12 Aralık 2018’de bu sayfada ‘En Kötüsü Geride mi Kaldı?’ başlıklı yazımda yaşanan ekonomik hengameyi özetlemeye çalışmıştım. Çok zor geçeceği bilinen 2019 yılının ilk sekiz ayını tamamladık. Rakamlara bakacak olursak şunu söyleyebiliriz: Bir iyi, bir de kötü haberimiz var.
Öncelikle 18 Aralık’taki yazıdan aynen alıntı yapıyorum: “Evet, tekrar bir kur şoku yaşanması ihtimali oldukça azaldı fakat yaşanan kur şokunun tüm etkilerini hâlâ tam görmedik. Dolayısı ile kur, faiz ve diğer finansal enstrümanlar için en kötüsü geride kalmış gibi gözüküyor ancak reel sektörde hala çok canlar yanabilir.”
Yukarıdaki yazı yazıldığında kur yaklaşık olarak 5,40 TL seviyelerindeydi. Çeşitli dalgalanmalar yaşansa da, piyasaları şok edecek, işlem yapmayı zorlaştıracak bir kur şoku yaşanmadı. Faizler genel olarak aşağı yönlü hareket etti. Bu yazının yazıldığı tarihten itibaren piyasa faizi yüzde 20’lerden yaklaşık olarak yüzde 16 seviyelerine kadar geldi. Dolar TL sekiz ay geçmiş olmasına rağmen 5,40 seviyesinden çok uzakta değil. Üstelik ekonomik küçülme nedeniyle de olsa cari açık kapandı. Bunlar madalyonun görece iyi görünen tarafı. Sizi daha fazla meraklandırmadan söyleyeyim, evet bir süre için gerçekten de en kötünün geride kaldığını düşünüyorum. Diğer bir deyişle dibi gördük diyebiliriz. İyi haber buydu.
Kötü habere gelecek olursak, bu sefer yaşanan ekonomik küçülmenin ve yaşam kalitesindeki düşüşün toparlanmasının, çok yavaş olacağını ekonomik indikatörlerden rahatlıkla görebiliyoruz. 2009 yılında yaşanan ekonomik küçülmeden farklı olarak, bu seferki küçülme çok daha derin etkiler bıraktı. Yazının başında bahsettiğim sekiz ay önceki referans yazısından bu yana yüzlerce şirket konkordato ilan etti. İşsizlik ordusuna milyonlarca insan eklendi. Sanayi üretimi, PMI gibi belli başlı göstergelere baktığımız zaman ise, ekonomik toparlanmaya ilişkin heyecan verici verileri ne yazık ki göremiyoruz. Bunun yanında artan bütçe açığı da ekonominin kalan son çıpasını kaybetme riskini ortaya koyuyor.
Şunu artık açıkça görebiliyoruz ki, 2009 yılında olduğu gibi yaşanan ekonomik küçülmenin ardından çok sert bir büyüme gelme şansı düşük. Benim de dahil olduğum, bir çok ekonomist tarafından da dile getirilen görüş, Türkiye’nin 2020 yılından itibaren % 2,5 - 3 aralığında bir büyüme patikasına gireceği yönünde.
Bu patika azalan cari açık gibi mecburiyetten doğan olumlu şeyleri yanında getirse de, bütçe açığı ve işsizlik problemlerini ise destekliyor. Türkiye’nin mevcut işsizlik oranını korumak için dahi en az % 5 büyümesi gerektiği yoruma açık olmayan matematiksel bir gerçek. Bu gerçek etrafında, ülkenin birkaç yıl % 2,5 seviyelerinde büyümesinin yaratacağı işsizler ordusu ve sosyal patlamaları konuşmak dahi istemiyorum.
Yaşanan kriz, bize kim olduğumuzu hatırlattı. Ülkece olması gereken hayat standartlarımızın ne olduğu gördük. Orta halli bir Türkiyelinin sahip olabildikleri ve sahip olamadıkları yeniden tanımlandı adeta. Şimdi bu standartlara 82 milyon olarak alışma zamanı.
Özetleyecek olursak, hem reel sektörde hem de finansal sektörde en kötüsünün geride kaldığını söyleyebilecek duruma geldik. Ancak ne yazık ki, en kötüden yukarı yönlü toparlanma V şeklinde değil U şeklinde olacak. Yani en kötünün oralarda, biraz fazla zaman harcayacağız gibi gözüküyor. FED’in faiz politikasındaki güvercin hamleleri biraz nefes aldırsa da, Türkiye’nin yeniden en hızlı büyüyen ülkeler arasına girmesi oldukça zor görünüyor.