Türkiye olarak karşı karşıya olduğumuz sorunların bir kısmı, kendi yarattığımız, bir kısmı dışarıdan ithal ettiğimiz cinsten. Denetim eksikliği ve keyfilikten kaynaklanan, bile bile lades sorunlar kadar, yıpratılan kurumların ve öngörülemeyen koşulların yarattığı sorunlar da var. Ekonomik açıdan, görünürde işler iyi gidiyormuş havasında. Kredi değerlendirme kuruluşları da, temkini elden bırakmaksızın, olumlu yönde hareketlere, ama hâlâ üstesinden gelinemeyen kırılganlıklara dikkat çekiyor.
Umutsuzluğa savrulmayan kötümserlik
Evet, faizler ve enflasyon aşağı yönlü bir trend içine girmiş gözüküyor. Ama hissedilen enflasyon, açıklanan oranların çok üzerinde. Resmi sepetlere aldanmaktansa, her hane kendi sepetine bakıyor. Doğal gaz, elektrik, gıda, ilaç, sağlık ve ulaştırma fiyatlarındaki artışlar, hepimize bir başka enflasyon oranı çıkarıyor ve beklentiler, yukarı yönlü hareketlere yer veriyor. Paranın değeri, Merkez Bankası rezervlerinden yapılan satışlarla korunmaya çalışılsa ve referans alınan para birimlerinin dış piyasalardaki değer kaybı ile, görünürde bir iyileşme kaydetse bile, satınalma gücünü geri kazanmakta tökezliyor.
Türkiye ekonomisi açılan onca teşvik paketine rağmen, büyüme ve istihdam yaratmakta zorlanıyor. Tüketici güveni hala sağlam. Ama imalat sanayi ve tarımsal verimlilik düşüşte. Bu durumda üretim artışı olmaksızın gerçekleşebilecek bir büyüme, durgunluk baskısı nedeni ile daralan dış piyasaları da düşünürsek, ancak iç taleple mümkün olabilir. Cüretkâr bir ısrarla indirilen faiz oranlarının amacı da bu. Düşen faizler, özellikle inşaat sektörüne yeniden ivme verebilir. Harç karan damperli kamyon seslerini, açılan kredi ve teşviklerle yine duymaya başlarız. Ama yeni yapılan binaları ya hiç kimse satın almazsa? Mütahit ve tüketici konut kredileri geri ödenmezse, herkez yeniden borç yapılandırmaya giderse, ne olur banka ve finans sektörünün hali? Hatırlayalım 2007’de birçok ülke, inşaat fazlasının yarattığı köpükten ve geri ödenmeyen kredilerden çöktü.
Ayrıca, düşen faizler mutlaka canlanma da yaratmayabilir. Faiz, yatırım için sadece bir maliyet unsurudur. Belirsizlikler, başta mülkiyet ile ilgili olmak üzere tüm alanlarda hukuki güvencenin durumu, girdi maliyetleri ve tüketicinin satın alma gücündeki daralma, yatırım kararlarını etkiler. Bu arada, düşük faizin zaten yetersiz olan tasarrufu cezalandırıcı etkisini ve ulusal tasarruf yetmeyince dış borç ihtiyacının arttığını unutmayalım. Ama bunun temini için, uygun koşullarda yeni borç vermeye hazır dış kredi kaynağı gerek. Fiilen ağırlaşan dış borç yükü yanısıra, borcu borç ile kapatma alışkanlığı da bir risk sarmalı. Ayrıca, hazinenin yeni vergi paketleri yanı sıra, iç borçlanmaya yüklenme planları, yaratılmaya çalışılan tozpembe tabloyu karartma eğiliminde.
“Ebedi her gecenin bir gündüzü’ olsa bile
İşte bu gerçekler, yaklaşan kış soğukları gibi Türkiye’nin gündeminde. AB ile ilişkiler, Doğu Akdeniz sondajları ve mülteci sorunları ile açmazda. ABD ile ilişkiler, yaptırımlarla ve sınır ötesi harekâtlarla çıkmazda. ABD Temsilciler Meclisinde soykırım yasa tasarısının kabul edilmesiyle ile açılan bir gedik var. Yasa Senato’dan geçerse, iş Başkan’ın merhametine kalacak. Trump olsa olsa kişilere yönelik yaptırımları şantaja bağlar. Ama Türkiye’den ne tavizler koparır belirsiz. Küsüp, küstürdüğümüz İsrail ve ABD deki Yahudi lobisi Türkiye’yi hedef alan yaptırımları frenlemek konusunda artık arkamızda değil. Bu azımsanmayacak bir fark. Bu arada Rusya, artık sadece kuzey komşumuz değil. Hem doğuda Ermenistan sınırında, hem de güneyde Suriye’de. Bu konu zaten tam bir gayya kuyusu. Türkiye’nin atacağı her adımı, Suriye’de, Rusya denetlemekte. Suriye’den çıkabilmek için, siyasi olarak bir “exit stratejimiz” olsa iyi olurdu. El Bab ve Cerablus’ta zafer ilan edip, çekilemedik. İdlib’de takılıp kaldık derken, şimdi 10 kilometre derinlik ve 450 kilometre genişlikte, DAİŞ ve PKK terörüne karşı devriye görevindeyiz. Sınır boylarında, (Rusya ile ortak devriye sırasında) karşılaşılacak sorunlar, önce bütçe, sonra ekonomi ve nihayet tüm ülke için jeopolitik risk. Her gün şehit verdiğimiz vatan evladının acısı da dayanılır gibi değil. Trump’ın vatan evladının kanı kan da, benim evladımın kanı kırmızı boya mı? Bu durumda, gecenin en karanlık olduğu anın, tanyerinden önce olduğunu hatırlamak tabii önemli. Her gecenin bir gündüzü olduğunu unutmamak da. Ancak bu gecelerin hayli uzun olacağı gerçeğini değiştirmediği için, iyimserliği bir başka bahara ertelemekten başka çare yok.