Zengin Seçkisinde Öne Çıkan üç Filmle Filmekimi Defterini Kapatıyoruz
Jerzy Kosinski’nin sert otobiyografik romanı ‘Boyalı Kuş’un sinema uyarlaması filmekimi’nde şok etkisi yarattı. Savaşın dehşetini ve bir çocuk üzerindeki yıkıcı etkiyi, tahammülü zor sahnelerle gözler önüne seren film, izleyiciyi ikiye böldü.
Yine savaşa çocuk gözüyle bakan ‘Tavşan Jojo’, Hitler parodisi yaman bir kara komedi idi. Aile içi ilişkiler ve evlilikler üzerine yaptığı filmlerle ünlenen Noam Baumbach, ‘Marriage Story’de dağılan bir evliliği, yıpratıcı bir boşanma sürecini mizahı, dramla harmanlayarak anlatıyor.
Sürpriz ek film ‘The Lighthouse’ ile programındaki film sayısını 64’e çıkaran filmekimi ile ilgili son yazımızda üç filmden bahsedeceğiz. Filmekimi, İKSV’nin her zaman yaptığı gibi sanatseverlere ayrıcalık tanıyarak, Türkiye’de vizyona girmeyecek olan, adı Oscar ödülleriyle anılan ‘The Lighthouse’u son anda dört seansla gösterime sundu.
‘Boyalı Kuş’ izleyiciyi ikiye böldü
Jerzy Kosinski’nin tartışmalar yaratan ve oldukça sert otobiyografik romanı ‘Boyalı Kuş’un sinema uyarlaması filmekimi’nde şok etkisi yarattı. Savaşın dehşetini ve savunmasız insanlar üzerine yaptığı yıkıcı etkiyi gözler önüne seren, tahammülü zor sahneler içeren film, izleyiciyi ikiye böldü. Anne-babası temerküz kampına kapatılmış, vahşi doğada tek başına kalmış, 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru çorak, ilkel, Doğu Avrupa’da bir yerde bir çocuğu izleyen filmi, savaş karşıtı bir başyapıt olarak karşılayanlar da oldu.
Bir çocuğun başına sayısız felaket gelmesini inandırıcı bulmayıp, ‘Boyalı Kuş’u duygu sömürüsü yapan, abartıya kaçan, provokatif bir eser olduğunu söyleyenler de oldu. Aktör ve yapımcı olarak tanınan Çek yönetmen Vaclev Marhoul’un üçüncü uzun metrajlı filmi olan ‘Boyalı Kuş’, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptıktan sonra, sıcağı sıcağına gösterildiği filmekimi’nin en çok tartışılan filmi oldu.
Daha etkileyici olması için siyah-beyaz çekilen bu 35 mm sinemaskop film bu yıl Çek Cumhuriyetinin Oscar adayı. Vaclav Marhol, bir önceki filmi ‘Tobruk’ta (2008) yine 2. Dünya Savaşı sırasında geçen bir konuyu işlemişti. Adını Libya’nın liman kenti Tobruk’tan alan film, iki Çek askerinin Kuzey Afrika’daki savaş serüvenine odaklanıyordu.
59 yaşındaki Prag doğumlu yönetmen ‘Boyalı Kuş’ ile Polonya asıllı, Yahudi ve Amerikalı yazar Jerzy Kosinski’nin 1965’te yazdığı, fırtınalar yaratan romanını sinemaya uyarlama gibi iddialı bir işe girişti. Elini korkak alıştırmadı. Kosinski’nin romanını kare kare sinemaya taşıyan sadık bir senaryo yazdı. Mizanseniyle klişeler kadar melodramdan ve duygusal yönlendirmelerden de kaçınarak, savaşın dehşetini aktarmaya çalıştı.
Küçük bir çocuğun gözünden anlatılan savaşın dehşetini, onu yaşamak zorunda olan insanların travmasını, inandırıcı bir üslupla işleme başarısı gösterdi.
Bir çocuğun gözünden savaş
Jerzy Kosinski çocukken ailesi tarafından sahte kimlikle Polonyalı Katolik bir ailenin yanına bırakılmıştı. Savaşın dehşetini yaşadıktan sonra, 1957’de sahte belgelerle ABD’ye iltica etmişti. 1991’de, 58 yaşında, banyoda kafasına naylon bir poşet geçirerek intihar etmişti.
Az sayıda yazdığı romanların en ünlüsü olan ‘Boyalı Kuş’ta kimsesiz kalan ‘Çocuk’ köyden köye, çiftlikten çiftliğe geçiyor; cahil, hoşgörüsüz, acımasız sivil ve askerlerle karşılaşacağı sonu belirsiz bir yolculuk sürdürüyor.
Oğullarını emanet ettikleri Katolik ailenin izini kaybeden anne-baba, sonraları tutuklanıp temerküz kampına konur. Marta adlı bir kadına muvakkaten verildiğini öğrendiğimiz Çocuk, gördüğü kötü muamele karşısında kadının kulübesini yakıp kaçar.
Olga adlı şifacı bir kadın tarafından satın alınan Çocuk, yaşlı kadınla dolaştığı köylerde dehşetli tablolarla karşılaşır. Oradan da kaçıp bir değirmencinin yanına taşınır. Sonraları kuş avlayan bir adamın yanında bir müddet yaşar. Adamın kafesteki kuşlardan birinin kanatlarını boyadıktan sonra, kuş sürüsünün salındığında, boyalı kuşun kabul görmeyip, hemcinsleri tarafından vahşice öldürülmesine tanık olur.
Kosinski, bir metafor ile Boyalı Kuş’un diğer kuşlar tarafından acımasızca hırpalanmasını, karşılaştığı insanlar tarafından dışlanan Çocuk ile özdeşleştiriyor.
Acımasızlıklarıyla bilinen Kazak askerlerinin eline geçen Çocuk, sonraları bir Alman birliğinin iyi kalpli askeri sayesinde öldürülmekten kurtulur. Sığındığı kilisenin papazı kendisini bir kaçak içki imalatçısına emanet eder. Çocuk kendisine sürekli tecavüz eden bu adamı öldürdükten sonra, bölgeye hâkim olan Kızıl Ordu’nun eline geçer. Savaşın sonunda Rusların bir yurda yerleştirdikleri Çocuk, bir müddet sonra babasını bulur.
Filmin uluslararası oyuncu kadrosunda Harvey Keitel, Stellan Skarsgard, Udo Keir, Barry Popper, Julian Sands gibi şöhretleri, kısa ama etkileyici performanslarıyla izliyoruz.
Savaş parodisi bir kara komedi
2. Dünya Savaşı konusunu komedi kalıpları içinde işleyen filmlerin en ünlüsü Roberto Benigni’nin 1997 tarihli başyapıtı ‘Hayat Güzeldir/La Vita e Bella’sıdır.
1975’te Yeni Zelanda’da Taika Cohen adıyla doğan, sanat kariyerinde kullandığı Taika Waititi’nin yaptığı ‘Tavşan Jojo/Jojo Rabbit’, savaş parodisi konulu yaman bir kara komedi.
Dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde Halkın Seçimiyle En İyi Film Ödülü’nü kazanan ‘Tavşan Jojo’, sıcağı sıcağına filmekimi’nde gösterildi. Mizah dolu aksiyon filmlerinin ustası genç yönetmen filminin tuhaf hikâyesiyle ilgi çektiği kadar tepki de çekti. Konusu Nazi iktidarındaki Almanya’da geçen filmin kahramanı olan 10 yaşındaki Jojo Betzler’in (Roman Giffin Davis) tek arkadaşı hayali bir Hitler. Babasının yokluğunu çeken Jojo, annesi Rose’un (Scarlett Johansson) tavan arasında Yahudi genç kız Elsa’yı (Thomasin McKenzie) sakladığını öğrenince, kendi üstün ırkçılığıyla yüzleşmek zorunda kalıyor.
Jojo korkunç ırkçılığa karşı gelmek için, evine baskın yapan Gestapo ile, öğretmeni azılı Nazi Fraulein Rahn (Rebel Wilson) ile, mücadele etmesi gerektiği bilincine varır. Taika Waititi’nin Christine Leunens’in romanından uyarlayarak yazdığı senaryoda, karikatürize tiplerin dışında, iyi kalpli, tolerans sahibi (hatta bir Yahudi’ye yardım eden) bir Alman subay da (Sam Rockwell) var. Filmin en güzel yanlarından biri de senaryo yazarı-yönetmen Waititi’nin Hitler’i canlandırması.
‘Tavşan Jojo’, ‘Boyalı Kuş’ ile birlikte filmekimi programında 2. Dünya Savaşı’na çocuk gözü ile bakan iki filmden biri.
Yönetmen Waititi evvelce yaptığı iki filmle, ‘Boy’ ve ‘Hunt For the Wild People’ ile dünyaya çocukların gözüyle bakmayı sevdiğini göstermişti. TV için yaptığı, kısa ve uzun metrajlı 19 filmin içinde en ünlüsü bir vampir komedisi olan ‘What We Do In The Shadows’.
Türün başyapıtı ‘Hayat Güzeldir’, 2. Dünya Savaşı sırasında karısı ve oğlu ile temerküz kampına götürülen Yahudi bir babanın, çocuğunu korumak için yaptığı sonsuz özveriyi anlatıyordu. Film, Yabancı Dilde En İyi Film ve En İyi Aktör dâhil üç Oscar, Cannes’da Jüri Büyük Ödülü kazanmıştı.
Dağılan bir evliliğin anatomisi
Sinema kariyerine senaryo yazarı olarak başlayan, sonraları yönetmen olarak bağımsız sinemanın önde gelen isimleri arasına giren Noah Baumbach, aile ilişkilerine odaklanan filmleriyle tanınıyor. Prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde beğeni kazanan son filmi ‘Marriage Story’, başrol oyuncusu Adam Driver’a Toronto’da En İyi Performans Ödülü’nü getirdi.
Bu çarpıcı ve etkileyici aile dramı, dağılan bir evliliğin ve birlikte kalan bir ailenin dokunaklı ve şefkatli hikâyesini anlatıyor.
Oscar’lı film yapımcısı Baumbach, otobiyografik izler taşıdığı söylenen bu ayrılık hikâyesinde adalet mekanizmasını eleştirirken boşanma avukatlarının devreye girmesiyle, boşanmanın yıpratıcı bir sürece girip olayın çirkinleşmesine yol açtığını gözler önüne seriyor.
Mizahı dramla harmanlayan, başarılı gözlemlerden güç olan zengin senaryosuyla, akıcı diyaloglarıyla, ilgiyi baştan sona ayakta tutan dinamik anlatımıyla ‘Marriage Story’ izlenmeyi hak eden bir film. Tiyatro yönetmeni Charlie (Adam Driver), oyuncu eşi Nicole (Scarlett Johansson) tek çocuklarıyla New York’ta, büyük bir aşk ile başlayan evliliklerinin tıkandığını görürler ve medeni bir şekilde boşanmaya karar verirler.
Los Angeles’te yaşayan annesinin yanına taşınan Nicole, ünlü bir boşanma avukatı olan Nora (Laura Dern) ile anlaşır. Charlie’nin avukatı Bert (Alan Alda) daha sönük bir kişiliğe sahiptir. Çocuğun vasiyetini almak için açılan dava, şirret avukat Nora tarafından çirkinleştirilince, iki eski sevgili birbirlerine düşman hale gelirler. Baumbach, ilişkiler ve evlilikler üzerine yaptığı filmlerden ‘Mürekkep Balığı ve Balina’ (2005) ile şöhreti yakalamıştı.
Yasak bir ilişkiyi anlatan ‘Margot at the Wedding’ (2007), ‘Kicking and Screaming’ (1995) ve bir babanın iki oğlu ve bir kızıyla hesaplaşmasını anlatan ‘The Meyerowitz Stories’ (2017) hep aile konsepti filmlerdi.
Bu konuda yapılan filmler arasında Ingmar Bergman ustanın ‘Scenes From A Marriage’ını (1973), iyi gitmeyen bir evliliği anlatan ‘Private Life’ı, ‘The Breakup’ı saymak mümkün.
Scarlett Johansson ‘Marriage Story’de kariyerinin en başarılı performansını çıkarırken, Laura Dern En İyi Yabancı Aktris Oscar’ı için adaylığını koyuyor. Filme getirilecek eleştirilerden biri 135 dakikalık süresiyle, çok uzun oluşu.