Anette Inselberg, yeni ritüeller kitabı ‘Her Şey Değişir’ ile birçok insanı ‘tam da kalbinden’ vuruyor. Nazardan korkanlar, geçmişle bağlantısını kesmek isteyenler, bir konuda bir türlü karar veremeyenler, yani kısacası herkes için bir ritüeli var.
Andi Hodara
Anette Inselberg bu kitabında kendi hakkımızda yaptığımız tanımlamaları değiştirmenin ve dönüştürmenin önemini ise şöyle anlatıyor:
Ben şanssızım!
Yapılan bir araştırmada “Ben şanslıyım” diyen deneklere ve “Ben şanssızım” diyen deneklere aynı gazeteyi okumaları için vermişler. Şanslıyım diyen deneklerin %90’ı “Bu ilanı görenlere şu kadar para ödülü verilecektir” yazısını görmüş ve para ödülünü almış. Şanssızım diyenlerin sadece %5’i bu ilanı görmüş ve para ödülünü almış.
İşte karşınızda bilinmeyen yönleriyle Anette Inselberg ve oldukça merak edilen ‘olumlamalar’ ile ritüelleri.
En çok merak edilenlerden biri binlerce kişisel gelişimci ya da yaşam koçu arasından nasıl sıyrıldığınız. Sizce, neden siz?
Hahaha… Evet, neden ben? Buna keşke verebileceğim net bir cevabım olsa.
Yıllar süren kendimi çözme arayışlarımın, gittiğim eğitimlerin, yaşadığım deneyimlerin (gezerken tanıştığım insanlar, değişik kültürleri deneyimlemem), okuduğum kitap ve izlediğim filmlerin, insanlarla yaptığım sohbetlerin, bilgi birikimimin ve gösterdiğim emeğin çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum.
Bunun yanında tabii ki şans ve bir şekilde insanların ruhlarına dokunabilmiş olmam da etkili olmuştur…
‘Her Şey Değişir’ adlı kitabınızda sıkça yer verdiğiniz ritüelleri, mesela iş başvurusundan olumlu cevap alma veya evi negatif enerjiden arındırma ritüellerini, nasıl oluşturuyorsunuz?
Kitabımda bahsettiğim bir ‘enerji - duygu tablosu’ var. Bu tablo Amerikalı bilim insanı Dr.David Hawkins’e ait. Buna göre hepimiz enerjiyiz. Enerjimiz yüksek olduğunda yani olumlu, mutlu ve neşeli olduğumuzda 200 Hertz’lerin üzerinde oluyoruz. Ve her şey yolunda gidiyor. Orası olmaktan keyif aldığımız bir bölge.
Fakat esas benim ritüellerime konu olan bölge enerjimizin 200 Hertz’in altında olduğu bölge. Enerjimizin düşük olduğu umutsuz, mutsuz ve her şeyi bıraktığımız, hayattan soğuduğumuz bölge.
İşte ritüeller tam da burada devreye giriyor. Ritüel aslında bir enerji alanı oluşturma işi. Ritüel alanını oluştururken kullandığım birtakım teknikler var: Olumlama, NLP tekniği, bilinçaltı yüklemesi (kodlama), kök inançlar üzerinde çalışma yapmak gibi. Bunun yanı sıra enerjimizi yükseltmek için kullandığım ses, renk, bitki, harf değeri, koku, meyve, elementler (su, ateş, toprak ve hava), semboller, günler, sayılar vs. var.
Yıllarca aldığım eğitimlerin sonucu olarak hangi duygu durumunda enerjimiz ne kadar ve bunu 200 Hertz’ün üzerine atmak için ne kadarlık bir enerji titreşimi yaymak gerektiğini biliyorum. Böylece gerekli malzemeleri ahenkli bir şekilde harmanlayıp ritüeli oluşturuyorum.
Bir noktadan sonra tamamen hislerle yaptığım bir çalışma oluyor. Ritüele koymam gerekeni malzemenin frekansını hissediyorum.
Kitabınızı okur okumaz bir ritüeli yapmaya başladım bile. Diyelim ki işe yaramadı, sizce sorun bende mi? :)
Kitabımdaki tüm diğer ritüelleri yapmaya başlamadan önce üstümüzdeki durgun enerjiyi, olumsuz düşünceleri, negatif enerjiyi dönüştürmek için herkese ‘Su - Tuz & Sirke’ ritüelini yapmalarını öneriyorum. Ve ancak üç turdan sonra yukarda bahsettiğim kodlamalar bilinçaltına oturmaya başlıyor. Bilinçaltı diyor ki haydi yolları açmaya başlayalım.
Daha sonra ‘Hak Etme’ ritüelini yapmalarını öneriyorum. Ne yazık ki iyi şeyleri hak etmediğimize dair bilinçaltı kayıtlarımız çok güçlü. Ya da kısa süreliğine hayatımızı iyi yaşasak bile sonra yine onu bozmanın bir yolunu buluyoruz. Yani yine hayatımızda düşüşler yaşıyoruz. Psikiyatrist Dr. Jung’ın dediği gibi sabotajcı arketipimiz çok güçlü. Kendi kendimizi baltalamaya bayılıyoruz. İşte ‘Hak Etme’ ritüeli bunu dönüştürmek için çok çok etkili.
Ritüeline konu olan durum için çaba sarf etmelisin. Ritüeli yapmak “evde otur ve bekle” demek değildir. Moralini, enerjini yükselt ve harekete geç demektir. Bizim parolamız her zaman için “Evren hareketi alkışlar” şeklindedir.
Hepsini yaptın, gene olmadı mı? Bu durumda kaderi kabul etmek gerekiyor. Demek ki istediğimiz ve arzu ettiğimiz şey bizim hayrımıza değil. Bunu anlamaya çalışmak lazım. Bu öğrenilmesi gereken çok önemli derslerden biri zaten. İstediğin şey için mücadele et ama kaderinde yoksa da vazgeçmeyi bil.
Peki, olumlu düşünmek ve bunun için çaba sarf etmek neden teoride çok kolayken pratikte bu kadar zor?
“Batsın bu dünyalarla” yetişen bir nesiliz. Ve kültürümüzde acı çekme temalarını çok işliyor. Mutsuz hayatlar, kavuşamayan aşıklar, diziler, filmler müzikler hep bunun üzerine dönüyor. Yani bilinçaltımız hep bunlarla kodlanıyor. Ve bizi yöneten aslında bilinçaltımızdır. Bilinçaltına ne ekersen onu yaşarsın. Bilinçaltımıza patlıcan ekip gül ağacı çıkmasını beklememek gerekiyor.
Sizce amansız hastalık diye bir şey var mı?
Mutlaka… Ama ben burada soruya doğu felsefesinin bakış açısıyla cevap vermek istiyorum. Doğu felsefesinde hastalıkların sebebi olarak duygusal yaralanmalar gösterilir.
Bizler hayatlarımız boyunca çok acı çekmişsek, travmalar yaşamış ve bunları dönüştürememişsek, pişmanlıklarla yanıp tutuşuyorsak bu duygusal yaralarımız bizi hasta eder.
Olay bitmiş ama kişi yirmi senedir her gün o acıyı tekrar tekrar kendine yaşatıyor. İşte bizi hasta eden esas bu duygu durumudur. Kendimize her gün bu acıyı yüklüyoruz ve kaçınılmaz olarak kendimizi ağır hastalandırıyoruz.
Tabii ki çözüm her zaman pozitif bilim ve doktorlar. Lakin tamamlayıcı çalışmalardan da destek alınıp bu duygu ve düşünce durumunu dönüştürme çalışmaları yapılması gerekliliğine de inanıyorum.
Bu çağ için biraz aydınlanma, biraz bilinçlenme, biraz sosyalleşme seçeneklerin artmasına rağmen içe dönme ve biraz farkındalıkların arttığı dolayısıyla enerjisel olarak karışık bir çağ diyebilir miyiz? Sizce toplumsal olarak neye/ nereye dönüşüyoruz?
Bu seminerlerimde ele aldığım bir konu. İlk defa bütünsel gelişim bu kadar popüler oldu. Her yer bu çalışmalarla, kitaplarla ve filmlerle dolu. Aslında biz bu çalışmaları ilk defa hayata geçiren nesiliz.
Atalarımızdan, kendi geçmiş yaşamlarımızdan, hatta anne karnından bugüne kadar getirdiklerimizle ilgili ilk defa farkındalık yaşıyoruz. “Ne yapabiliriz?” “Nasıl dönüştürebiliriz?” sorularını soruyoruz.
Haliyle kafalarımız karışık. Bir çalışmadan bir çalışmaya, bir eğitimden öbür eğitime koşturup duruyoruz. Bütün bu öğrendiklerimizi sonunda sentezleyerek rahata ereceğimizi düşünüyorum.
Anneler bana “Ben değişeyim, yaralarımı dönüştüreyim ki çocuklarım rahat etsin” diye geliyor. İşte iki kilit kelime: Gelişim ve dönüşüm.
Dünya için bizler uğraşacağız, emek vereceğiz, bizden sonra gelenlere -umarım- biraz olsun yolu açmış olacağız.
Tüm bu seminerlere ve eğitimlere rağmen “Terzi kendi söküğünü dikemiyor” dediğiniz bir durum oldu mu hiç?
Oooooo sürekli. Hahahahah… Bu konuları anlatıyorum diye seminerlerimde diyorlar ki “Sen ne güzel her şeyi halletmişsindir.” Keşke öyle olsa ama ben de sürekli hatalar yapıyorum, kızıyorum, kıskanıyorum, öfkeleniyorum.
Benim için önemli olan bu yolda olmak. On kere kızıp iki kere bunu öğrendiğim yöntemlerle dönüştürebiliyorsam, on kez korkup, üçünde korkuma rağmen yola devam edebiliyorsam işte o zaman öğrendiklerimi hayata geçirebilmeye başlamışım.
Önemli olan bilmek değil uygulamak.
Önemli olan yolda olmaya gönlü olmak.
Önemli olan emek vermek.
Önemli olan öğrendiklerimizi hayata geçirebilmek.
Önemli olan bol bol uygulama yapmak
Michelangelo’nun “89 yaşındayım ve hâlâ öğreniyorum” sözünü ben şöyle uyarladım. …yaştayım ve hala öğrendiklerimi uygulamaya çalışıyorum.
Yeni seminer takviminiz nasıl? İstanbul dışında seminerler olacak mı?
İstanbul’da seminerlerimi açıkladığım gibi kayıtlar doluyor. Seminerlerimle ilgilenen, gelip dinleyen ve benimle ruhunu paylaşan herkese (cancanlarıma) teşekkür ederim. Benim için sizlerle beraber olabilmek çok özel ve anlamlı. Tekrar tekrar teşekkür ediyorum.
Diğer illere gelince İzmir başta olmak üzere Antalya, Ankara, Bursa, Adana, Konya, Samsun, Van gibi yurdun dört bir yanından davetler alıyorum. Bahara doğru onları organize etmeyi düşünüyorum.
***
Kısaca Anette Inselberg
Blogumun adı: Zamazingo
Beni şuralardan takip edebilirsiniz: Instagram (anette_inselberg), Facebook (Anette Inselberg, Anette Inselberg’le Şifa Seminerleri)
Yaşama ümidi ve cesareti veren, her zaman yeniden başlanabileceğine dair umut veren tarzda yazılar yazıyorum.
Benim farkım: Aslında farkımın ne olduğunu tam olarak bilemiyorum ama geri dönüşler samimiyetimin ve içtenliğimin hoşlarına gittiği şeklinde…
Bu yola nasıl başladım: Kendi iç arayışlarım neticesinde…
İlk hayal kırıklığım Düşünce yapımı değiştirdiğim için olaylara hayal kırıklığı olarak değil de “ne öğrendim” diye bakıyorum…
İlk ‘tamam bu iş oldu!’ dediğim an Annem “Su, Tuz & Sirke” ritüelini yapmaya başladığında…
En pişman olduğum şey Gerçekten yok; her şey olduğu haliyle olmalı, aldığım derslere şükürler olsun…
Kitabım çok satanlar listelerine girdiğinde ve 100.000 baskıya ulaşınca gözlerime inanamadım.
İnsanlara en büyük tavsiyem Her düştüklerinde ayağa kalkmaları…
Asla yapmam Dediğim bir şey yok, her şeyi yapabilirim.
Ben tam bir Doğa aşığıyım.
Hayatımda gördüğüm en güzel yer Her yerin kendine özgü bir lezzeti var ama Avrupa’da Barselona (sıcaklığı ve samimiyeti), Latin Amerika’da Küba ve Arjantin (dansları ve müzikleri), Asya’da Tayland, Hindistan, Sri Lanka ve Nepal’in (doğu felsefesi) benim gönlümde ayrı yerleri var… Hahahaha her yeri yazıyorum sanki!
Şansım olsa tekrar giderim Her yere tekrar gitmek istiyorum ama illa ki bir yer seçmem gerekiyorsa Arjantin derdim. Türkiye’de Datça’daki Knidia Eko Çiftliği gitmekten çok zevk aldığım bir başka yer.
Bunu şimdi olsa farklı yapardım Klişe gibi olacak ama her şey olması gerektiği gibi oldu…
Hayatımda tekrar tekrar yaşamak istediğim an Her an benim için özel. Geçmişe dair öyle bir özlemim yok, her anımı iyi yaşamaya çalışıyorum…
Hayat mottom “Her şey değişir”