İber Yarımadasında Yahudi varlığı, milattan önceye dek gider. Yaklaşık sekiz asırlık İslâm hâkimiyeti altında yönetimde etkili olmuş birçok Yahudi devlet adamından, yetişen ünlü filozof ve bilim adamlarından söz etmek mümkün.
Endülüs’te İslâm hâkimiyeti altında ‘zımmî’ olarak yaşayan Yahudiler bazı yaptırımlar karşılığında önemli haklar elde etti. Yaklaşık sekiz asırlık İslâm Hâkimiyeti altında devlet yönetiminde etkili olmuş birçok Yahudi söz konusudur. Bölgede çok ünlü Yahudi filozoflar, devlet adamları ve bilim adamları yetişti.
Endülüs Müslümanları dönemi
İber Yarımadasında Yahudi varlığı, milâttan önceye dek gider. İslâm fethi öncesinde Hıristiyan hâkimiyeti altındaki Yahudiler, birçok dini kısıtlama ve zorlamalara maruz kalıyordu. Vizigot Kralı Reccared’in Aryanizm’i terk edip Katolikliği benimsemesiyle, yönetim ve halk Katolik oldu. Bu tarihten itibaren devlet Katolik olmayanları büyük bir baskı altına aldı; ya vaftiz olacaklar ya da ülkeyi terk edeceklerdi. Ancak 711 yılında Müslümanlar Endülüs’ü fethetmeye başladıklarında durum değişti. Vizigotların hâkimiyetindeyken çok kötü koşullarda yaşamaya çalışan Yahudiler, Müslümanların fütuhatını hoş karşılamış ve onlara bu konuda yardımcı olmuşlardı. Endülüs’te İslâm hâkimiyeti altında ‘zımmî’ olarak yaşayan Yahudiler bazı yaptırımlar karşılığında önemli haklar elde etti. Yaklaşık sekiz asırlık İslâm hâkimiyeti altında devlet yönetiminde etkili olmuş birçok Yahudi söz konusudur.
Örneğin Hasday b. Şarput (ö. 970), tıp alanında kendini çok geliştirmiş ve bu konudaki bilgisiyle Endülüs Emevî Halifesi 3. Abdurrahman’ın takdirini kazanmıştı. Şarput, sarayda sekreterlik gibi görevlerde de bulunmuş, ayrıca birçok devlete elçi olarak gönderilmişti. Örneğin 939 yılında Navarra Krallığının başkenti Pamplona’da Kral Sancho ile görüşmek için gönderilmişti. Şaprut, devrin Hazar Kralı - Musevî dinini benimseyen -Joseph’e bir mektup göndermiş, ülkesini ve hükümdarını da övmüş, Müslüman yönetimi benimsediğini vurgulamıştı. Bu dönemde Endülüs Emevî Devleti, İslâm dünyasındaki en güçlü devletti. Bizans İmparatorluğu ile siyasal ilişkiler kurulmuş, 7. Konstantin Halife’ye Grekçe yazılmış önemli bir tıp kitabı hediye etmiş ve Şaprut bu kitabı Arapçaya çevirmişti. Şaprut, Yahudi cemaatinin lideri olarak Nasi unvanını almış ve dindaşlarına çok destek olmuştu.
İsmail b. Nagrila (ö. 1056), 933 yılında dünyaya geldi. İyi bir eğitim almış, birçok lisan öğrenmiş ve Zir Devletinin başkenti Gırnata’da kâtiplik yaparak, gayrimüslimlerin ödediği ‘cizye’ vergisi tahsilâtı ile görevlendirilmişti. Nagrila, 1027 yılında ‘Nagid’ unvanını alarak Endülüs Yahudi toplumunun başkanı olmuş ve 1030 tarihinde (ilk gayrimüslim) vezir unvanına kavuşmuştu.
Yusuf b. Nagrila (ö. 1066) ise, babası İsmail Nagrila tarafından iyi bir eğitime tâbi tutulmuştu. O da Zirî Devletinde vezirlik makamına gelmişti. Ancak Yusuf b. Nagrila, bu makamı istismar etti; kendi adamlarını göreve getirdi ve “Müslümanlara karşı patron gibi davranmakla, ikinci sınıf olduğu” kaidesini de aştı. Arapların ve Berberilerin nefretini alan Nagrila, bir suikast sonucunda öldürüldü.
Endülüs’te başka önemli Yahudi devlet adamları da yer aldı. Örneğin Yakub b. Djau, Endülüs Emevî Hükümdarı 2. Hişam’ın veziri el Mansur b. Ebu Ömer’in onayıyla, Yahudi Cemaati’nin başına Nasi olarak atanmıştı. Ebu Fadi Hasday b. Hasday ise, Sarakusta Emirine sekreter olarak hizmet vermişti1.
Zamanla Hıristiyanlar İber Yarımadasını ele geçirmeye başladı. Al Mu’tamid, Hıristiyanlar ile diyalog kurma aşamasında tarafsız konumda bulunan Yahudilerden yararlanmaya karar verdi. Kordobalı âlim Rabi İbn Albalia’yı Sevilya’ya dâvet ederek ona astrolog unvanını verdi. Albalia, Sevilya Yahudi Cemaati’nin başkanı ve krallıktaki tüm Yahudilerin baş hahamı oldu. Onun haricinde Endülüslü iyi eğitim görmüş, varlıklı ve maruf ailelere mensup genç Yahudiler de, Mu’tamid’in hükûmetinde görevliydi. Ayrıca Ab ul Fath Elazar ben Nahman adında bir şair ve Talmudik araştırmalarıyla ünlü Jozef ben Nigaşta, Kral Mu’tadid’in idare kadrolarındaydı. Toledolu fakir bir aileden gelen Abu Zakarriya Yahya ben Samuel İbn Ba’lam zengin ailelerin çocuklarına nazaran çok inançlı bir din bilimcisi olmuştu. Zengin Yahudi aileleri, Arap törelerinin etkisi altında kaldıklarından dinsel inanç hususunda daha zayıftı.
Lâkin Arap hükümdarlar arasında rekabet başlamıştı. Örneğin Toledolu Kral Al Ma’mun ve Kordobalı Kral Mu’tamid arasındaki çekişmeye Valancia’nın kralı da karıştı… Bu arada Hıristiyanlar da boş durmuyordu. Alfonso 6.’ya karşı duramayan Toledo, 1085’te Hıristiyanlara teslim oldu. Muvahhidlerin devrimci dinsel görüşleri ile saptandıkları ve kısa süren yönetimleri nihayetinde Hıristiyan koalisyon, 1212’de bu sülâleye son vererek İspanya’nın yeniden fethi anlamında ‘reconsquita’yı önemli ölçüde tamamladı2. Bütün bu siyasal çalkantılara karşın Yahudiler, bu yörede Müslüman hâkimiyeti altında çağın en parlak devrini yaşadı.
Endülüs Yahudilerinin, İslâm’ın Altın Çağı’ndaki kültür ve bilimi Avrupa’ya aktarmaları
Kuzey Afrika ülkelerinde ve Endülüs’te İslâm’ın Altın Çağı’nda yoğun tercüme hareketi sonucunda, klâsik bilimleri edinerek geliştiren ve yeni bilimler ortaya koyan Müslüman -Arap, Türk, İranlı ve Hint- bilim adamları yetişti. Bunların arasında Avrupa’nın da yakından tanıdığı Râzi, Farabî, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi filozoflar; İdrisî, İbn Havkal, Ferganî ve Birunî gibi coğrafyacılar; Taberî ve İbn Haldun gibi tarihçiler sayılabilir. Müslümanlar ve Hıristiyan Avrupa arasındaki en sürekli ilişki, İspanya’da 1125 - 1280 yıllarında yapılan çeviriler ile oluşmuştu. Bunlar çok önemlidir çünkü 10. ve 13. yüzyıllar arasında gerçekleştirilen bu bilimsel çalışmalar, Rönesans’ın altyapısını ve Batı medeniyetinin köklerini oluşturdu. İtalya ve Fransa’da kurulan çeviri okullarında Endülüs’ten gelen Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan mütercimler görevlendirildi.
Kısa bir sürede Endülüs medeniyetinin bir parçası haline gelen İspanya Yahudileri, Ortaçağ boyunca Avrupa ve tüm dünyadaki Yahudileri etkileyecek bir kültürü ve özellikle dinsel konudaki araştırma ve yorumları yaydı. İslâm fetihleri sonrasında kısa sürede Arapça öğrenen Yahudi öğrenciler, 10. yüzyıldan itibaren Müslüman öğrencilerle beraber Endülüs medreselerinde okumaya başladı. İlk bilimsel etkinlikler de Cordoba’da başladı. Aslında 12. yüzyıl yalnızca İspanya’da yaşayanlar için değil tüm dünyadaki Yahudiler için de bir ‘altın devir’di. Bu devirde yetişen Yahudi düşünür ve bilim adamları arasında Abraham Bar Hiyya (ö. 1150), Abraham İbn Ezra (1092-1167), İbn Davud (1090-1165) ve Musa İbn Maimon (Rambam, 1135-1204) sayılabilir. Rambam, gelmiş geçmiş en büyük Yahudi filozoflardandır. Çoğunluğu Yahudi olan mütercimlerin en ünlüleri ise: Gonzales, Yuhanna b. Davud el Esbanî, Herman Alemanus’tu. Bu kişiler Aristo, Ptolemy, Euclid, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi Yunan fizikçilerin ve Müslüman astronomların eserlerini çevirdi. 13. yüzyılda Müslüman yöneticilerinin yanında çalışan Yahudi mütercimler, bu kez Hıristiyan krallar için görev aldı. Esasen Muvahhidlerin iktidara gelmesiyle, Endülüs Yahudilerinin ‘altın çağı’ bitmiş ve Avrupa ülkelerine de gidenleri olmuştu. Örneğin Padualı Yahudilerden Bonacosa, İbn Rüşd’ün külliyatını Arapçadan Latinceye çevirerek İtalyan tıp okuluna kazandırdı. Jacob ben Makir (ö. 1308), Arapçadan birçok eseri İbraniceye çevirmiş, daha sonra Latinceye çevrilen ve özellikle astronomi ile ilgili bu eserler, Dante, Copernicus ve Kepler tarafından kullanılmıştı3.
Memlûkler dönemi
Hz. Ebubekir ile başlayıp, Hz. Ömer döneminde devam eden fetihlerle Müslümanlar, Suriye, Filistin ve Mısır’ı ele geçirmiş ve bu yörelerde İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı yeğleyen zımmî olarak adlandırılan Yahudi ve Hıristiyan gayrimüslimlere İslâm hukuku çerçevesinde davranmışlardı. Gayrimüslimler, İslâm’ın kendilerine tanıdığı haklar ve koruma karşılığında da, cizye ve haraç ödeme mecburiyetindeydi. Keza Osmanlı Devletinden önce Ortadoğu’da hâkim olan Memlûk Devleti zamanında (1250-1517) Yahudilerin de içinde bulunduğu gayrimüslimlerle ilgili uygulamalar, tarihsel süreç içinde yaşanan örnekler çerçevesinde hukuksal düzenlemelere tâbi olmuştu.
Memlûkler döneminde zimmilerden Kahire ve Fustat’tan cizyeler ve diğer bölgelerden de haraçlar toplanıyordu. Memlûkler döneminde üç Yahudi mezhebi vardı: Rabbanîler, Samiriler ve Karaylar. Rabbanîlerden sonra sayısal olarak Karaylar gelirdi. Karaylar, sadece Tora’ya inanır ve Yahudiliğin fıkhı olan Talmud’u kabul etmezdi. Her iki grup da Nablus’ta yoğunlaşan ve Kudüs yerine Nablus Dağını kutsal gören Samirileri Yahudi olarak görmezdi. Fakat Memlûkler, onların tek bir lider tarafından temsil edilmelerini sağlamıştı. Yahudilerin seçtikleri bu lider, Memlûk sultanın onayı ile resmi bir atama belgesi tanzim edildikten sonra Yahudi toplumunun dini ve hukuki baş yetkilisi olurdu. Bu kişinin, bilgili ve iyi ahlâklı olması gerekir ve devlette önemli görevlerde bulunması tercih edilirdi. Memlûkler, bu şahıslara onlara değer verildiğini kanıtlayan unvanlarla hitap ederlerdi. 14. yüzyıla gelindiğinde Samiriler kendi liderlerini çıkarmış ve Memlûklerin son dönemlerinde her Yahudi cemaati kendi liderini çıkarmaya başlamıştı. Esasen Kuzey Afrika ülkelerinde uzun zaman önce ‘Nagid’ tabiri Yahudi liderleri için kullanılmaktaydı. Örneğin Mısır ve Suriye’de hâkim olan Fatimiler (905- 1171) zamanında, sonra da Eyyubîler döneminde de bu unvan kullanılmaktaydı. Örneğin Eyyubî Sultanı Salâhaddin zamanında yaşamış ünlü filozof ve hekim Musa ibn Meymun da, bu unvana lâyık görülmüştü.
Memlûkler döneminde de Yahudiler devlet idaresinde mali ve idari mevkilerde bulundu; kâtiplik, tercümanlık, danışmanlık, hekimlik, elçilik gibi görevler icra ettiler. Örneğin Sultan Gavri zamanında darphanenin başında Yakup isimli bir Yahudi bulunmaktaydı. Yahudiler uluslararası ilişkilerde elçi olarak bulundu ve tercümanlık görevleri yaptılar. Bunda Yahudilerin birçok dile vâkıf olması vesile oldu. Ayrıca Yahudiler arasında ünlü tüccarlar da bulunmaktaydı. Bununla beraber siyasal durumdaki bozulmalar nedeniyle, gayrimüslimlerin aleyhine de kararlar alınabildi. 1260 yılında Moğol saldırısı döneminde, Moğollara yardım ettikleri iddiası ile Memlûk Sultanı Yahudileri cezalandırdı. Ayrıca Müslümanlardan ayırt edilebilmesi için Hıristiyan ve Yahudilerin değişik renkte sarıklar takması zorunluluğu getirildi, silah taşımaları ve ata binmeleri de yasaklandı. Bununla beraber Memlûklerin döneminde Avrupa’dan gelip kutsal topraklara yerleşen Yahudiler vardı. Çünkü Hıristiyanlardan büyük baskı görüyorlardı. Bunların arasında din âlimleri de bulunmaktaydı4.
1 İkinci Uluslararası İsrail ve Yahudilik Çalışmaları Konferansı 2018 Bildiri ve Öz Kitabı: ‘Endülüs Mekanizmasında Yahudiler’ Enes Şanal, S. 102- 110.
2 ‘What’s behind a Name’, Baruh B. Pinto, Gözlem Gazetecilik Basın Ve Yayın A.Ş. Yayın yılı: belirsiz, S. 48- 51.
3 “Endülüs Yahudileri ve İslâm Kültür ve Biliminin Avrupa’ya geçişinde oynadıkları rol” Dr. Şevket Yıldız, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, ‘İstem’, Yıl: 7, Sayı: 13, 2009, S. 54- 66.
4 İkinci Uluslararası İsrail ve Yahudilik Çalışmaları Konferans Bildiri ve Öz Kitabı: ‘Memlûk Devleti İdaresinde Yahudiler’, Fatma Akkuş Yiğit, S. 142 – 147.