“‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.” Hz. İsa
Dağıtımcısı Warner Bros’un “Orijinal bir başlangıç öyküsü” diyerek duyurduğu, 4 Ekim 2019 tarihinde vizyona giren Joker filmi eleştirmenleri ikiye böldü! Guardian Gazetesinin “mükemmel bir şekilde cesur” ve Total Film’in “meydan okuyan ve tahrip edici” ifadelerini kullandığı film için, Time dergisinden Stephanie Zacharek, “Yönetmen Todd Phillips bize kültürümüzün boşluğu hakkında bir film izlettiğini düşünmemizi istiyor olabilir. Ama bize bunun çok ilkel bir örneğini sunuyor” diyor. Eleştirmenler ne derse desin, film ABD’de yayına girdiği hafta sonunda yaklaşık 93,5 milyon dolar hâsılata ulaştı ve aynı zamanda tüm zamanların en iyi ekim ayı hâsılat rekorunun da sahibi oldu. Koltuğunuza yerleşip, mısır ve kolanızı yanınıza aldıysanız, Joker filminin damarlarına sızmak üzere, Gotham şehrinin karanlık dünyasına doğru yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?
Joker filmi, Gotham şehrinde annesi ile birlikte yaşayan, başarısız komedyen Arthur Fleck’in hikâyesini anlatır. Psikolojik sorunları nedeniyle yedi ayrı ilaç alan ve geçinmek için palyaçoluk yapan kahramanımız, toplum tarafından dışlanmakta ve şiddete maruz kalmaktadır. Babasız büyüyen, hayatta yapayalnız olan Arthur’un en yakın arkadaşı ise kendisi gibi hasta olan annesidir. Annesi onu ‘Happy’ adıyla çağırır. Bu lakap, onu aslında hiç dinlemeyen psikologuna “sürekli olumsuz düşünüyorum” diyen Arthur’un söylemiyle taban tabana zıttır. Maruz kaldığı zorbalıklar ve psikolojik sorunları nedeniyle zamanla kendi kimliğinden uzaklaşıp gölge benliğinin etkisine girecek olan Arthur, Batman’in en azılı düşmanı Joker’e dönüşecektir. Joker’in ortaya çıkışı ile manevi değerlerin çöktüğü, zenginle fakirin, yönetenle yönetilenlerin arasındaki uçurumun iyice açıldığı Gotham şehri de kolektif gölgesini somutlaştıracak liderine kavuşmuş olur. Peki, nedir bu ‘kolektif gölge’ ve dünya için ne tür tehlikeler barındırmaktadır?
‘Işık ve Karanlığın Dansı’ adlı yazımda bireysel gölge kavramından bahsetmiştim. Tekrar hatırlayacak olursak gölge benliğimiz; ilkel, olumsuz, şehvet, güç tutkusu, hırs, bencillik, açgözlülük, kıskançlık, öfke veya şiddet gibi sosyal, kültürel, dini olarak değer yitirmiş insani duygularımız ve dürtülerimizden oluşmaktadır. Freudiyen psikolojiye göre çoğu insan gölgesini inkâr edip kendisiyle yüzleşmekten kaçınmakta ve bilinçsizce kendi gölgesini başkalarına yansıtmaktadır. Gölgenin bu şekilde yansıtılması sadece bireysel bir olgu değildir tabi ki. Carl Gustav Jung’a göre, “Uluslar kendine özgü psikolojiye sahiptir ve aynı şekilde kendi özel psikopatolojileri vardır. Bu, en dikkat çekici tüm ulusu etkileyeceği öngörülebilen çok sayıda anormal özelliklerin birikimini içermektedir.” Bu bilgiden yola çıkarak yine Jung’a göre bir grup veya ulus işbirliği içinde, düşman olduğuna hem fikir olduğunun üzerine gölgesini yansıttığında, kendi dışına kolektif olarak attığı gölge gerçek anlamda hayal ettiği evrende dirilmektedir. Joker, Adolf Hitler ve Darth Vader gibi edebi ve tarihi kişilikler en olumsuz arketipsel insani formu şeklinde kolektif gölgenin toplumsal liderleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözde lider kuvvetlendirmek suretiyle kolektif psişik virüsü toplumun bütününe yayar ve gölgeyi karşıya yansıtma aldatmacasının gerçekliğine yatırım yapan herkesi büyüleyen bir ikon haline gelir. II. Dünya Savaşından önce Almanya hakkında Jung, “Böylece çığ, Almanya’da toplanarak ulusun yıkımını tamamlamak üzere bir araç olarak seçilen liderini üretti” diyerek kolektif gölgenin tehlikesini gözler önüne sermektedir. “Halkın psikolojisi hâkim geldiğinde, kaçınılmaz bir lider, toplumun kolektif gölgesini somutlaştırmak (canlandırmak), eksiksiz ve mutlak yıkım sürecinin aracı olarak açığa çıkar.” Jung, bu sürecin en iyi örneklerinden biri olan Hitler için, “Her zaman saf, tamamen masum ve doğru olduğunu hayal eden normal insanların bilinçdışını etkiledi” demiştir.
Ulusların psikolojisi onu oluşturan bireylerin psikolojisini yansıtır. Ulusumuzun yaptığı her şey, bizim tarafımızdan da yapılmaktadır ve bizler bunu yapmaya devam ettikçe, ulusumuz da aynı şekilde yapmaya devam edecektir. Kendi gölgelerimizden kaçmak ve gölgemizi bir diğerine yansıtmakla toplumsal ve siyasal bilinçteki zayıflıkları besleyip dünya sahnesinde kolektif hastalığın topluca harekete geçirilmesine sebep olmaktayız. Dünya tarihinde insan kaynaklı yaşanmış tüm yıkımlar, günümüzde aşırı sağın ve terörün tırmanışı bu kolektif olgunun korkunç gerçeğini kanıtlamaktadır. Ancak bireysel anlamda bizlerin tutumumuzdaki bir değişim, ulusun psikolojisindeki bir değişime ön ayak olabilir. Yeterli sayıdaki insan aydınlanıp, kendi bireysel gölgesi ile yüzleştiğinde uluslar kendi gölgelerini diğer toplumlara yansıtmaktan vazgeçecek ve barış ortamı dünyada hâkim kılınabilecektir. Aksini düşünmek bile istemiyorum!
Her şeye rağmen, bireysel ya da kolektif düzeyde, kendi gölgemizi başkalarına yansıtma yanılgısı içinde isek, tüm kadim öğretilerin mesajını tekrarlayan Hz. İsa’nın ne dediğini hatırlayalım:“Yargılama ki yargılanmayasın, çünkü hangi yargıyla yargılarsan, onunla yargılanacaksın. Hangi ölçüyle ölçersen, o ölçü sana da uygulanacaktır.”