“Azerbaycan’da Yahudi toplumu İsrail’dekiler kadar rahat”

Yıllar önce Limmud’ta genç bir doktor yaptığı konuşmayla herkesi duygulandırmıştı. Azerbaycan’da yaşayan ve 15 yaşında babasının kuzeninden Yahudi olduğunu öğrenen Emil Aliyev, önümüzdeki günlerde Türkiye’nin tıp alanında en genç yardımcı doçentlerinden biri olacak. Aliyev’den Yahudi olduğunu öğrendiği anı, sonrasında yaşadıklarını, Azerbaycan’da Yahudi olmayı ve artarda imza attığı başarıları dinleyelim:

Zehra ÇENGİL KÜÇÜK Yaşam
27 Kasım 2019 Çarşamba

Emil Aliyev





Geçmişte konuşma yaptığınız bir Limmud Kültür Festivalinde ‘Azerbaycan’da Yahudi Olmak’ konusunu anlatmıştınız. Nasıl bir durum, bizimle de paylaşır mısınız?

Ben Yahudi olduğumu 15 yaşında öğrendim. Sonrasında eğitim durumundan dolayı İstanbul’a yerleşmiştim. İstanbul Tıp Fakültesinde öğrenciliğime devam ederken bir taraftan kendi benliğimi araştırdım. Kendimi Neve Şalom Sinagogunda buldum, oradaki herkes beni kucakladı. Özellikle Niso Beraha çok önemli bir yol gösterici oldu. Sanki daha önceden hep tanıyorlarmış gibi davrandılar, kendi evlatları gibi sevdiler. Bütün başarılarımda mutlaka onların da katkısı vardır. Limmud’taki konuşmamda kendimi bulduğum bir hikâyeyi anlattım. Ailem hâlâ Azerbaycan’da yaşıyor. Annem Rahime Aliyeva biyolog, babam Semandar Aliyev ise mali müşavir, kendi şirketi var. Azerbaycan’daki hayatımız 1960’lara dayanıyor. Sovyetler döneminde yaşanan zorunlu göçler dolayısıyla kamufle olmayı tercih eden anneannemlerin kararından ortaya çıkan enteresan ve dokunaklı hayat hikayesi aslında bizimki.

 

Çarlık Rusya’sı döneminde ve Sovyetlerde bazı dönemler antisemit hareketler de görülmüştü. Şimdi Azerbaycan’da günümüzde 10 bini aşkın Yahudi’nin yaşadığı söyleniyor. Huzurlu bir ortam var mı orada?

Şu an Yahudi toplumunun çok rahat yaşadığı bir ülke. Hatta Amerika ve İsrail kadar bile denebilir. Sadece Yahudilerin bulunduğu Guba ilinde ‘Kırmızı Kasaba’ diye bir kasabamız da var. Farklı kültür ve geleneklerden herkesin kardeşçe ve birbirine saygı çerçevesinde yaşamını sürdürdüğü bir yer.

 

Azerbaycan’da Dağ Yahudileri, Aşkenazlar ve Gürcü Yahudileri olmak üzere birbirlerinden farklılık gösteren toplumlar Bakü, Şirvan ve Guba kentlerinde yaşıyor. Bu toplumlarda dini yaşama biçimleri farklılık gösteriyor mu?

Çok farklılık göstermiyor çünkü onlar 200 seneyi aşkın bir süredir birlikte yaşıyor; oranın kendi yerel kültürünü oluşturdular. İbraniceyi biraz Farsça ile karışık bir şekilde konuşuyorlar. İsrail kurulduktan sonra aslında büyük göç verildi ama hatırı sayılır ölçüde bir Yahudi cemaati hâlihazırda da mevcut.

 

Genelde hangi iş kollarını tercih ediyorlar? Mesela Kırmızı Kasaba'da 6800 nüfus ile halkın yüzde 97’sinin Yahudi olduğunu anlatmıştınız. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ geçerliliğini koruyor mu bu veri?

Kırmızı Kasaba’nın adı evlerin tavanlarının kırmızı kiremitlerden olmasından ileri geliyor. Zengin ve nezih bir muhit, Yahudilerin çoğu kış döneminde orada olmuyorlar. Genelde yazın geliyorlar, çoğunlukla ticaretle uğraşıyorlar. İş adamları sayısı fazla ve genelde Rusya ile iş yapıyorlar. Bakü’de yaşayan ve ülkeye angaje olan Yahudiler arasında doktor, avukat, mühendisler var. Aynı çatı altında herkesin mutlu yaşadığı bir ülke Azerbaycan. Biz de Guba ilindeniz, fakat evimiz Kırmızı Kasaba'da değil. Yahudiler Guba’da sadece Kırmızı Kasaba'da yaşamaz. Guba ve diğer kuzey illerinin çoğunda aslında çok azınlık yaşar, fakat herkesin ortak noktası kendisini önce 'Azerbaycanlı' olarak görmesi. Bu, gerçekten tüm irili ufaklı halkları birbirine birleştiren değerdir.

 

“YAHUDİ OLDUĞUMU 15 YAŞINDAYKEN ÖĞRENDİM”

Yahudi olduğunuzu 15 yaşındayken öğrenmişsiniz… Sebebi neydi ve öğrendiğiniz zaman ne hissettiniz?

60’larda Yahudi göçleri yapılıyordu. Sovyet döneminde Yahudi sürgünleri yapıldığına dair kanıtlar var. O zaman anneannem, dedem ve ailesi köyde Azerilerle karma bir şekilde yaşıyordu. O dönemde isim soy isim değişikliği gibi radikal adımlarla sürgünden kurtulduklarını biliyoruz. Bu hikâyenin aynısını yaşayan birçok Yahudi ailesi mevcuttur. Şunu da ekleyeyim, Almanya'dan Kafkasyalara uzanan iki yüzyılı içine alan bu zorlu ve elemli süreçte aslında yeterince asimilasyon yaşanıyor. Asimile olmaktan kaçan toplumumuz, asimilasyonu haberleri olmadan yaşıyorlar. II. Dünya Savaşı’ndan çıkan bir ülke olmanın zorlukları zaten tahmin edilebilir. Denetlemeler köy köy yapıldığı için o zaman çevre köylerden onlara haber geliyormuş. Azeri ve Müslüman komşuların sayesinde biz kurtulmuşuz. Anneannem 95’te vefat etti, dört yaşındaydım. Ailesini korumak için çok zor bir dönemden geçti. İnsanın kökenini merak etmesi kadar doğal başka bir şey yoktur. Zaten din ve kültür birbirinden ayrı tasvir edilemez. Bugün sizin de gördüğünüz Şabat yemeği aslında dini bir ayin ama kültürel bir etkinlik de… Azerbaycan’dan dolayı İslam kültürüne de hâkimim. Zamanım olursa aslında çok özet olan bahsettiğim hikâyemizi kitaplaştırmayı da düşünüyorum. Burada herkes bana kucak açtı, benden manevi desteklerini hiç esirgemediler, bunun üzerine, Ukrayna, Mısır, Slovakya, Bosna-Hersek, Kanada, İsrail'de çeşitli konferans ve eğitimlere katıldım. İsrail Tel-Aviv Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Harvard Tıp Fakültesine afiliye olan 'Sara Racine IVF – tip bebek Merkezinde bilimsel çalışma ve deneyimlerde bulundum. O dönemde, yani 2012 senesinde İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinde (Çapa Tıp Fakültesi) 'Embriyo seçiminde yeni metot- Spektroskopi' isimli geniş çaplı çalışma yapılıyordu ve ben çalışmanın koordinatörlerinden biriydim. Dolayısıyla eğitimimin bir kısmını İsrail'de tamamladım.

 

Anneniz Yahudi kimliğinizle olan sıkı bağınız hakkında nasıl bir tutum sergiledi?

En önemli olanın iyi insan olmak olduğunu bize her zaman her fırsatta gösteren bir ailenin içinde büyüdük, dini bir sınıflandırmamız hiçbir zaman olmadı. Birbirimizin tutumlarına hep saygı duyduk. Ailemiz, bu açıdan gerçekten çok evrensel ve tam bir modern-gelenekselci 'Dünya Ailesi'. Eşim Sinoplu. Hepimiz, abilerim de dahil olmak üzere Azerbaycan kültürüne göre evlendik. Biz doğduğundan beri Yahudi gibi yaşayan bir aile olmadık, hâlihazırda da değiliz. Kültürümüzde ne gördüysek onu uyguladık. Benim için zaten iki düğün oldu. Biri Sinop, diğeri Bakü’de. Eşim Ecem Selin Akbaş Aliyev, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalışmalarına devam ediyor. Aralık 2016’da Beşiktaş’ta bombalı saldırıda hayatını kaybeden Berkay Akbaş kaynım. 19 yaşında genç, pozitif, mükemmel bir doktor adayıydı. Hâlâ aklımıza gelmediği bir gün yok. Berkay artık sadece bizim kardeşimiz değil, tüm Türkiye O'na sahip çıktı. Berkay artık hepimizin kardeşi, evladı, abisi, yeğeni oldu. Onu çok özlüyoruz.

 

“ÇAPA’DA HERKES BENİ ‘ARABALI ÇOCUK’ OLARAK BİLİRDİ!”

Şu anda çok başarılı bir çocuk sağlığı ve hastalıkları doktorusunuz ve doktor öğretim üyesi (Yrd. Doç. Dr.) adayısınız. Üniversite hayatınızda 'Azerbaycan Cumhurbaşkanı Özel Bursu' ve 'Yurtdışında Eğitim için Özel Burs' aldınız. Doktor olmaya nasıl karar verdiniz?

Annem biyolog, Azerbaycan’da doktor olmak isteyenler üniversite sınavında mutlaka biyolojiden yazılı merkezi sınava girmek zorundadır. Dört yaşındayken biyoloji, zooloji bilgilerini aklıma kazımaya başlamıştım, çünkü evde sürekli annem bizi hayali öğrencileri olarak görür ve bize ders provaları yapardı. Balığın kalbinde kaç odacık var, baklagillerin kaç kasa yaprakcığı var, ezbere biliyordum. Annemin öğrencilerinden, üniversite sınavını kazanırkenki sevinçlerinden, annemin Azerbaycan'daki doktor yetiştiren öğretmen olmasından kaynaklanan bir etkilenme söz konusu olabilir. Bir doktor olarak şunu net söyleyebilirim, bugünkü başarılarımın sebebi ailemdeki bilimsel ortamdı. Annem akademik kariyerini lise ve ortaokul biyoloji eğitimine adamış bir kişidir. Eğitimde 'Öğrenmeyi Öğretmek' konseptinin patent sahibidir. Ben onun eseriyim ve her başarımın altında annemin mutlaka bir imzası var. Azerbaycan'da biyoloji eğitiminde ve Milli Eğitim Bakanlığı biyoloji müfredatının, Üniversitelere Giriş Sınavları Biyoloji Komisyonunda çok önemli imzaları olan biridir. Bunlardan dolayı ben de kendimi bildim bileli hep doktor olmak istemişimdir, biyoloji alanında dünya olimpiyatında derecem var, Azerbaycan'da dört kez üst üste derecelerim var. Üniversiteyi ülke ikincisi olarak kazandığımdan Cumhurbaşkanlığı Özel Bursu verildi. Çapa’dan teklif gelince de dokuz yıl bursum 'Yurtdışında Eğitim Özel Bursu' olarak devam etti. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları'ndaki uzmanlık eğitimi ve araştırma görevliliğim sürecinde de bursu almaya devam ettim. Fakirleri Koruma Derneğinin Dr. Marcus ve Elcus Erdem Ödülleri çerçevesinde verilen Dt. Yasef Yahya anısına 2012-2014 Tıp Ödülüne layık görüldüm. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinin 187 senelik tarihinde ilk defa bir yabancı uyrukluya verilen 'Dekanlık Bilimsel Başarı' Ödülü aldım. Bu, hem ülkem, hem de Türkiye adına çok gurur verici bir hadiseydi. Hâlihazırda Yüksek İhtisas Üniversitesi Tıp Fakültesi Liv Hospital Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında eğitim öğretim faaliyetlerime devam ediyor, bir taraftan da hastalarımla ilgileniyorum. Ayrıca Hacettepe Üniversitesinde uzmanlık konumu dfa içine alan 'Çocukluk Çağı Lupus Hastalarında nöropsikiyatrik tutulum ve psikometrik durum değerlendirilmesi' isimli Kapsamlı Bilimsel Araştırma Projesi'nde koordinatör olarak görevime devam ediyorum. Akademik olarak üzerimde çok emeği olan Prof. Dr. Yelda Bilginer ablam başta olmak üzere emeği geçen ve geçmeye devam eden eşim de dahil olmak üzere tüm hocalarım ve meslektaşlarıma teşekkür ederim. Bugün Çocukluk Çağı Otoinflamatuvar Hastalıklar üzerine aldığım 'master of science' eğitimimde çok emeği olan Yelda Abla ve Seza Hoca’mın büyük özverisi ve motivasyonu ile akademik kariyerimin ileri basamakları da artık benim için hayal olmaktan çıktı. Motivasyonun, azmin, özverinin, gece gündüz çalışmanın ve fikir üretmenin ne denli sonuçlara vesile olacağını bana yaşatarak öğrettikleri için hocalarıma şükranlarımı sunarım.

 

Hobileriniz arasında keman çalmak ve uzaktan kumandalı araba ile yürümek ve zaman geçirmek… Bu merak nereden ileri geliyor?

On yaşında annemden gizli bir şekilde keman kursuna yazılmıştım. Azerbaycan’da keman ve diğer tüm müzik eğitimleri ücretsizdir. Annem duyduğunda “Biyoloji olimpiyatçısısın, hayat tarzın farklı” dedi ve öylece kaldı. Türkiye’ye geldiğimde yeniden başladım. Benim için çok güzel bir detoks oluyor. 12 yaşındayken olimpiyattaki başarım sebebiyle babam bana uzaktan kumandalı araba almıştı. Ben bu arabalara aşığım. O benim hobim değil, hayat biçimim. Hatta canlı benim için, kimisi köpeğini kedisini gezdiriyor. Ben de onunla gezerim. Bakü Robert Koleji'ndeyken okula gider ve odamda masanın altına park ederdim. Artık hem öğrenci arkadaşlar, hem de hocalarım bu duruma alışmıştı, ilk başta çok garip karşılanıyordu, ama ciddi duruşumu görünce merak edip saygı duyuyorlardı (gülüyor). Çıkışta yine beraber dönerdik. Büyüdükçe enteresan bir hal aldı. Tek elimle kullanıyorum. Çapa’da da herkes beni ‘Arabalı Çocuk’ diye bilir. Adı Maverick. Bu serüven Hacettepe'de de devam etti. Eşim Selin’le yürüyüşe çıktığımızda eşim bir kolumda kumanda diğer elimde ilerleriz. Selin de Maverick ile zaman geçirmeyi çok sever. Şimdi De Maverick Liv Hospital Ankara'da odamda park halinde. Boşluğumda girişinde kullanıyorum, çocuklar da çok merak ediyor (gülüyor).

 

Fantastik ve bilim kurgu konuları üzerinde pasajlar ve eserler yazıyorsunuz. Bir kitap haline getirmeyi düşünür müsünüz?

Zaman bulsam kesinlikle yapacağım. Gönlüm Maverick ve Emil’le ilgili yazmakta. Bu pasajlar 40 sayfaya yaklaştı. Onları birleştirmek lazım.

Hastanelerde, özellikle çocuk kliniklerinde geçen bir hikâye. Gerçek hayat ve bunun hayali versiyonu. Doktorlar iğne yapmıyor, dokunarak tedavi ediyor. Çocukların ölmediği daha güzel bir dünyanın olduğu paralel evren diyebilirim. Herkes hayali dünyada yansıması şeklinde mevcut, hayal ettiği ve özgür olduğu gibi.