Nur Koçak, yaşamında ve sanatsal pratiğinde kapitalizm karşıtı görüşlerinden taviz vermeyen, çevresine hep nesnel gözle bakan, yaşadığı toplumdan ilham alarak üreten son derece yaratıcı bir sanatçı. Geçtiğimiz günlerde SALT Beyoğlu ve SALT Galata’da açılan ‘Mutluluk Resimlerimiz’ sergisi, sanatçının 1960’lardan 2010’a gerçekleştirdiği işlerin büyük kısmını kapsıyor. Adı fotogerçekçi üslupla özdeşleşen Koçak’ın sanat serüvenini özetleyen bu özel sergi, Koçak’ın eserlerini tanımak isteyenler için 29 Aralık tarihine kadar açık.
Sergiyi, düzenlenen basın açılışında diğer gazetecilerle birlikte Nur Koçak ve sergiyi programlandıran Sanat Tarihçisi Ahu Antmen ile SALT’tan Amira Akbıyıkoğlu rehberliğinde gezdim. Sergi, her iki SALT’ın katlarına yayılmış dört-beş bölümden oluşuyor.
Beyoğlu vitrinlerinde her şey mubah!
SALT Beyoğlu’na geldiğimizde, giriş katında ‘Vitrinler’ (1989-2019) serisinden bir seçkiyle karşılaştık. Dantelli, renk renk seksi kadın külotlarının, sutyenlerinin, jartiyerlerinin, boncuk işlemelerle, parlak taşlarla süslü file çorapların ve her türlü aksesuarın sokak imgeleriyle iç içe geçtiği bant şeklindeki Ebrusan Vitrini (1993-1996), Beyoğlu’nun o yıllarını bilen benim yaşımdakiler için bir nostaljik bir görüntüydü.
Tüm dünyaya hâkim olan tüketim kültürünün, başta Beyoğlu olmak üzere mağaza vitrinlerine etkisini irdeleyen fotoğraf ve resimler, o zamana dek mahrem sayılan ürünlerin alenen teşhir edilmesine ve sadece kadın imgesinin değil, erkek bedeninin de nesneleştirmesini sorguluyor.
Bakın Nur Koçak bu konuda neler diyor: “Sürekli Beyoğlu’ndaki vitrinleri fotoğraflıyordum. Sado-mazoşist giysiler sergileyen o vitrini ilk gördüğümde ‘Aman Tanrım bu da ne?’ dedim. Biz Doğulu, Müslüman bir ülkeyiz sözde; ama bunları ortalıkta ve de Beyoğlu’nun göbeğinde görebiliyoruz. Halk, 80’li yıllardan itibaren bu cüretkâr nesnelerin satışa sunulduğu dükkânları görüp hiç tepki vermedi. Sergilenen bu erotik çamaşır ve nesneleri görüp rahatsız olmadı. Ben şahsen çarpılmıştım.”
Fransız Dergilerinden Esinle ‘Fetiş Nesneler/Nesne Kadınlar’
Vitrinler serisinden sonra kadının cinsel haz nesnesi olarak görüldüğü bir seri daha… Sanatçı, üçüncü katta konumlanan ‘Fetiş Nesneler’ (1974-1988) ve ‘Nesne Kadınlar’ (1975-1979) serilerinde, Paris’te devlet bursuyla resim eğitimi alırken takip ettiği kadın dergilerindeki görsellerden etkilenip çizdiği resimleri barındırıyor. Mesleğinde milat olarak nitelediği, 1974 tarihli bir parfüm şişesi olan ‘Vivre’i, oje, ruj ve parfüm markalarının çekici fotoğraflarını kullanımlarının aksine, anıtsal boyutlarda tuvale aktarır. Koçak şöyle anlatır o dönemi: “Paris’te, tüketim toplumunun göbeğinde yaşıyordum. Erotize edilmiş arzu nesnesine dönüştürme hali tüm isim ve sloganlarda vardı. Karıştırdığım dergilerde kadın neredeyse bir eşya konumundaydı. Genç, güzel, bakımlı olun, bu kadarı yeter mesajı pompalanıyordu adeta. Bunlar çok çarpıcı geldi bana. Kadının kullandığı nesneleri ve kadının nesne olarak kullanılmasını bu bağlamda ele aldım. İlk önce VİVRE’i (parfüm şişesi) hayata geçirdim. Seri yapacağım fikriyle başlamamama ve anti-art (karşı sanat) yapacağım diyerek işe koyulmama rağmen, sözümü daha kuvvetli söyleyebilmek adına arkasından benzer iki iş daha ürettim. Fotogerçekçi bir üslubu hedeflediğim halde ister istemez kompoze ettiğim bir üçleme oldu: VİVRE, FAROUCHE ve CHAMADE (Yaşamak, Yabanıl ve Kalp Çarpıntısı).”
Cahide Sonku: Rüya âleminden bataklığa
Sanatçının yüzüne yer verdiği tek ‘arzu nesnesi’ kadın, Türkiye sinemasının ilk starı olan Cahide Sonku’dur. 1935’te ‘Bataklı Damın Kızı Aysel’ filmiyle üne kavuşan sanatçı, dik duruşu, parıltılı yaşamı ve sarı saçlarıyla kısa bir sürede bir ikona dönüşür. Koçak, filmlerinden kareleri, tiyatro oyunlarından sahneleri işlediği ‘Cahide’nin Öyküsü’ (1996-2006) serisinde, Sonku’nun film ve diğer işlerinden çok, çalkantılı hayatıyla gündeme getirilerek değersizleştirilip, itibarsızlaştırılmasına vurgu yapar. Koçak, “Renklerle Sonku’nun hayat dönemlerine çağrışım yaptım. Önce şen şakrak, genç ve masum Cahide’yi pembelerle, sonraki çöküş dönemlerini de mavilerle resmettim” diyor.
Aile Albümü
Bir asker kızı olan Nur Koçak’ın çocukluk ve gençlik yıllarında yalnız veya anne-babasıyla çektirdiği fotoğraflarla toplumsal ‘mutluluk’ sahnelerini buluşturan serileri de anlam yüklü. Anne babasının evlendiği 1930’dan 1950’lere özel günlerde, çoğu stüdyoda çekilmiş hatıra fotoğraflarını temel alan ‘Aile Albümü’ (1979-2012), toplumun her üyesine belirli bir rol verildiği ideal Cumhuriyet ailesine atıfta bulunuyor.
Sergiye adını veren seri
‘Mutluluk Resimleriniz’ (1981) serisi, sanatçının 1970’lerin sonunda katıldığı posta sanatı sergileriyle çok sayıda kartpostal kullanmasına tanıklık yaparken, SALT Beyoğlu’ndaki enstalasyon, 1982’deki gösteriminden bu yana ilk kez, serideki bütün kartpostalların her iki yüzünün incelenmesine olanak tanıyor.
“Posta sanatı diye bir olgunun içinde buldum kendimi 70’li yılların sonunda. Kanada’dan Suudi Arabistan’a kadar bütün dünyada sergiler düzenleniyordu. Postayla gönderilecek ne varsa –küçük paketler, minik objeler, heykeller, hatta ses kaydı bile- onları yolluyordunuz. Türkiye’den bir tek ben katıldım. Kültürümüzü anlatan ne yollayabilirim diye düşündüm. İlk olarak Baba-ali’de mizansen olarak düzenlenmiş romantizm temalı, bir genç kız ile bir delikanlının görüldüğü bir takım kartpostallar keşfettim. Onları kazıyarak üzerine minik müdahaleler yaptım. Erkeklerin ellerinde plastik çiçeklerle birbirlerine sarıldığı hepsi stüdyoda çekilmiş bu fotoğrafların ‘erkek ulus’ kavramına şaşırtıcı göndermeler yaptığını düşünüyordum. Arkasından, o zamanlar müstakil bir kadın gazetesi olan Kelebek’teki ‘Mutluluk Resimleriniz’ köşesinden kestiğim resimlerden yola çıkarak siyah beyaz kendi kartpostallarımı yaptım. İlginç olan bir kadın gazetesi olmasına rağmen Kelebek’in bu köşesinde bir gün bile bir kadın ya da kadın arkadaş grubu fotoğraflarına rastlanmamasıydı…”
Bir çirkinlik abidesi olarak reklam panoları
‘Aile Albümü’nün arka tarafında ‘ÇBS GÜÇLÜ BOYA’ serisi görülüyor. Yer İstanbul, muhit Kadıköy, iskele. Buna Güney Sanayii’nin kumaşlarının ışıklı bir panosu eşlik ediyor. Koçak, “70-80 arası Türkiye’de anarşi var. O dönemde akademide öğretim görevlisi olarak çalışmaktayım. Kadıköy’de oturuyorum ve her gün vapura biniyorum. İskeleye bakıyorum, şekli neredeyse her gün değişiyor. Reklam panolarının biri iniyor biri çıkıyor. Ben de o sıralarda elimde fotoğraf makinesi İstanbul’da dolanıyordum. İlgimi çeken reklam panolarını fotoğraflıyorum. Özellikle ÇBS reklamları her yerde. Sonuçta bu fotoğrafları neo-klasik üsluptaki nadide binalara, kapitalizmin nasıl tecavüz ettiğini gösteren belgeler olarak düşündüm.”
SALT Galata’daki eserler ise Nur Koçak’ın Güzel Sanatlar Akademisi, lise, hatta ilkokul yıllarına kadar uzanıyor. Buradaki eserlerde desen çalışmaları, eskizleri ve krokiler bulunuyor. Nur Koçak son derece titiz ve çalışkan bir sanatçı. Küçüklükten beri yaptığı bütün çizimleri özenle muhafaza etmiş. İlkokul ikinci sınıfa ait defteri gerçekten görülmeye değer! Sanatçı, “Bünye bu, her zaman kendisini belli ediyor. Bunları saklama nedenimin arkasında yine hayırla andığım Adnan Çoker’in ‘Saklayın, her şeyi saklayın’ öğüdü var. Türkiye’de sanatçı imzasını ve kendini çok önemsiyor. O kadar ki, işine sadece imzasını atıyor ama tarih atmaya gerek görmüyor,” diyor.
Yaptığı da kendisine bakmak. Türk resminin çoğu dışa vurumcu. Neden? Çünkü sanatçı her şeyden önce kendisine bakıyor, kendisi ile sorunu var ve bunu yaptığı işe yansıtıyor. Böylelikle rahatlıyor. Benim ise kendim ile sorunum yok! Sorunum içinde yaşadığım toplumla. Ben topluma bakıp onu yansıtmaya çalışıyorum ki, Türkiye’de hemen hemen hiç olmayan bir tavır.”