Proleteryanın çıkışsızlığı

Ken Loach ‘ÜZGÜNÜZ SİZE ULAŞAMIYORUZ’ ile ezilen işçi sınıfının insan dramlarını sergilemeyi sürdürüyor

Viktor APALAÇİ Sanat
20 Kasım 2019 Çarşamba

Politik sinemanın seyrini değiştiren insan olarak, Loach yaşadığımız toplumda dar gelirli olmanın zorluğunu, insanın içini acıtan bir tonla, yüreklere hitap eden üslubuyla anlatıyor. Loach’un sosyal içerikli filmlerindeki kahramanlarının yaşadığımız kapitalist sistemin çarkları karşısındaki çaresizliğini izlerken, boğazımızda bir düğüm, yüreğimizde bir yumruk hissediyoruz. Newcastle’da sözleşmeli çalışanların sıkıntılarından yola çıkan film dört kişilik bir işçi ailesinin acılarına odaklanıyor. Film, kapitalist sistemin işçiyi kendini ‘kendi işinin sahibi gibi hissetmesi’ aldatmacası ile kandırdığı bir manipülasyonu ustalıkla gözler önüne seriyor.

Ken Loach bildiğiniz gibi. Ezilen işçi sınıfından insan dramlarını senaryolarına aktarmayı, proleteryanın sesi olmayı inatla sürdüren Paul Laverty’nin kendisine altın tepsi içinde sunduğu metinleri, Ken Loach insanın içini acıtan bir tonla sinemaya taşıyor.

Politik sinemanın seyrini değiştiren insan olarak Loach, yaşadığımız toplumda dar gelirli olmanın, sıkıntı içinde yaşamanın zorluğunu yüreklere hitap eden üslubuyla ‘Üzgünüz Size Ulaşamadık/Sorry We Missed You’da anlatmayı sürdürüyor.

Bir önceki (Altın Palmiye Ödüllü) filmi ‘Ben, Daniel Blake’, geçirmekte olduğu sağlık sorunları nedeniyle, hayatında ilk kez sosyal yardım istemek zorunda kalan, sosyal hizmet ağının kurbanı marangoz Daniel’in bürokrasiye karşı açtığı onurlu savaşı anlatıyordu.

‘Üzgünüz Size Ulaşamadık’ o kadar gerçekçi ki, her sahnesini yüreğimizde bir yumrukla izliyor, insanlığımızdan utanıp isyanımızı gizleyemiyoruz. Ken Loach verdiği sosyal hizmetlerle dar gelirli halkının haklarını koruyamayan hükümetlerin aczini bir kez daha inandırıcı bir üslupla işliyor. Ayrıca yapılan tüm fedakârlıklara rağmen çocuk yetiştirmenin zorluğunu da gündeme getiriyor.

Bir kuryenin çaresizliği

Film, zor şartlar altında çalışan Newcastle’li dört kişilik bir işçi ailesinin öyküsünü anlatıyor. Baba Ricky (Kris Hitchen), hemen hemen tüm iş kollarında işçi olarak çalışmış, iyi niyetli, özverili, dürüst ve çalışkan biridir.

Anne Abby (Debbie Honey-wood), yaşlı ve engelli kişilere ev hizmeti sunan, sevecen ve fedakâr bir kadındır. 17 yaşındaki oğulları Seb (Rhys Stone) sorumluluk duygusu gelişmemiş, umutsuzluk ve isyan içinde büyüyen, okulu asan, havai bir gençtir. Ailenin küçüğü 11 yaşındaki Liza, ailenin en temiz kalplisidir.

Film, Ricky’nin bir kurye şirketine dağıtım elemanı olarak iş başvurusuyla başlıyor. Hayatı boyunca düşük ücretlerle, ağır iş şartları altında çalışıp bir ev sahibi olup kiradan kurtulamayan Ricky, yeni işinde para biriktirip rüyasına kavuşmaya niyetlidir.

Abby fedakârlık edip arabasını satarak Ricky’nin çalışabileceği bir kamyoneti almasını sağlar. Ancak modern toplum hayatının, vahşi kapitalizmin acımasız kuralları bu proleter ailenin huzura kavuşmasına engel olur.

Ailelerini geçindirmek ve dünyada ayakta kalmak için kendilerini işe vermek zorunda olan çift, bu zorlu süreçte kendilerini büyük bir kırılmanın ortasında bulur.

Kurye şirketinin işveren temsilcisi, buldog suratlı kuralcı Maloney (Ross Brewster), hissedarların haklarını korumak adına, işçilere son derece kaba, acımasız, toleranssız davranan katı yürekli bir insandır.

Ricky haftada altı gün, günde 14 saat çalışmayı taahhüt etmiştir. İzin almak istediğinde, kendi işini üstlenecek başka bir işçi bulmak zorundadır, aksi halde 100 sterlin ceza ödeyecektir. Şirketle temasını sağlayan aleti kaybetmesi halinde 1000 sterlin ödemek durumundadır.

 

Köleliğin modern versiyonu

Karı-koca, işlerinde zamana karşı yarışıp bitkin kalana kadar çalışmalarına rağmen borç içinde yüzüyorlardır. Üstelik serserilik yaptığı, hırsızlığa bulaştığı için polisle başı belaya giren oğulları, kendilerine hayatı zindan ediyordur.

Film, kapitalist sistemin işçiyi kendini ‘kendi işinin sahibi gibi hissetmesi’ aldatmacası ile kandırdığı bir manipülasyonu ustalıkla gözler önüne seriyor.

İş şartlarının ağırlığına direnirken, her türlü fedakârlığı yapmalarına rağmen çaresizlik yaşayan Abby, kocasına; “Sanki kaygan bir kuma basıyoruz. Daha çok çalışıp, daha fazla mesai yaptıkça kuma daha çok gömülüyoruz” diyerek ailesinin içinde bulunduğu çıkışsızlığı dile getirir.

Loach’un sosyal içerikli filmlerindeki kahramanlarının yaşadığımız kapitalist sistemin çarkları karşısındaki çaresizliğini, çıkışsızlığını izlerken, boğazımızda bir düğüm, yüreğimizde bir yumruk hissediyoruz.

Film 2008’de yaşanan ekonomik kriz sonrasında geçim mücadelesi veren bir ailenin yaşamına odaklanıyor. Loach, giderek daha büyük çıkmaza giren sınıfsal eşitsizliği ve kapitalizmin işçi sınıfı üzerindeki yıpratıcı etkisini, her zaman olduğu gibi toplumsal gerçekçi bir estetikle ele alıyor.

Laverty-Loach ikilisi ‘Üzgünüz Size Ulaşamadık’taki kurye kahramanlarına sunulan iş şartlarını köleliğin modern versiyonu olarak tanımlıyorlar. İşçilerin sömürülmesini çarpıcı örneklerle gözler önüne seren Loach’ın filmografisi, ileride 20. ve 21. yüzyılda iş hayatı zerinde yazılacak tezlere konu olacak.

Laverty-Loach ikilisi sermaye kesiminin çalışma hayatının sosyal haklarını kısıtlama çabalarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyorlar. İkili kapitalizmin sömürüye dayalı sisteminin yıkıcı sonuçlarını ve tahribatını öfkeli bir tonla işlemeyi sürdürüyor.

Ken Loach’ın son dönem filmlerinde çalışma hayatında daha iyi günler geleceğine dair kapıldığı ve mutsuzluğun git gide koyulaştığını söylemek mümkün.

Üç yıl önce, elinde Altın Palmiye’si olduğu halde yaptığı teşekkür konuşmasında “Kısıtlı ekonomik imkânları olan insanların sosyal sorunları ilgimi çekiyor. Seyircinin yüreğine hitap eden haksızlıkları anlatmayı, onlara yapılanlardan insanların etkilenmesini istiyorum” demişti.

80 yıllık ömründe yaptığı 25 filmle ödüllere boğulmuş efsane yönetmenin üç yıl önce Cannes Festivali’nin kapanış töreninde ödülünü almak için sahneye çıktığında titreyerek yaptığı konuşmayı, heyecanını gizleyememesini hatırlıyorum.

İşçi sınıfının yönetmeni

Yazımızı ‘işçi sınıfının yönetmeni’ olarak birçok başyapıta imza atan Ken Loach’un kariyerindeki bazı filmleriyle bitirelim.

Filmlerini kronolojik sırasıyla çeken, oyuncularına filmin nasıl sonuçlanacağına dair ipucu vermeyen bu veteran yönetmen sinemadan çekileceğini iki kez ilan etmesine rağmen üretmeyi sürdürüyor.

Ken Loach’un 13’ü yarışmada olmak üzere Cannes Film Festivallerinde 18 filmi gösterildi. Bu festival tarihinde bir rekor… 82 yaşındaki yönetmen burada, ikisi Altın Palmiye olmak üzere yedi ödül kazandı.

İngiliz yönetmen 2006 yılında İrlanda Bağımsızlık Savaşı’ndan gerçekçi bir kesit sunan ‘Özgürlük Rüzgarları/The Wind That Shakes The Barley’ ile ilk Altın Palmiye’sini kazanmıştı. 0n yıl aradan sonra ‘Ben, Daniel Blake’ ile aldığı, kendisini ‘Çifte Altın Palmiyeli Yönetmenler Kulübü’ne sokan filmin ödülünü alırken, “Rüya fabrikası sinema, bizlere haksızlıkları protesto etme misyonu getiriyor” derken aslında bir insanlık dersi veriyordu.

Loach 1990’da, ‘Gizli Gündem/Hidden Agenda’ ile, 1993’te ‘Yuvarlanan Taşlar/Raining Stones’ ile, 2012’de ‘Meleklerin Payı/The Angels Share’ ile Cannes’da üç kez Jüri Ödülü’nü, Afili Delikanlı/Sweet Sixteen’ (2002) ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı.

Loach’ın Venedik, Berlin ve San Sebastian gibi önemli festivallerde kazanılmış ödülleri de var.

Hayatı boyunca doğruların peşinden giden, ezilen proleter sınıfın haklarını koruyan, politikacıların kirli yüzlerini açığa çıkaran bu yorulmak bilmez İngiliz usta politik sinema türünün en savaşçı mensuplarından biri.

Görevini yapmayan politikacılara karşı açtığı savaşı, açlık sınırında yaşayan çalışkan bir aile üzerinden yapan ‘Üzgünüz Size Ulaşamıyoruz’, Loach’ın lafını esirgemeyen, toplumsal gerçekçi üslubu için izlenmeyi hak eden bir film.

“Sorry We Missed You” nun anlamı şöyle: İngiltere’de bir postacı veya kurye gittiği evde kimseyi bulmayınca ÜZGÜNÜZ SİZE ULAŞAMADIK notunu bırakır.