Hüzünlü Çin filmi ‘ELVEDA OĞLUM’ iki başrol oyuncusuna Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü kazandırdı.
Çin’in 1982’de başlattığı ve katı bir şekilde uyguladığı ‘tek çocuk’ politikasının tahribatını emekçi bir aile üzerinden anlatan film, zengin konusu ve getirdiği sert eleştiri ile övgüyü hak ediyor. Film, Çin’in ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilmek için iki kuşağını feda ettiğini, etkili bir dille anlatıyor. Film, sevgi, arkadaşlık, kader, çocuk sahibi olmak gibi kavramların hakkını veriyor.
Nanni Moretti’nin benzer konulu başyapıtı ‘Oğul Odası’nı akla getiren film, naif üslubuyla öne çıkıyor. Bu dokunaklı film, bir matemin ardından gelen yıkıcı travmayı, yüreklere hitap eden bir yorumla ele alıyor. Üç saatlik süresiyle izlenmesi yorucu olan film, anlatımındaki karışık yapısıyla, izleyicisinden özel bir çaba istiyor.
Çin toplumunun yakın tarihinde yaşadığı sosyolojik değişiklikleri işleyen, aralarında Jia Zhangko, Chen Kaige ve Zang Yimou’un bulunduğu yönetmenler, uluslararası yarışmalarda öne çıkmayı sürdürüyorlar.
Ekranlarımıza uğrayan bu filmlerin son örneği ‘Elveda Oğlum/So Long My Son’, bu yıl favoriler arasında gösterildiği Berlin Film Festivali’nde, başrol oyuncuları Jingchun Wang ve Yong Mei’ye En İyi Erkek ve Kadın Oyuncu Altın Ayı Ödüllerini kazandırdı.
Çin’in 1982’de başlattığı ve katı bir şekilde uyguladığı ‘tek çocuk’ politikasının tahribatını emekçi bir aile üzerinden anlatan ‘Elveda Oğlum’, zengin konusu ve getirdiği sert eleştiri ile övgüyü hak ediyor.
Film, Çin’in ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilmek için iki kuşağını feda ettiğini, filmdeki aile gibi bazı vatandaşlarının hayatını zindan ettiğini etkili bir dille anlatıyor.
Bu politik fresk, Çin’in ekonomik büyümesinin ardından gelen toplumsal dönüşümü de gözlemliyor. Film, sevgi, arkadaşlık, kader, çocuk sahibi kavramların hakkını veriyor.
Başarılı bir politik fresk
Çin, serbest piyasa ekono-misine geçiş sürecinde, halkının yoksullaşmasına, işsizlikle boğuşmasına sebep olmuştu. Filmde örneğini gördüğümüz gibi, bu süreci fırsata çevirip sınıf atlayarak zenginleşen Çinliler de oldu.
Nanni Moretti, senaryosunu yazıp yönettiği ve başrolünü de üstlendiği başyapıtı ‘Oğul Odası/La Stanza Del Figlio’da oğullarını trajik bir deniz kazasında kaybeden bir ailenin yaşadığı travmayı anlatmıştı. Kaza öncesi psikolog bir babanın eşi ve ergin kızıyla sürdürdükleri mutlu yaşamları, travma sonrası kabusa dönüyordu. Karı-koca birbirlerinden nefret etmeye başlıyordu. Film 2001’de, aralarında Altın Palmiye’nin de olduğu 16 ödül kazanmıştı.
Benzer konusuyla ‘Elveda Oğlum’, bir kanalda boğulan oğullarının yasını tutan Çinli bir karı-kocanın öyküsünü anlatıyor. Tek farkla, İtalyan ailenin dağılmasına yol açan ölüm olayı, kötü kaderlerini kabullenip, gözyaşlarını içine akıtan Çinli karı-kocanın birbirlerine yaslanarak dayanışmasını sağlıyor.
Naif üslubuyla öne çıkan bu dokunaklı film, bir matemin ardından gelen yıkıcı travmayı, yüreklere hitap eden bir yorumla ele alıyor.
Konusunu, oğullarını kaybeden emekçi bir aile ve yakın çevreleri üzerinden işleyen film, kronolojik sırasıyla değil, geriye dönüşlerle anlatılıyor. Bu yöntemle Xiaoshuai izleyicinin merak duygusunu ve ilgisini sürekli ayakta tutma fırsatı yaratıyor.
Baştan sona hüzünlü bir tempoda anlatılan filmde, izleyici sık sık ‘neler oluyor?’ diye şaşırırken, puzzle’ın parçaları birleşince taşlar yerine oturuyor. Ancak üç saatlik süresiyle izlenmesi çok yorucu olan film, anlatımındaki karışık yapısıyla izleyicisinden özel bir çaba istiyor.
Üç filmi Berlin’den ödüllü
Çin’de 1980’lerin pazar odaklı ekonomik reformlarıyla başlayan, katı bir şekilde uygulanan ‘tek çocuk’ politikasına 2011 yılında son verildi.
Hüzünlü yapısıyla öne çıkan bu ‘dinmeyen evlat acısı’ öyküsünde Wang Xiaoshuai, ülkesinin fakir halkına modernleşme adı altında sunduğu eziyetleri gözler önüne sermede çok başarılı. Hayata tutunma, ayakta kalma, travmalarla baş etme ve umutları sürdürme temalarının hakkını veren film, getirdiği eleştirilerle izlenmeyi hak ediyor.
Filmi baştan sona sürükleyen, görkemli performanslarıyla hayranlık uyandıran Wang Jingchun ve Yong Mei ikilisi Berlin’de aldıkları ödülleri hak ediyorlar.
53 yaşındaki senaryo yazarı-yönetmen ve aktör Wang Xiaoshuai, Çin’de altıncı nesil olarak bilinen sinemacıların biri olarak gösteriliyor.
‘Elveda Oğlum’, yönetmenin Berlin Film Festivallerinde ödül kazanan üçüncü filmi. On yaşındayken köyünü terk ederek, şöhret ve servet için büyük şehre taşınan bir gencin öyküsünü anlatan ‘Pekin Bisikleti/ Beijing Bicycle’, 2001 yılında bu festivalin Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmıştı.
Xiaoshuai altı yıl sonra ‘Biz Sevgiye Güveniriz/In Love We Trust’ adlı filmiyle Berlin’den En İyi Senaryo Ödülü ile ayrılmıştı. Film, lösemi hastası kızlarını kurtarmanın tek yolunun yeni bir çocuk yapmak olduğunu öğrenen boşanmış bir çiftin öyküsünü anlatıyordu.
‘Sürüklenenler’ (2003), ’11 Yaşındaydım’ ve ‘Şanghay Düşleri’ (2005) filmlerini yapan Çinli yönetmenin ‘Elveda Oğlum’dan önceki filmi, 2014 tarihli ‘Kızıl Amnezi’.
Evlat acısı
30 yıllık bir yaşam sürecini anlatan film, Çin’deki tek çocuk politikasının yıkıcı etkilerini derinden yaşayan bir çifti izliyor.
Film, bir kanala bakan bir tepede başlıyor. Görüntüye giren iki çocuktan biri yüzme bilmediği için suya yaklaşmamaya kararlıdır. Yüzme bilen arkadaşı “Ben seni kollarım, bana güvenebilirsin” diyerek sudaki diğer çocuklara katılmak için kendisini cesaretlendiriyor.
İkinci planda, yine uzak bir çekimle, bir çocuğun kanaldan çıkarılıp telaşla hastaneye yetiştirme telaşını izleriz. Yaoyun ve Liyun çifti biricik oğullarını bu kazada kaybetmelerinin ardından büyük şehre taşınma kararı alırlar. Ancak şivesini bile anlayamadıkları şehirde istedikleri hayatı bulmazlar. Evlat edindikleri oğullarının uyum sağlayamayarak onları terk edip çekip gitmesiyle, acıklı karı-koca yine yalnızlıklarıyla baş başa kalırlar.
Liyun ikinci çocuğuna hamile kalınca bunu iş yerinde ve mahallesinde gizlemeyi başarır. Ama iş arkadaşı olan bir aile dostu kadının durumu öğrenip kendisini ihbar etmesiyle Liyun-Yaogun çifti yeniden çocuk sahibi olma fırsatını kaçırır.
Birbirlerine yaslanarak renksiz ve heyecansız rutin hayatlarına dönen çift, geçmişlerini yeniden gözden geçirme ihtiyacı duyarlar. Radikal bir karar alarak doğdukları şehre dönerler.
İhbarcı kadının ailesi fırsatları iyi değerlendirip zengin bir hayata kavuşmuştur. Ancak hayatı boyunca vicdan azabı içinde yaşayan ihbarcı kadının huzursuz bir hayat sürdüğünü görürler. Filmin sonlarına doğru ihbarcı kadının oğlunun Liyun’un oğlunun ölümündeki rolünü öğrenirler.
Baştan sona hüzünlü bir atmosfer içinde geçen filmin tek umut kıvılcımı finaldeki tek sahnede çıkar.