basit gibi görünse de, aslında oldukça hassas bir noktaya değinmektedir ve üzerinde biraz daha derin düşünmeyi hak eder.
Genel Olarak, Hepimiz Sevmediğimiz İnsanları Sevmemek İçin Çok Geçerli Nedenlerimiz Olduğunu Düşünüyoruz
‘Sebepsiz nefret’ kelimelerini duyduğumuzda akla gelen genellikle önlenmesi güç, sebepsiz, amaçsız, mantıksız bir duygusal şiddet hissi olabilir. Ancak İbranice ‘sin’at hinam’ ifadesinin başka bir tanımına baktığımızda aklımıza başka bir bakış açısı da gelebiliyor. Hinam kelimesi, mali anlamda ‘bedava’ veya ‘bedelsiz’ olarak çevrilebilir. Sebepsiz yere nefretten ziyade, bedelin veya fiyatın bir şekilde yaşanan olayla uyumsuz veya dengesiz olduğu durumlarda hissedilen duyguyu tanımlamak için kullanılabilir. Sorun, insanları sebepsiz yere sevmememiz değil; genel olarak, hepimiz sevmediğimiz insanları sevmemek için çok geçerli nedenlerimiz olduğunu düşünüyoruz. Yaralanmış, hakaret edilmiş veya ihmal edilmiş, yok sayılmış olabiliriz. Bunun sonucunda kendimizi ve perişan olmuş egolarımızı savunurken bize bunları hissettiren suçluya karşı sağlam bir nefret duygusu geliştiririz. Sorun şu ki çoğu zaman, verdiğimiz tepki, bize yapılan hareketle orantılı olamayabiliyor: Bu gerçek ya da gerçek gibi algıladığımız haksız davranışlar için “hesabı fazla şişiriyoruz”. Yapılan harekete biçtiğimiz fiyat doğru değil; bize yapılanı karşımızdakine faiziyle geri ödüyoruz ve hepimizin bildiği gibi, Tora tefeciliği yasaklar.
Kendimize karşı dürüst olmamız gerekirse, çoğu zaman aslında diğer kişinin bizi incitmeye hiç niyeti olmadığını kabul etmek zorunda kalırız
Kendi güvensizliğimiz ve duygusal kırılganlığımız, bize karşı herhangi bir kötülük amaçlanmadığında bile, başkalarının davranışlarını veya konuşmalarını art niyetli olarak yorumlamamıza yol açıyor.
Öyleyse karşımızdaki ikilem şu: Rav Kook’un öğretisine, sebepsiz nefrete karşı bir uyarı olarak baktığımızda, çoğumuz mutlak bir dürüstlükle, kesinlikle masum olduğumuzu söyleyebiliriz. Öte yandan, soruyu tekrar gözden geçirip, bize yapılanlara hiç aşırı tepki gösterip göstermediğimizi sorguladığımızda, gerçek veya gerçek gibi algıladığımız olaylara abartılı şekilde tepki verip vermediğimizi düşündüğümüzde, bunların hayatımızda tahmin ettiğimizden fazla sayıda olduğunu görebiliyoruz. Aslında, gerçekten abartılı ve aşırı tepki vermek bizim suçumuz, ama biz bu suçumuzu görmekten aciziz, çünkü karşımızdaki kişinin bizim bu abartılı tepkilerimizi tamamen hak ettiğini düşünüyoruz. Onlara karşı hissettiğimiz nefretin ‘bedelsiz’ sebepsiz olmadığına inanıyoruz.
Sebepsiz Sevgi
‘Sebepsiz sevgi’ye gelince, Rav Kook’un sözlerinin altındaki mesaj, bunu hak etmeseler bile insanları sevmemiz gerektiği. Bunun yanında bize zaten arkadaşımızı kendimiz gibi sevmemiz mitsvası verilmedi mi? Başkalarına olan sevgimiz ‘bedelsiz’ ya da sebepsiz değil aslında; Bu sevgi, her insanın Tanrı imajında yaratıldığı bilgisine dayanır ve her Yahudi, bir’in, bütün’ün eşsiz bir parçası olduğunun idraki ile gelişir ve çoğalır, Her Yahudi, halk mozaiğinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Hangi hakla vermemiz gereken sevgi ve desteğin nedensiz veya bedelsiz olduğunu düşünebiliriz ki? Bu diğer kişi kardeşim, kız kardeşim veya çok uzak bir kuzenimdir. Yahudi yasalarına göre onu sevmek ve onunla ilgilenmek, onun için endişelenmek ve hayatını nasıl iyileştirebileceğimi sürekli düşünmek, tüm Yahudiler için dua etmek benim en temel sorumluluklarımdan biri. Onlar ben’im ve biz bir’iz.
Yahudilik bize dünyamızı kendi bakış açımızın yanında Tanrı’nın bakış açısıyla da görmemizi öğretir
Bizim bulunduğumuz yerden baktığımızda başkalarına karşı duyduğumuz nefreti, onların bizi yaralayan, dışlayan, acıtan hareketlerine yoğunlaşarak yasallaştırabiliriz, ancak Tanrı’nın bulunduğu yüksek noktadan bakmayı becerebilirsek, başkalarına duyduğumuz bu nefretin aslında sinat hinam olduğunu görürüz ( orantısız, yüksek faizli geri ödeme). Nazik davranışlarımızı veya sevecen hareketlerimizi bedelsiz ve hak edilmemiş olarak görsek de, bunları yaparken aslında birbirimize karşı sevgi, özen göstermek ve önem vermek gibi en temel yükümlülüğümüzü yerine getiriyoruz.
İnsanoğlu, sevme gücü olan, ama sevmekten korkan tuhaf bir türdür. Sevginin kullandıkça büyüyen ve çoğalan ,bizim en zengin doğal kaynağımız olduğunu neden göremiyoruz? Neden onu başkalarıyla paylaşmakta bu kadar cimriyiz?
“Eğer sebepsiz nefretten dolayı, biz ve bizimle beraber dünya yok olduysa, o zaman sebepsiz sevgiyle kendimizi ve bizimle beraber dünyayı yeniden inşa edeceğiz” (Rabbi Abraham Isaac Kook, Orot HaKodesh cilt. 3, s. 324)
Kendi aramızdaki ayırımcılık
Birleşik Krallık eski Baş Hahamı Rabbi Sir Jonathan Sacks, İsrael’in iki kez yenilgiye uğrayıp sürgün edildiğini anlatırken, birincisinin Kral Şlomo’nun ölümünden sonra krallığın ikiye ayrılmasının doğrudan bir sonucu olduğunu, ikincisinin ise - yoğun gruplaşma, ayırımcılık ve iç çatışma- sinat hinam’ın sonucu olduğunu belirtir.
R. Jonathan Sacks, bugün de Yahudi dünyasında çok fazla iç çatışma olduğunu, kaçınılmaz olarak Yahudiler arasında bireysel olarak veya farklı Yahudi grupları arasında anlaşmazlıklar çıktığında, bir halk olarak yaşamaya devam edebilmemizi sağlamak için, bunların üstesinden saygıyla gelmenin yollarını bulmamız gerektiğini önemle vurguluyor.
R.Sacks bu amaçla, Yahudi diyalogunu sürdürmek için yedi ana prensip olarak kabul ettiği ve bizim de işimize yarayacağını umduğu maddeleri şöyle sıralıyor:
“1. İlke: Anlaşamadığınız zaman bile konuşmaya devam edin. Ne kadar çok konuşursanız, sonunda birlikte çalışmanın bir yolunu bulmanız o kadar rahat olur.
2. İlke: Birbirinizi derinlemesine dinleyin. Rakibinin ne dediğini duy. Dinlemek son derece tedavi edicidir. Yahudi halkıyla ilgili iyi haber şu ki, dünyanın en iyi konuşmacıları arasındayız. Kötü haber şu ki, dünyanın en kötü dinleyicileri arasındayız. Bu artık değişmeli. Büyük mitsva-Şema Israel, “Dinle, İsrail” anlamına gelir.
3. İlke: Kabul etmediğiniz bir bakış açısını mütevazılık ve alçakgönüllülükle anlayabilmek için çaba gösterin. Hillel’in yolu buydu. Halen de çatışma yönetiminin ilk kuralı olmaya devam ediyor.
4. İlke: Asla zafer peşinde olmayın. Asla rakiplerinizi yenilgiye uğratmak istemeyin. Rakibinizi yenilgiye uğratmak için uğraşırsanız, rakibiniz de (insan psikolojisi gereği) misilleme yaparak sizi yenilgiye uğratmaya çalışacaktır. Sonuçta, bugün kazansanız bile yarın kaybedeceksiniz ve sonuçta herkes kaybedecek. Anlaşmazlıkları zafer ve mağlubiyet anlamında düşünmeyin. Yahudiler için en iyisinin ne olduğunu düşünün.
5. İlke: Diğer Yahudilere saygısızlık gösterirseniz, onlar da size saygısızlık gösterirler. Diğer Yahudilere saygı gösterirseniz, onlar da sana saygı gösterirler. Saygı istiyorsanız, saygı göstermelisiniz.
6. İlke: Yahudi halkının esas dayanağını unutma: “Kol Yisrael arevim ze baze- “Bütün Yahudiler birbirinden sorumludur”. Hiçbir konuda hemfikir olmayabiliriz, ancak biz yine de geniş bir aileyiz. Bir arkadaşınızla tartışırsınız, bozuşursunuz, yarın artık o sizin arkadaşınız olmayabilir. Fakat eğer bir aile üyesiyle tartışıp bozuşursanız, yarın o kişi hâlâ ailenin bir parçasıdır. Aile olmak bizi bir arada tutan şeydir. Birbirimizle her konuda hemfikir olmamıza gerek yok, ancak birbirimize önem vermemiz ve birbirimizle ilgilenmemiz gerekiyor.
7. İlke: Tanrı bizi bir halk olarak seçti. Aramızdan sadece erdemli olanı değil, hepimizi seçti. Tanrı’nın önünde de, dünyanın önünde de tek bir insan gibi duruyoruz. Dünya da, Yahudi aleyhtarları da Yahudiler arasında ayırım yapmıyor. İnancımıza farklı bakış açıları ile yaklaşsak da, paylaştığımız toplumsal miras, paylaştığımız kimlik, ve paylaştığımız kader ile bir bütünüz.
Bilgeler Tora’nın dünyaya barışı getirmesi için verildiğini söyler. Eğer biz Yahudi halkı olarak birbirimizle barış içinde yaşayamazsak, nasıl dünya ile barış içinde olabiliriz? Bunu, sizi rahatsız ettiğini düşündüğünüz bazı Yahudi gruplarından uzaklaşma isteği duyduğunuzda hatırlayın. Hepimizin görevi birbirimizi dinlemeye, birbirimizi anlamaya, affetmeye biraz çaba göstermek ve adım atmak. Büyük, ve neredeyse sonsuz farklılıklarıyla bir bütün olarak, bir aile olarak birlikte kalmaya devam etmek,”
Bu ilkeler üzerine düşünüp bunları adım adım hayatımıza geçirebilirsek, belki de Tişa BeAv’ın yas günü olmasına sebep olan olayların etkisini sıfırlayabilir, ve artık yas günlerini bayram günleri olarak kutlamaya başlayabiliriz.
Sağlığı elveren her Yahudi’nin tutması gereken Tişa BeAv orucu kuralları: http://www.sevivon.com/index.php?option=com_content&task=view&id=2703&Itemid=212#Content
Önemli Not: Yazıda kısa bir özet olarak verilmiş olan bilgiler, okuyucuya bu konular hakkında fikir vermek amacıyla; El Gid Para El Pratikante (Gözlem), Kutsal Kitap, Gateway to Judaism, Sacred Seasons, Bamidbar (Gözlem), Devarim (Gözlem) kitapları ve www.chabad.org;; www.torah.org, www.ou.org, judaism.about.com, rabbisacks.org, morashasyllabus.com sitelerinden derlenerek hazırlanmıştır. Cemaatlerin farklı gelenekleri ve uygulamaları olabildiği için, yas dönemi ve oruç ile ilgili yasaklar ve kısıtlamalar hakkında en doğru ve detaylı bilgiler için, cemaatin kendi Rabi’lerine başvurması gerekir.
*Katkıları için Rav İzak Peres’e teşekkür ederiz.