Yaşam kadınla başlar. Ne var ki kadın, yaşama karışma konusunda bu başlangıç anının ötesine çağlar boyu geçemez. Doğum yaptığı odanın, yıllarını geçirdiği evin dışındaki hayat ona kucak açmaz. Hayat ve kadın arasında, kadının üzerine sımsıkı kapanmış bir kapı vardır. Bu kapı dışa doğru açılır. Daha da önemlisi dışarıdan açılır. Ve anahtarı yüzyıllar boyu kadında değil, toplumun erkek elinde olmuştur.
Kadının eve kapatılmasının ve ev içindeki görevlerinin belirlenmesi eski ve derin bir hikâyedir. Kadın ve erkeğin cinsiyetler üzerinden farklı rollerle sınıflandırılmasının geçmişi, felsefenin ortaya çıktığı Antik Yunan uygarlığına dayanır. Bu dönemin düşünürleri, kadının doğurganlığı ile doğanın bereketi arasındaki uyumdan yola çıkarak, kadını doğaya ait olarak konumlar. Platon’un “kadın doğayı taklit eder” sözü bu görüşe bir örnektir. Buna karşın erkek, akılla ilişkilendirilmiştir. Antik Yunan mitolojisinde kadını kötüleyen hikâyelerin başında Pandora’nın Yaratılışı hikâyesi gelir.
Pandora, Zeus’un başkanlık ettiği bir toplantıda su katılan balçığın yoğrulmasıyla yaratılır. Evlilik çağında bir bakire olarak form verilen bu çamura güzel bir ses tonu ve güç eklenir. Derken Hermes, kadının ağzına yalancı sözcükleri, aklına cin fikirleri ve içine hırsızlık tohumunu eker. Böylece dışarıdan bakıldığında göze çarpan tanrısal güzelliğin ne denli aldatıcı olduğu vurgulanır. “Yunanlılara göre en iyileri, en ölçülüleri dahi olsa, bütün kadınlarda ortak bir özellik vardır: Çamurla sudan yaratıldıkları için nemli bir evrene, doğaya aittirler. Erkeklerse sıcağa, kuruluğa, akla ve ateşe yakın bir yapıdadırlar”.
Kadın ve erkek için yapılan bu ayrım tarih içinde derinleşerek devam eder. Zamanla erkeklik, düşüncenin açık ve kesin, kadınlık ise muğlak ve belirsiz biçimleriyle ilişkilendirilir. Bu tasarımın ana hatları MÖ 6. yüzyılda Pisagor tarafından öne atılır. Pisagor felsefesinde Dünya, belirlenmiş forma sahip olan iyiler ile belirsiz, muğlak olarak tanımlanan kötülerin bir karışımıdır. Bu saptama ile erkek ve kadın arasındaki akıl/doğa ayrımına ek olarak iyi/kötü ayrımı da eklenmiş olur. İyi olan her şey erkeğe, kötü olan her şey kadına ait olacak şekilde belirlenir.
Kadın ve erkek arasındaki ayrım Orta Çağ’da da derinleşerek devam eder. Orta Çağ’da adet kanının ağaçların meyve vermesini engellediği, şarabı acılaştırdığı, yiyeceklerin çürüyüp yok olmasına neden olduğu düşünülür. Adet dönemindeki kadının gözleri bu kirli kanla beslendiği için bakışlarının zehirli olduğuna inanılır. 11. yüzyılın önde gelen reformist din adamlarından Peter Damien, Havva’nın cennette işlediği günahın arkasında şeytanın olduğunu öne sürer ve kadını şeytanla işbirliği yapan fitneci bir varlık olarak tanımlar. Böylece kadının buraya kadar gayet kötü ilerleyen hikâyesi kötüden betere evrilir.
Fitneciliği din tarafından tescillenmiş olan kadının mekânsal bir kontrol altında tutulması gereği artar. Bu kontrolün yapılacağı yer evdir. Din ve toplumun eril algısı kadını eve kapatarak onu zapturapt altında tutmak için ne gerekirse yapar. Kadın bütün yaşamı boyunca tertipli ev kadınlığı rolünü benimseyip, çocuklarına bakıp eşine itaat ederek yaşamak zorunda bırakılır. Eğitim alması, düşünmesi, üretmesi engellenir. Diğer taraftan kadının eve kapatılması cinsel kışkırtıcılığının kontrol altına alınması ve bu yolla sosyal düzeni bozan bir tehdit olmasının önüne geçilmesi bakımından da desteklenir.
Bu düşünce dile de ilginç biçimde yansır. Bugün birer soyluluk unvanı olarak kullanılan lady ve lord kelimelerinin kökenlerinde cinsiyet rolleri üzerinden yapılmış bir ayrım vardır. Orta Çağ’da kullanılmaya başlayan lady kelimesi, ‘ekmeği yoğuran kişi’ anlamına gelirken, ‘ekmek somunu’ anlamına gelen loaf’dan türeyen lord kelimesi ‘ekmeği koruyan kişi’ anlamında kullanılmıştır. Ekmeğin Orta Çağ’da temel besin maddesi olduğu düşünüldüğünde bu iki kelime ile kadın ev içinde konumlanıp, ev halkını beslemekle görevlendirilirken, erkek, bu besini kazanmak ve evi dışarıya karşı korumakla görevlendirilmiş bir otorite figürü olarak konumlanır.
19. yüzyılda kadın hareketleri ile başlayan ve 20. yüzyıl ortalarında feminizm ile yaygın bir özgürleşme hareketine dönüşen kadının varoluş mücadelesi hali hazırda üzerine kapanan kapıları açma eşiğini tümüyle geçebilmiş değil. Bu kapıları açmada hayatı paylaştığı erkeğin desteğine ve bunun ortak bir mücadele olmasına çok ihtiyacı var.
1 Genevieve Llyod, Erkek Akıl, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996, s.22.
2 Agy., s. 68
3 BBC Belgeseli: The Medieval Mind on Women http://www.youtube.com/watch?v=BWf6UJfDEYU&feature=related
4 Bkz: Stanford Encyclopedia of Philosophy: http://plato.stanford.edu/entries/peter-damian/
5 Ferhunde, ÖZBAY Evlerde El Kızları: Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler, Leonore Davidoff Feminist Tarih Yazımında Sınıf ve Cinsiyet, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 31.
6 John Ayto, Dictionary of Word Origins, Arcade Publishing, New York 1993, s.316.