Selçuklu ve Osmanlı devrinde Yahudiler

Müslümanların 8. yüzyılın başlarında Akdeniz havzasını kontrol altına almaya başlamaları ve yükselen bir güç haline gelmeleriyle beraber, Yahudiler hoşgörülü ve ticarette engel oluşturmayan bu ortama yerleşmeye başladı. Ancak Abbasîlerin merkezi bir otorite sağlayamaması nedeniyle ortaya çıkan dağınıklık, 11. yüzyılda Selçuklu Türklerinin Ortadoğu’da güçlü bir imparatorluk kurmalarıyla beraber ortadan kalktı. Bu durumda da Yahudiler, Arap Yarımadasından Anadolu’ya, Türkistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir bölgede yoğun olarak yerleşmeye başladı.

Yusuf BESALEL Perspektif
2 Ekim 2019 Çarşamba

Selçuklular devrinde Yahudiler şu bölgelerde özellikle görünmeye başladılar;

Azerbaycan ve Kafkasya: Hazar Kağanlarının Musevî dinini benimsemeleri nedeniyle Hazar ülkesinde kalabilen Yahudilerin 11. yüzyılın sonlarına doğru daha Hazar Denizinin çevresinde yer aldıkları saptandı. Özellikle Azerbaycan’da Hazarlar’dan intikal eden Karaimlerin oluşturduğu bir Karaim grubu vardı.

 İran: 10. yüzyılda İran’da Müslüman olmayan halklar arasında en kalabalık olanı Yahudilerdi. Bunlar, İran’daki bazı kentlerde oturduğu gibi kendilerine ait örneğin ‘Yahuddiye’ misali birkaç kentte de yaşıyorlardı ve bu dönemde Yahudilerin sayısı Hıristiyanlardan daha fazlaydı. Tudelâlı Benjamin, Hamedan’da 30 bin, Nihâvend’de 4 bin Yahudi’nin mevcudiyetinden bahsetmekte.

Irak: Yahudiler, bazı kurumlarda yöneticilik yapmaktaydı. Örneğin 1157’de Bağdat’ta bir Yahudi tarafından yönetilen bir hastanede suiistimal saptayan Selçuklu veziri Amidu’l- mülk Kunduri, bunu yapanları azletmişti. Keza Kuzey Irak’ta da Yahudiler yaşamaktaydı. Örneğin 12. yüzyıl sonlarında Musul’da 6 binden fazla Yahudi yaşamaktaydı. Yahudilerin Irak’ta en kalabalık olduğu yer Bağdat’tı. Tudelâlı Benjamin, Bağdat’ta 40 bin Yahudi yaşadığını belirtir. Bütün Ortadoğu ve Yakındoğu’daki Yahudilerin en büyük dini reisi Müslümanlar tarafından Ra’sul- Calût olarak çağrılırdı ve Bağdat’ta bulunan birçok dini akademinin (şûranın) en büyüğünü yöneten Hahambaşı idi. Kendisi servet sahibiydi ve bu servet devlet koruması altındaydı.

 Suriye: Selçuklular, Suriye ve Filistin’e hâkim olmadan evvel 1046’da Halep’e varan İranlı seyyah Nâsır- ı Hüsrev, kentin dört kapısından birinin adının Yahudi Kapısı olduğunu söylemişti. Bu da kentte hatırı sayılır düzeyde Yahudi olduğunu kanıtlamakta. Başka birçok kentte de Yahudiler bulunmaktaydı. Örneğin Dimaşk’ta 3 bin, Halep’te 5 bin Yahudi yaşamaktaydı.

 Anadolu: Türkiye Selçukluları zamanında Yahudilere pek rastlanmamaktaydı. Bir liman kenti olan Antalya’da etrafta surlar ile kaplı bir Yahudi Mahallesi bulunmaktaydı. Başka kentlerde de eser miktarda Yahudi vardı. Ancak Yahudilerin Ege adalarında yerleşerek, buradan Batı Anadolu Türk beylikleri ile 14. yüzyılda ticarî ilişkiler yürüttükleri görülmekte1. Aslında Selçuklular dönemi, Türklerin Yahudiler ile daha yoğun temas ettikleri dönemdir. Selçuklu Devleti, Yahudilere ve diğer gruplara, ödedikleri vergi karşılığında dini görevlerini yerine getirmelerine, örf ve âdetlerini sürdürmelerine izin vermişti. Selçuklular, Anadolu’ya 11. yüzyılda girip Bizanslılarla savaşmaya başlamışlardı. Tuğrul, Alpaslan ve Melikşah zamanında Selçukluların Anadolu kolunun kurduğu düzene mevcut Yahudiler de katılmıştı. Alâattin Keykubat zamanındaki (1204-1220) Anadolu Selçuklu Devleti güçlüydü. Fakat İlhanlılar zamanında bu devlet parçalanarak Anadolu Türk Beylikleri oluştu. Bu dönemde Yahudiler, Bizans’ın zulmü yerine Türklerin yumuşak idaresi altında yaşamayı yeğlediler. Karaman Beyliğinin başkenti Konya’da, Hamitoğulları’nın topraklarında Antalya’da, Candaroğulları’na bağlı Samsun, Sinop’ta, Aydınoğulları’na bağlı Tire kasabasında küçük Yahudi cemaatleri varlığına dair kanıtlar bulunmaktadır2.

 Filistin: 1064-1071 yılları arasında Filistin’i ele geçiren Türkmenler, Kudüs’ü başkentleri yaparak bir Türkmen Beyliği kurmuşlardı. Melik Tutuş, daha sonra bölgenin hâkimiyetini ele geçirerek Suriye ve Filistin Selçukluları Devleti’ni kurmuştu ve 1. Haçlı Seferi’ne dek Fâtimiler ile mücadele edilerek bu hâkimiyet sürdürülmüştü.

Sultan Melikşah’ın saltanatı zamanında Selçukluların ülkesinde Yahudilerin nüfuzu oldukça artmıştı. Örneğin Basra’da oturan banker İbn Allan, ülkenin en zenginlerindendi; bürokratlarla sağlam ilişkiler içindeydi ve Vezir Nizâm- ül Mülk’ün iyi bir dostuydu. Ancak buna rağmen kendisini çekemeyenlerin kışkırtmaları nedeniyle ve Sultan’ın emriyle idam edilmekten kurtulamadı.

 Öte yandan Sultan Sancar zamanında ise (1119-1157) gayrimüslimlerin farklı kıyafetler giymesi konusundaki tebliğler tatbikatta uygulanmadı. Bilâkis Sultan Sancar’ın Yahudilerin ibadeti hususundaki tutumu son derece saygılıydı. Ayrıca yabancılar arasında ihtilâflarda Türk yöneticiler din ve milliyet farkına bakmazdı ve tarafsızlık ile hareket ederlerdi3. Bu arada Ortaçağ’ın ünlü Endülüslü Yahudi şair ve düşünürü Yehuda b. Samuel Halevi’nin el- Kitabü’l- Hazerî (Sefer ha- Kuzari) adlı meşhur eserinin incelenmesinde yazar bir Yahudilik savunucusu ve İslâm eleştirisi sunmaktadır. İslâm’ın özgürlükçü düşünce çağında gerçekleştirilen ve bir haham ile Yahudiliği benimseyen Hazar hakanı arasında bir kurgusal tartışmada ilk kez İslâm’ın tenkit edildiği bir polemik oluşturulmuştu. Bu eserde Karaylar gibi Yahudi mezhepleri de tenkit konusu olmuştu4.

 

 Osmanlı İmparatorluğunda Yahudiler

Osman Bey’in ölümünden evvel Orhan Bey (1326-1360) Bursa kentini fethetti. Daha sonra Sultan’ın çağrısı üzerine Şam ve Bizans İmparatorluğu’ndan çok sayıda Yahudi buraya yerleştirildi. 1. Murat (1360-1389) Edirne’yi fethettiğinde burada bir Romaniot cemaati yaşıyordu. Bu cemaat kendilerinden Türkçe öğrenmek için Bursa’daki Yahudileri Edirne’ye çağırdı. Buradaki Yeşiva’ya Avrupa’dan birçok öğrenci geldi. Sultan 2. Murat’ın (1421-1451) hekimbaşı olan ve soyu sürekli olarak vergiden muaf bir Yahudi doktoru vardı ve ayrıca vergi ödemeyen Yahudilerden oluşan bir Yahudi kolordusu (garaba) kurmuştu.

Bizanslılara güvenmeyen Fatih Sultan Mehmet (1451-1481), İstanbul’un fethinden üç gün sonra Asya cemaatlerinden Yahudileri buraya göç etmeye çağırdı. Hekim Yakup, Padişah’ın özel doktoruydu. Keza Yahudilerin İspanya’dan kovulduğu dönemde Sultan 2. Beyazıt, sürülenlere kucak açtı. Sultan Selim’in yakın arkadaşı ve hekimi Josef Hamon’du. Sultan Selim (1512-1580), Yahudilere gerçekten güveniyordu. Çünkü onlar Türklere her tür yok edici silah, batarya ve sahra topu üretmeyi ve kullanmayı öğretmişlerdi. 16. yüzyıl başlarında Türklerin Memlukleri ve İranlıları yenmesi buna bağlanmaktadır. Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) ise, Kudüs ve Tiberias’ın surlarını yeniden yapmış, Hıristiyanların kan iftirasıyla suçladıkları Yahudilerin davalarını bizzat kendi huzurunda görmüştü. 1526’da Budapeşte’nin fethinde Yossef ben Şlomo adında bir Yahudi, şehrin anahtarlarını Osmanlılara teslim etmişti. 3. Murat zamanında gayrimüslimlere giyim yönetmelikleri çıkarıldı. 3. Mehmet zamanında Yahudi harem gözdesi Ester Kira, devlet işlerine fazla karıştığından linç edildi. 4. Mehmet zamanında Yahudi mahallesinde büyük bir yangın çıktı. 1796’da da Cibali’de daha büyük bir yangın çıktı. Bu yangınların çoğunu, Yeniçeriler çıkarıyordu. Yeniçeri Ocağını 2. Mahmut (1808-1839) ortadan kaldırdı. 3 Kasım 1839’da Sultan Abdülmecit zamanında ilân edilen Gülhane Hattı- Hümayun’u ile Yahudiler dâhil gayrimüslimler hukuksal eşitlik kazandı. Yahudiler İmparatorluk’ta en fazla İstanbul’da (1594’te 150 bin) ve Selânik’te (1519’da 4.073 hanenin yarısından fazlası) mevcuttu.

19.yüzyılda Osmanlı reformlarından birisi, milletler sistemine geçiş idi. Her dinî cemaat özerkti ve Yahudi Cemaati, Osmanlı padişahının atadığı ve yetkilendirdiği Hahambaşı’na bağlıydı. Yahudiler, kehilalar (küçük cemaatler) halinde sinagogların çevresinde yaşıyordu. Yahudilerin kültürel katkıları, matbaacılık, oyunculuk ve tıpta yoğunlaşmıştı. Mali işlerle de uğraşan çok Yahudi vardı… Ancak 16. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyıl arasındaki İmparatorluğun çöküş döneminde Osmanlı Yahudilerinin de durumu bozuldu.

16. yüzyılda Yahudiler arasında Mesih umutları artmıştı. Bu ortamda Mesih iddiası ile ortaya çıkan Sabetay Sevi olayı, İmparatorluk’taki Yahudiler üzerinde bir umut çalkantısı yaratmış fakat Sevi tutuklanıp kurtulmak için Müslüman olmayı kabul etti. Olay Yahudilerde hüsran yaratmış, bazı müritleri onun izinden gitti; bunlara Dönme adı verilir. Osmanlı İmparatorluğunda antisemitizmin kaynağı ise hep kan iftirası atan Hıristiyanlar olmuştur. 19. yüzyılın sonu bunlarla doludur. (Halep, Antakya, Şam, Beyrut, İskenderiye, vb.) Bu dönemde Arapların yaşadığı bölgelerde Yahudilere aşağılayıcı muamelede yapıldı.

20. yüzyılın başlarında bazı Yahudiler siyasal rol oynamaya başladılar. 1908’deki ilk Osmanlı parlamentosundaki 288 mebusun dördü Yahudi’ydi. Ancak Yahudiler genelde çok fakirdi. En çok rastlanan meslekler de; seyyar satıcı, kazan tamirciliği, ayakkabı boyacılığı, saka vb. idi. 1860’da Paris’te kurulan ‘Alliance İsraélite Universelle’ (Evrensel Yahudi Birliği), Osmanlı Yahudilerinin durumunu inceledi ve onların kültürel ve ekonomik kalkınması için İstanbul, Selânik, Bursa, Aydın vb. kentlerde okullar açtı. Osmanlı Filistin’inde ise Siyonist koloniler 1882’de başladı. Osmanlı yetkilileri göçü kısıtlamaya çalıştılarsa da, yasaklar çok kere aşıldı. Bu durum, Araplar ve Yahudiler arasındaki yüzyıllar süren barışı bozdu. 1941-1948 yılları arasında Arap ülkelerinde Yahudilere karşı ayaklanmalar oldu. Yaklaşık 800 bin Yahudi geride her şeyini bırakarak çoğu İsrail’e olan kitlesel bir göç gerçekleştirdiler5.

Makalelerimizde Yahudilerin dört İslâm devletindeki statülerini inceledik. Bu devletlerde Yahudilerin genel olarak Hıristiyan devletlerde olduğu gibi eziyet görmediği, devlet kademesinde görev aldığı ve güvenildiği müşahede edilmekte. Yahudilerin yönetici konumlarında ifrata gittiği durumların haricinde, müessif olaylara rastlanmadı. Ayrıca gayrimüslimlerin değişik kıyafetler giymeleri hususundaki resmi genelgeler, bu kişilere karşı bir tefrik uygulandığını da sabitlemekte. Bunlara rağmen Hıristiyan âleminde Vizigotlar’dan Holokost faciasına dek Yahudiler anlatılmaz facialar yaşarken, İsmailoğulları onlara kendi ülkelerinde hep kanat gerdiler.

Bu olumlu ilişki, maalesef Filistin sorununun gelişmesiyle bozuldu. İslâm âlemi yüzyıllarca mevcut olduğu bu topraklarda bir Yahudi devleti kurulmasını kabullenememiş olduğu gibi; İngiliz Mandası dönemindeki “böl- yönet” siyasetleri ile İngilizler, iki halkı birbirine düşürdüler. Defalarca teşebbüs edilen barış teşebbüsleri ise, özellikle yöredeki kaostan yararlanmayı yeğleyen uluslar nedeniyle akim kaldı. Bu iki kardeş ulusun geçmişteki ahenkli birlikteliklerinin ışığında, barışabilecekleri umudunun canlı tutulması ve irdelenmesi gerekmekte.

Kaynakçalar:

1 “İkinci Uluslararası İsrail ve Yahudilik Çalışmaları Konferansı 2018 Bildiri ve Öz Kitabı”, “Selçuklular Devrinde Yahudiler”, Hüseyin Kayhan, S. 228- 237

2 Osmanlı ve Türk Yahudileri, Yusuf Besalel, Gözlem Gazetecilik, 1999, S. 20

3 “İkinci Uluslararası…”, Hüseyin Kayhan

4 “Yehuda Halevi’nin el- Kitabül- Hazeri’de (Kuzarı) Ortaya koyduğu Yahudilik Savunusu ve İslam’a Yönelik Eleştirileri” Salime Leylâ Gürkan, İslâm Araştırmaları Dergisi, 41(2019)

5 Eva Groepler, Belge Uluslararası Yayıncılık S. 28- S. 48