Beyin cerrahi Moris Senegör’ün Kurtuluş’tan Kaliforniya’ya uzanan başarı öyküsü

Otuz iki yıldır mesleğini beyin ve bel cerrahisi üzerinde yapan ve 2017 yılından beri San Joaquin General Hastanesinde Beyin Cerrahi Bölümünün başhekimi olarak görevine devam eden Moris Senegör şimdilerde yeni bir beyin cerrahi fakültesi kurmak üzere çalışmalarını sürdürüyor.

Dora NİYEGO Toplum
21 Ağustos 2019 Çarşamba

1956 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Moris Senegör, Kurtuluş’ta büyüdü. Babası Yasef Tekirdağlı, annesi Sara İstanbullu idi. Bir erkek kardeşi olan Senegör Şişli Terakki Lisesinde ilkokul, Nişantaşı’ndaki eski High School’da da ortaokul ve lise eğitimini tamamladı.

1974 yılında ailesiyle Chicago’ya göç eden Moris Senegör, University of Chicago’da üniversite eğitiminin ardından tıp eğitimi aldı. 1982 yılında beyin cerrahisi stajına başladı ve altı yıl sonra da beyin cerrahı oldu.

İstanbul’daki hayatınızdan ve İstanbul’dan kopma nedenlerinizden bahseder misiniz?

Hayatımın ilk 17 yılı İstanbul’da geçti. Mutlu bir çocukluk geçirdim. Sakin bir aile yaşantımız vardı. Babam Tahtakale’de hırdavat tüccarı idi. Zengin değildik, ama yokluk da çekmedik. Yazları Yakacık’ta geçirirdik, Kartal’da plaja giderdik. Zaman zaman da adalarda dayım ve kuzenlerimi ziyarete giderdik.

Devam ettiğimiz okullarda Müslüman Türklerle, Ermenilerle, Rumlarla iyi geçinirdik.  Annem - babam kendi çocukluklarında antisemitizm yaşamışlar. Özellikle babam, Trakya Olaylarını hatırladığından Türkiye dışında yaşamak için fırsat arardı. 

Babamın kardeşi Yako, 1955 yılında Amerika’ya göç etmişti. Chicago’da doktorluk yapıyordu. 1972 yılında Yako’yu ziyaret ettikten sonra, onun da yardımıyla Amerika’ya göç ettik.

Çocukluğunuzda din konusunda sizi etkileyen bazı kişiler olmuş. Kısaca bahseder misiniz?

Ailem pek dindar değildi. Kaşerut’a bakardık, Pesah’ta da hamursuz yerdik, fakat Şabat’a bakmaz, sinagoga da sadece cenaze veya düğün için giderdik. Tek İbranice eğitimimi iki ay kadar Bar-mitzva’mı yapmak için aldım.

İlkokulda dindar bir sınıf arkadaşım vardı. Bana devamlı dini konularda nasihat eder, beni günah işlemekten, cehennemden korkuturdu. Ben de ona inanırdım. Bizi okula götürüp getiren dolmuş şoförü ağabeyimiz de yol boyunca bize dinden bahsederdi. Sekiz-dokuz yaşlarında bu yüzden epey dindar olmuştum. Lise yıllarımda, edebiyat öğretmenimiz Vasfi Bingöl Bey, derslerinde bize din konusunda tartışma imkânı verirdi. O zaman ilk kez dini reddeden fikirler duydum. Önceleri korktum ama sonra bu fikirler beni düşünmeye sevk etti. Amerika’ya gittiğimizde din konusunda hâlâ şüphelerim vardı. Chicago Üniversitesinde aldığım sosyoloji derslerinde din konusunu detaylı araştırırdık. Sonucunda dinsiz olmaya karar verdim.

Annem - babam bu durumumdan hiç hoşnut değillerdi. Bana verdikleri iyi eğitim, onların kabul etmediği bir hayat tarzına geçmeme neden oldu. Yıllar sonra bir şeyi anladım: Yahudilik benim kabul ettiğim bir kimlik değil, çevremdekilerin beni nasıl gördüğüdür. Ünlü Avusturyalı müzik besteci Gustav Mahler, kendisini Yahudi olarak görmemesine rağmen, antisemitizmle karşılaşmış. Mahler örneği orta yaşlarımda beni çok etkiledi. Bu şekilde Yahudiliğimle barıştım. Amerika’ya ilk geldiğim zaman, bana nereli olduğumu soranlara Türküm derdim. Bugün Türk Yahudi’siyim diyorum.

Amerika’ya gittikten sonra yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz?

Türkiye’de çocukluğumda çok sakin ve usluydum. Amerika’ya geldiğimizde değiştim. Ekonomik durumumuz bozulduğu için kardeşim ve ben bir taraftan okula devam ederken, diğer yandan da yarım gün çalışmaya başladık. Ben, Treasure Island adında lüks bir süpermarketin manav bölümünde çalışmaya başladım.

Bu iş benim dünyaya açılmama neden oldu. Yüzlerce değişik müşteri ile ilgileniyordum. Hayatımda ilk kez sosyal bir faaliyette bulunuyordum. Bu da beni daha ileride yapacağım doktorluk kariyerine hazırlıyordu.

O zamanlar, İstanbul Yahudi Cemaatinde çocukları işe yollamak ayıp sayılırdı. Oğlunun bir dükkanda pis bir iş yapması, yerleri süpürmesi, babama ağır geliyordu. Her gece ağlardı. Bense zamanla bu işten çok zevk almaya başladım. Kavga etmeyi, küfürbazlığı, kızlarla çıkmayı orada öğrendim. Bugün karakterimdeki kabadayı yönüm, Treasure Island Marketindeki işim yüzündedir. Bugün hastalarıma gösterdiğim ilgi, sabır ve nezaket bu işteki tecrübemden kaynaklanıyor.

Babanızın ‘El Dio ke no mos trayga’ (Allah göstermesin) sözü, ailenizin yaşadığı olaylar, sonraları hayatınızı düzenlemenizde büyük bir rol oynadı. Bunu sizden dinleyelim…

Babam Amerika’ya göçümüzü planlarken kötü tesadüf ihtimalini hiç aklına getirmedi. Ancak, maalesef 1974 yılının sonunda çok kötü bir tesadüfle karşılaştık. Bizi Amerika’ya gitmemiz için cesaretlendiren, babama iş vereceğini vadeden amcam Yako’nun beyninde tümör çıktı ve ağır bir ameliyat geçirdi. Bu trajik durum karşısında, hiçbir yedek planımız yoktu, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Türkiye’ye geri mi dönelim, yoksa Amerika’da zorluklarla yaşamaya devam mı edelim?

Bu durum, benim için çok önemli bir gençlik dersi oldu. Hayatımda karşılaşacağım sürpriz durumlar karşısında plansız kalmamaya karar verdim. Bu durumlar karşısında ikinci, hatta üçüncü planım da vardır.

Bu mesleği seçmenizin nedenlerini, Amerika’daki okul yaşantınızda karşılaştığınız zorlukları ve mesleğinizde tepe yaptığınız yılları anlatır mısınız?

Amcamın beyin tümörü ameliyatı beni genç yaşımda çok etkiledi. O dönemde, Chicago Üniversitesinde biyoloji dersleri alıyordum ve beyin fizyolojisi ilgimi çekiyordu. Bu şekilde beyin cerrahisi yolunda ilerlemeye başladım.

Üniversite hayatımın ilk yılı zor geçti. İngilizcem bu kaliteli okul için yeterli değildi. Edebiyat öğretmenimin tavsiyesi Türkçe düşünmeyi bırakmam gerektiği olmuştu. Tavsiyesini uyguladım ve İngilizcem yavaş yavaş düzeldi. Ama bu arada, seneler geçerken, Türkçeyi ve Türkiye’yi unuttum.

Chicago Üniversitesinde başarılı oldum ve tıp fakültesine girmek, beyin cerrahisi staj pozisyonunu kazanmak kolay oldu. Mesleğe Cincinnati’de büyük bir grupla başladım ve üç yıl ameliyat tecrübesi kazandıktan sonra kendi başıma California’da çalışmaya başladım. Çalıştığım yer ufak bir şehir. Beni herkes tanır. Fazla rekabet yok. O yüzden devamlı meşgulüm. Yirmi altı yıl sonra kariyerim yeni bir yolda ilerlemeye başladı. Büyük bir beyin cerrahisi fakültesi kurmak isteyen San Joaquin General Hastanesi başhekimlik görevini teklif etti. Bu teklif beni çok memnun etti.

İlk evliliğinizde ailenizle önemli fikir ayrılıkları yaşadınız. Hatta boşanmanızın nedeni olarak ailenizi suçladınız.

Amerika’ya göç ettikten sonra, ailemde kültür krizi yaşadık. Annem-babam eski İstanbul Yahudi’si yaşantısı, kardeşim ve ben ise modern, seküler, Amerikan yaşantısı sürüyorduk. Ailem bizi iyi ailelerden İstanbullu Yahudi kızlarla evlendirmek istiyordu. Biz ise Amerikalı kızlarla çıkıyor, dinlerine, ailelerine aldırmıyorduk.

Zamanla bunun sonu kötü oldu. Her ikimiz de Amerikalı Hristiyan kızlarla evlendik. Kardeşim Yomtov anneme-babama saygı göstererek eşini Yahudi dinini kabul etmesi için ikna etti. Ben bunu yapamadım. Kendim dindar değildim, eşimi nasıl dindar yapabilirdim?

Annem-babam eşimi reddettiler. Eşim de bunu önyargı olarak gördü ve onlardan nefret etmeye başladı. Sonunda boşandık.

Mesleğinizin yanı sıra yazarlık, müzik, şarap gibi birçok ilgi dalınız var. Bunları sizden dinleyelim.

Amcam Yako 51 yaşında öldü; başarılı bir doktor olmasına rağmen hayatını dolu dolu yaşayamadı. Bu beni çok etkiledi. Genç yaşımda Yako gibi olmamaya, hayatımı bol deneyimle yaşamaya, her günü yarın ölecekmişim gibi geçirmeye karar verdim.

Stajımı bitirdikten sekiz-on yıl kadar sonra yeni ilgi alanları denedim. Fotoğrafçı, bisikletçi, şarap ve gurme yemek uzmanı oldum.

1997’de Elvis Presley taklitçisi oldum; onun elbiseleriyle, onun sesiyle konserler vermeye başladım. Bu durum on beş yıldan fazla sürdü ve çok eğlenceliydi. Sanırım Amerika’nın tek Elvis taklitçisi beyin cerrahıydım. 1999’da İstanbul’a ilk dönüşümde Elvis gösterimimi High School arkadaşlarıma yaptım. Stockton Senfoni orkestramızın klasik müziği öğretmeni oldum. Klasik müziğini kendi kendime öğrendim. Yirmi senedir bu konuda nutuklar veriyorum. Diğer yandan üç kitap yazdım ve yayınladım. 2006’dan beri yazarlığımı şarap konusunda bloglarla da ilerletiyorum. Son zamanlarda bloguma gurme lokantalarını da ekledim.

İkinci evliliğinizde ailenizle ikilem yaşamadınız. Aileniz bazı şeyleri kabullenmişti herhalde…

İkinci eşim, birincisi gibi Hristiyan bir Amerikalı. Annemin ve babamın tavrı değişmedi. Ama eşimin tavrı farklı oldu. Onlardan nefret etmedi; onları uzaktan kabul etti. Son yıllarda annemi ve babamı Chicago’dan Stockton’a getirdim ve onlarla ilgilendim. Annem ve babam hayatlarının sonlarına doğru benimle barış içinde yaşadılar. Bunun için şükrediyorum.

İstanbul’da özlem duyduğunuz neler var?

Ellili yaşlarımda, Türkiye’de geçirdiğim yıllara özlem duymaya başladım. Bu arada, eski okul arkadaşlarımız Facebook’ta birbirimizi bulmaya, nostaljik paylaşımlar yapmaya başladık.

Yazar olduğumu bilen arkadaşlarım, benden o zamanları içinde barındıran bir roman yazmamı istedi. Ben de eski İstanbul’umuzu, sınıflarımızı, öğretmenlerimizi, İstanbul sokaklarını, Boğaziçi’ni, Maksim Gazinosu’nu ve gençlik yıllarımızı, modern bir cinayet hikâyesi içinde canlandırdım. İstanbul’da özlemini duyduğum şeyler, basit hayat tarzı, samimi akrabalar ve arkadaşlar, karşı yakada ve adalarda gittiğimiz yazlıklarımız, lakerdamız, kokoreçimiz ve ufak bir rakımızdır.