Hayatta bize gayet normal gelen ve nedenini düşünmeye ihtiyaç bile duymadığımız bazı olguların evrimsel biyolojiye dayandığını öğrenince çok şaşıracaksınız.
Hayatta bize gayet normal gelen ve nedenini düşünmeye ihtiyaç bile duymadığımız bazı olguların evrimsel biyolojiye dayandığını öğrenince çok şaşıracaksınız. Ancak bir tavsiyem olacak. Gelin bunu sınav gibi düşünün. Sorunun ‘çünkü genetiğimizde var’olan cevabını paragrafı okumadan önce kendiniz bağlamaya çalışın. Önce evrim ile ilgili hızlandırılmış bir tekrar kursu yapalım. Genetik deyince aklınıza yalnızca bir adam ve bir söylem gelmeli. Charles Darwin ve ‘survival of the fittest’. Tabi bunu en çok pilates yapanın hayatta kalması diye tercüme edersek hataya düşmüş oluruz. ‘Fittest’ çevreye en çok uyum sağlayan anlamında. İşte evrimin en etkin mekanizmalarından biri olan doğal seçilim buna dayanıyor. En güçlü olmana gerek yok uyum sağla ve genlerini devret, türünü garantiye al. Şimdi kaldırın kitapları, çıkarın kalem kağıtları. Kabusunuz geri döndü. Siz de hala rüyanızda kendinizi sınıfta hiç çalışmamış şekilde sınava girerken görenlerden misiniz? Ne travmaymış arkadaş.
Niye bebekler bu kadar şirin olur?
Minik vücuduna göre büyükçe bir suratı, hayat boyu aynı boyutta kalacak kocaman gözleri, yumuş, çıkık yanaklarıyla tatlı sesler çıkaran bir tip. Bebeklerin bu özellikleri taşımasının nedeni onlara bakacak olanların -bu illa ebeveynleri olmak zorunda bile değil- onları beğenip onlara bakmalarını ve bağlanmalarını sağlaması. Böylece en azından kendi kendilerine bakabilecekleri zamana kadar yavrular terk edilmiyor ve böylece hayatta kalma şansını elde ediyorlar. Türün devamı için elzem. Anlayacağınız annelik içgüdüsü yeterli olmuyor çocuk büyütürken. ‘Hayır’ kelimesini kullanmanın, ceza vermenin yasak olduğu şimdilerde, iki yaş sendromunun öfke nöbetlerine, dört yaş sendromunun muhalif hallerine, altı, sekiz, on diye giden diğer sendromların her türlü arızalarına karşın kapıyı çarpıp gitmiyorsunuz çünkü genetiğimizde var.
Büyükanneler neden var?
Artık üremeyen bir canlının türün devamlılığı açısından nasıl bir faydası olabilir ki? O halde neden büyükanneler var? Soruyu biraz daha tekrarlarsam canım anneannemden dayak yiyeceğim. Görünen o ki erkekler avcılıkta çok da başarılı değilmiş. Çıktıkları yüz avın üç ya da dördü başarıyla sonuçlanıyormuş. Bu durumda annenin ve yeni doğanın yeteri kadar beslenmesi mümkün olmayacağından devreye büyükanneler giriyor. Eğer bir çocuğun hayatını sürdürmesi etrafta yardım edecek bir büyükanneye bağlıysa doğal seçilim gittikçe yaşlı bireyleri seçmeye başlamış olmalı. Ömrün uzun oluşu genetik olduğundan tabi ki bu özellik toplumun erkeklerine de bahşediliyor. Diğer türlerin aksine bebeklerin büyükanneler ve hatta toplumun diğer bireylerinin iş birliği ile büyütülmesi ve akabinde güçlü sosyal bağlar kurabilmesi insanlığın bugün küresel başarısının anahtarı. Büyük anneler çok yaşar çünkü genetiğimizde var.
Neden tıkanıyoruz?
Nasıl olur da dünyanın tek hakimi insan bir lokma bir şey yerken güldürülürse dakikalar içinde ölebilecek gibi evrimleşmiş? Bunu gırtlağınıza sorun. Ona sahip olduğunuz için gerçek anlamda yüksek sesle bu soruyu sorabilirsiniz. Kendisi aynı anda hem yutkunup hem nefes almanızı engelleyen yegane sebep oluyor. Ses tellerimizin içinde bulunduğu gırtlak boğazımızdan birkaç santimetre içeride bulunuyor. Ses tellerinin hemen ağzımızın arkasında olmayışı sayesinde kaba homurtular yerine ince ayar yaparak arya bile söyleyebiliyoruz. Soluk borumuz doğrudan sinüslerimize bağlı değil, arada gırtlak var. Ve gırtlak kapağı lokmanın yutulması sırasında soluk borusunu kapatıyor, solunumu durduruyor, lokmayı yemek borusuna yönlendiriyor. Diyelim ki yemek nefes borusuna gitti, o zaman akciğerinizde aspirasyon zatürresi olur ki bu ölümcüldür. Yani tıkanma bir yerde sizi bu ölümcül riskten koruyan daha az ölümcül bir mekanizma. Bize has ve bizi en üstün tür yapan konuşma yeteneğimiz yine bize has bu tıkanma riskine baskın gelmiş ve muasır medeniyet seviyesine gelmişiz çünkü genetiğimizde var.
Niye tıkınıyoruz?
Bu alışkanlık tıkanmak kadar korkutucu değilse de dünya nüfusunun yüzde 20’sinin obezite ile mücadele ettiğini unutmayalım. Ve evet obezite çok daha ölümcül, bir iki dakika içinde olmasa da uzun vadede. ABD’de senede 300.000 ölüm fazlaca tıkınmaktan, 5.000 kişi dikkatsizce tıkanmaktan ölüyor. Gelelim nedenine. Eskiden sebzeler çokça bulunurken enerji deposu şekerli ve yağlı yiyecekler azdı. Bu nadir besinlerden tıka basa yiyenler hiç yiyemeyenlerden daha sağlıklı yaşadılar. Ayrıca örneğin tatlı bir hurma ağacına rastlayan bir insan diğer insanlar ağacı keşfetmeden ya da bir hayvana av olmadan hızlı hızlı hepsini bitirmeliydi. Mevsimsel etkenler de vardı. Kışın yemek bulmakta zorlanacağımız için yağ depolamak bir nevi sigortaydı. Biyolojik olarak bu tarz gıdaları aşermeye evrildik. Tabi şimdi şekerli, yağlı, bol karbonhidratlı yiyeceklerde kıtlık durumu yok. Vücudumuz karnımızın dolduğu mesajını veremiyor ve biz gittikçe şişiyoruz çünkü genetiğimizde var.
Hamileliğin ilk üç ayı neden sindirim sistemimiz iflas ediyor?
Aşermek demişken hamileliğin ilk üç ayında bırakın bir yiyeceği aşermeyi ideal kahvaltı ancak bir kap dolusu kırılmış buz olabilir. Kadınların yüzde 80’i için birinci trimestere kusma maratonu da diyebiliriz. Annenin ve bebeğinin hayatta kalması için beslenme bu kadar elzemken Serdar Ortaç edasıyla “Evrim bunu neden yapıyosun?” diye sorasınız gelmez mi? Büyük 1000 annelerimizin hamileyken yiyebilecekleri besinler meyve ve sebzelerden başka yumurtalar ve kokuşmuş hayvan etlerinden oluşuyordu. Bu hayvanlar hem anne hem bebeğin hayatı için tehlike yaratabilecek parazitler barındırıyordu. Fetusun en hassas olduğu ilk üç ayda vücut anneyi bu yiyeceklerden uzak durması için uyarıyor. Bugün her ne kadar bu ürünler, pişirerek tükettiğimiz için, güvenli olsalar da sırf gördüğümüzde ya da kokularını aldığımızda onlardan kaçasımız geliyor, midemiz bulanıyorçünkü genetiğimizde var.
Neden kızarırız?
Birinin ismini yanlışlıkla boşandığı eşinin yeni eşinin ismiyle karıştırıp, ona öyle hitap ettiğinizi hayal edin. Benim hayal etmeme gerek yok, hatırlamam yeterli. Özür dileklerimi sıralamaya başlamadan al al olmuş yanaklarım mesajı vermişti bile. Charles Darwin sadece insanlara has olan kızarma için şöyle demiş "en olağandışı ve en insancıl insan ifadesi”. Kızarmanın kişinin isteyerek bir zarar vermediğini, bundan gerçek anlamda üzüntü duyduğunu en dürüst şekilde ifade edebilmesi için ortaya çıktığı düşünülüyor. Kızarınca daha sempatik göründüğümüz kesin, hele hele kızardığımızı fark ettiğimizde bunu yok etmek için nafile yere uğraşırken daha da kızarmamız paha biçilmez. Şu savaş ya da kaç tepkisi olarak adlandırılan tehlikeyle yüzleşme ya da tehlikeden kaçma kararını verirken yaşanan nefes alma sıklığını, kalp atış sayısını ve kaslarda gerginliği arttıran adrenalin burada iş başında. Sonuçta bizi koruyan bir tepki. Duygusal bir stres yaşadığımızda vücut adrenalin salgılıyor. Adrenalin, kanın ve oksijenin daha hızlı akması için damarlarımızı genişletiyor. Yüzümüzdeki damarlar da bundan geri kalmıyor tabi. Fazla kan da yüzümüzü kırmızılaştırıyor. Sözler güvenilmezdir bu yüzden yüz kızarıklığı özrümüzün samimi olduğunu göstermek için gereklidir, hayatta kalmamızın anahtarı olabilir. Yani ben kızararak hayatta kaldım bence çünkü genetiğimizde var.
Neden tüylerimiz diken diken olur?
Bugün tüm kadınlar istenmeyen tüylerle baş etmek için bütçesinden ciddi paralar dökerken tüylerimizin iyice kabarıp diken diken olması bize ne gibi bir fayda sağlıyor olabilir ki. Çok eskiden tüm vücudumuzun çok kıllı olduğu dönemlerde, o görüntümüz yeterince korkunç değilmiş gibi, karşımızdaki tehdidi savmak için daha büyük ve korkutucu görünmemiz avantaj sağlıyordu. İyi de tüylerimiz hayatınızın aşkıyla şarkınız çaldığında da diken diken oluyor. Ne alaka şimdi? Üşüdüğümüzde de tüylerimiz kabarıyor her ne kadar bizi eskisi gibi ısıtamasa da. Hepsinin ortak açıklaması var. Adrenalin geri döndü. Adrenalin tüylerimizin bağlı olduğu minyatür kasları gerdikçe, derimizin yüzeyinde girintiler oluşturur, bunların etrafı da otomatik olarak çıkıntılaşır. Duygusal stres, üşüme, korkma bunlar hep tüylerimizi diken diken ediyor çünkü genetiğimizde var.
Şimdi kalemleri bırakın. Kabus bitti. Sahi kabuslar neden var? Bugün rüyanızda çalışmamış olarak sınava girdiğinizi görmek size nasıl bir fayda sağlamış olabilir ki? Bunca örnekten sonra evrimin bizim iyiliğimiz için çalıştığına ikna olmuş olmalısınız. Kabuslarla da evrimi siz bağdaştırın. Alın bakalım size ödev. Gerçek kabus.