İklim krizine karşı kozmopolitanizm

Greta Thunberg ile sembolleşen iklim krizine karşı eylemler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de oldukça ses getirdi. Artık köhneleşmiş siyaset alanlarının ve biçimlerinin terk edilmekte olduğunun da habercisi olan bu eylemler Türkiye özelinde kamusal alanı yeniden kurma istencine dair de bir şeyler söylüyor.

Perspektif
16 Ekim 2019 Çarşamba

Meriç AYTEKİN

 

Türkiye’de son yıllarda siyaset alanı hem ‘profesyonel’ siyasetçiler için hem de sıradan vatandaşlar için takip ve analiz edilmesi zor bir dönemden geçiyor. Bir yanda gerek işleyiş açısından gerekse de toplumsal ilgi açısından anlamını gitgide yitiren bir meclisin varlığı bir yanda da toplumun tüm kesimleri tarafından siyasetin yeni gözdesi olarak görülen belediye meclisleri düşünüldüğünde siyasetin ne olduğu ve nereye ait olduğu sorusu cevaplanması oldukça zor sorular olarak karşımıza çıkıyor. İşte tam bu atmosfer içerisinde ‘iklim krizine’ karşı yükselen bu küresel mücadelenin Türkiye’de siyaset yapmaya dair de umut verici bir yanı var, zira uzun zamandır kamusal alanı deneyimleme konusunda oldukça zorlanıyoruz.

Özellikle İstanbul’da Yoğurtçu Parkında Ankara’da ise Kuğulu Park’ta yapılan çeşitli etkinlikler ve forumlar bize siyaset yapan vatandaşlar olduğumuzu birincil elden deneyimleme şansı verdi. Elbette ki iklim krizine ve ekolojik tahribata dikkat çekmesi açısından bu deneyim başlı başına kıymetliydi ancak siyaset açısından bu deneyimin bazı çok özel sonuçları var. Her şeyden önce tüm dünyada yükselmekte olan Kozmopolitanizm’i deneyimleme şansı bulduk. Dili, dini, cinsiyeti, varoluşu, kökeni vb. ne olursa olsun kendisini bir grubun veya bir milletin parçasından ziyade insanlığın ortak üyesi olarak hisseden ve bu bilinçle hareket eden vatandaşlar hep birlikte bir talebi ortaya koydu. Başka bir ifadeyle bu siyaset dünya vatandaşlarının siyasetiydi.

İkinci olarak Henri Lefebvre ve David Harvey gibi sosyal bilimcilerin bahsettiği ‘Kent hakkı’ özelinde de bir deneyim yaşadık. Hem Harvey’nin hem de Lefebvre’in söylediği üzere kent hakkı kentin kaynaklarına ulaşmaktan ziyade kenti değiştirme, dönüştürme ve onu aktif bir şekilde kullanabilme hakkıdır. Bu bağlamda özellikle büyük kentlerin her şeye rağmen kamusal alanı olan parkların vatandaşlar için bir dünya meselesini tartışabilecekleri bir mekân olarak yeniden aktifleştirilmesi oldukça kıymetlidir.

Kamusal alan

Kamusal alana vurgu yapan düşünürler ki bunların başında kuşkusuz Arendt ve Habermas geliyor, kamusal alanı siyaset yapmak için hem vatandaşların en temel fırsatı olarak hem de vatandaşların korumakla yükümlü olduğu bir alan olarak görürler. Bu açıdan iklim krizi protestoları bize korumakla yükümlü olduğumuz kamusal alanı da hatırlattı ve gördük ki ne sosyal medya ne de internetteki başka mecralar ‘gerçek’ bir kamusal alanın olanaklarına sahiptir.

Tüketim açısından maalesef çoğumuza bir tweet atmak veya bir meclis tartışması izlemek oldukça kolay geliyor olsa da gerçekten siyaset yapan vatandaşlar olabilmemiz için kamusal alanda ısrarcı olmamız gerektiğini dillendirmeliyiz. Büyük adamların siyasetinin izleyicisi veya takipçisi olmamak kamusal alanda siyaset yapan aktif vatandaşlar olmaktan geçiyor. İklim krizi eylemleri bize o eşsiz deneyimi yani kolektif bir meseleyi dert edinebilmeyi hatırlattı. Zygmunt Bauman şöyle diyor: “Kamusal kavramı eskiden doğaları gereği ‘kolektif’ olan şeyler; kimsenin, bırakın sadece kendine ait olduğunu, kendi özel meselesi olduğunu bile iddia edemeyeceği, herkesin bir söz hakkına sahip olduğunu iddia edebileceği şeyler ve olaylar için kullanılırdı.” (s.74)

Bugün durum tam tersine dönmüş durumda. Sadece özel hayatlarda ve özel alanlarda olan şeyleri konuşulabilir durumdayız veya ancak bunları kamusallaştırabiliyoruz.

 

‘İklim krizi grevleri kamusal mesele’

İklim krizi grevleri Bauman’ın tanımına göre kelimenin gerçek anlamıyla kamusal bir mesele olarak görülebilir. Gerçek ve gerekli bir şeyin kamusallaşmasının bugünün dünyası için ne kadar önemli olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum. Bireysel hayatlarımızla ilgili şeylerin kamusalı ele geçirdiği, dünyaya dair sorunları düşünmenin bir lüks olarak damgalandığı bir dönemde iklim krizine karşı dünya vatandaşları olarak ses veriyoruz. Sosyal medya paylaşımlarından oldukça sıkıldığımızı hatta sosyal medyanın bir flört uygulamasından ve podyumdan hallice bir durumda olduğunu düşünürsek iklim krizi için kamusal alana çıkmak bize nefes aldırdı diyebiliriz.

Nereli ve ne olduğumuza bakmadan bizi dünya vatandaşı kılan kozmopolitanizmi, kentin adil kullanımını ve dönüştürülebilirliğini savunan kent hakkıyla düşündüğümüzde iklim krizine karşı yükselen bu ses Türkiye’de kamusal alanı şehrin sakinlerine yeniden hatırlatmış olamaz mı? Kozmopolitanizmden, iklim adaletinden, kent hakkından ve en önemlisi kamusal alandan vazgeçmemek yeni bir siyaset yapma biçimi olarak önümüzde duruyor olabilir.


Kaynakça: Bauman, Z.(2018). Siyaset Arayışı. İstanbul: Metis Yayınları