Sağlam Kafa, Sağlam Vücutta; AB’nin Kökü ve Gövdesi Ne Durumda?
Brexit gölgesinde AB’nin 2020 bütçesi onaylandı ve 2021-2027 mali perspektifler taslağı tartışmaya açıldı. Önümüzdeki yılın bütçesinde epey değişiklik var. Bir kere, iklim değişikliği ve sürdürülebilir büyümede, genç aktivist Greta Thunberg’in etkisi açık. Sürdürülebilir enerji için ayrılan fonlar da bu yaklaşımın uzantısı. Buna karşılık, 169 milyar Avroluk bütçenin hâlâ büyük bir kısmını alan ortak tarım politikası ve tarım destekleri hissedilir bir tensikata uğramış. Göç yönetimi ve sınır güvenliğiyle ilgili olarak, AB bütçesinden, ulusal bütçelere katkı, konuya verilen önemi göstermekte. Ekonomik durgunluğu frenlesin, aslında bir hayli düşük seyreden işsizliğe deva olsun diye, yatırım ve araştırma-geliştirme konusunda, özellikle ‘2020 Ufku/Horizons 2020’ kapsamında Galieo gibi uydu teknolojisi destekleri, AB’ye azalan rekabet gücünü yeniden kazandırma konusundaki kararlılığın sonucu. Genel olarak eğitime ve özellikle gençlik eğitimine ayrılan pay ise, 28 ülkeli birliğin gelecek tasavvuruna önemini göstermekte. 2021-2027 mali perspektifler taslağında, 2020 sonuna kadar anlaşamazlarsa, 2020 bütçesini kerteriz alacakları da açıklandı. Tabii yol üzerinde kocaman bir Brexit krateri olabilir. Taslakta pürüz yaratacak kalemler de var. Ancak edebi tınısı hoş olsa bile kulağa umuda köstek gibi gelen benzetmeler, 2020 sonuna kadar, çok yıllı bütçe taslağı üzerinde anlaşmak zorunda olan AB kurumlarının önündeki tümsek. Macron’un başlattığı ve AB kurumlarının iyi çalışmamasından yakınan ‘beyin ölümü’ tartışması, bunun bir örneği.
Sağlam Kafa, Sağlam Vücutta; AB’nin Kökü ve Gövdesi Ne Durumda?
Bu bize Ata mirası bir söz olarak benimsetilmiştir. Zaten şimdi tıp bilimi bulguları da beyni sağlam tutmak için düzenli hareket öneriyor. Buna bakarak, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “AB’nin beyin ölümü gerçekleşmiştir” açıklaması hemen, AB’nin kök ve gövdesinde ne gibi yeni sorunlar olduğunu düşündürdü. Tabii tek pazarı ve birçok ortak politikayı oluşturup, standartlar koyan AB, bunca yıldır siyasi birleşmesini gerçekleştiremedi. Para Birliği sorunlarını çözemedi. Birleşik Krallık (BK) AB’den, Katalonya İspanya’dan ayrılma girişiminde. Ama bunlar eğer aşılamayacak sorunlar olsaydı, Brexit durumunda, İskoçya’nın BK’dan ayrılıp AB’ye katılma niyeti anlamlı olur muydu? Evet, mülteci ve göçmenler, ulusal devletlerin belli uzuvlarına inme inmesine neden oldu. Ama bu AB’nin tıbbi anlamda bir beyin ölümü ile bitkisel hayata girdiğine işaret etmez. AB her şeyden önce, bu gelmiş-geçmiş ‘en yeşil’ bütçe tasarımı ile bitkisi bol hayata ve iklim sorunlarına verdiği önemi göstermiş durumda. Macron bu ani ve abartılı çıkışı ile asıl birliğin Batı Balkan genişlemesinin önüne engel çıkarabileceğini düşündürdü. Ancak genişleme süreci açısından gerçekten bir ‘beyin ölümü’ durumu olup olmadığını anlamak için, AB’nin konu ile ilgili yaklaşımlarına ve bu bağlamda, hem 2020 bütçesi, hem de 2021-2027 perspektifler taslağında genişlemeye ayrılan fasıllara bakmak gerekir. Sarfedilen süslü sözler başka, eylem planları bambaşka.
AB’nin Bütçe Tasarımı ve Genişleme Perspektifi
2020 bütçesinde, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Karadağ (Montenegro) ve Arnavutluk için katılım öncesi destekleri arttırılmış gözüküyor. Üstelik bu Türkiye için ayırılan fonlar kısılarak yapılmış. Ama Bosna-Hersek ve Kosovo’nun adı yok gibi. Özellikle Bosna-Hersek’i genişleme sürecinden ayırmak, netameli Balkanlar için, 24 Kasım 1995’te imzalanan Dayton Barış Anlaşmasının altını oymak ve balkanizasyon’u teşvik olur. Bunun dışında, 2021-27 taslağında Kıbrıs Türkleri için önerilen desteklere de dikkat çekmem gerek. Bu iyi bir şey olmakla birlikte, KKTC’yi hiçbir AB üyesi tanımadığına göre, bunlar Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşıyan Türkler için olmalı. Kimbilir belki AB bu şekilde, KKTC’nin içini oyarak veya bir başka deyimle kaleyi içinden fethederek Kıbrıs sorununu çözmek niyetindedir. İşte bu tür ince ve cin-fikir hesaplar, insana AB genişleme perspektifinde bir beyin ölümü olmadığını düşündürüyor. Kaçın kur’ası özellikle kurucu üyeler ki böyle birden beyinleri dursun! Bütçe tasarımları sırasında, söylem ve polemiklerle, sadece beyin fırtınası yaratıyorlar.
AB başkanlık dönemi sorumlusu Finlandiya, 2021-27 taslağının tartışmaya açıldığı 19 Kasım’da, birliğin Batı Balkanlar yönündeki genişlemesi konusunda ortak tavır almak için, AB komisyonun yaklaşımının beklenmesi gerektiğini açıkladı. Ama geçen ay, AB ‘kendi içinde gerekli reformları yapmadan’, Batı Balkan yönünde bir genişlemenin yapılmaması tavrı benimsenmişti. Finlandiya, dönem başkanlığında, genişleme konusunda bir beyin ölümü olmadığını, 28 üyenin, ihmal edilebilir düzeyde farklı görüşlerle, Batı Balkan genişlemesinden yana olduğunu açıkladı. Yine de AB içinde genişleme konusunda Macron’un endişelerini paylaşanlar az değil. Ancak bunlara karşılık Finlandiya, Batı Balkan ülkeleri bir an önce AB’ye entegre edilmezse, bölgede artan Rusya ve Çin etkisine dikkat çekiyor. Özellikle Çin stratejik yatırımlarının, AB’nin bağrına bir hançer gibi saplanabileceği tehlikesini tekrarlıyor.
Genişleme Perspektifi Nihai Bir Barış Projesini Öldürmemeli
Genişleme konusu, Ocak–Haziran 2020 arasında Hırvatistan dönem başkanlığının gündemine tüm ağırlığı ile oturacak. Hırvatistan, Batı Balkan ülkeleriyle müzakerelerin ivedilikle başlatılması gerektiği görüşünü açık seçik ortaya koymaktan zaten çekinmiyor. Üstelik Mayıs 2020’de bir AB-Balkan zirvesi planlıyor. Fransız yaklaşımı ise, Batı Balkanların tedrici bir üyelik sürecinde adım adım ilerlenmesi gerektiğini savunuyor. Bu bize biraz Türkiye ortaklık anlaşması sürecini hatırlatsa bile durum, 1963 yılından farklı ve sanırım özellikle Sırbistan, Montenegro ve Kuzey Makedonya için yol daha kısa olacak gibi. Yine de Kuzey Makedonya’da, üyelik sürecini, hukukun üstünlüğünün tesisine koşullandırmaları bence önemli.
Bir de Kıbrıs sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs’ı üyeliğe kabul ederek hata ettiler. Bu defa önce Kosovo ve Sırbistan arasındaki ilişkilerin düzelmesini sağlamaları ve bu olmadan Sırbistan’ı ödüllendirmemeleri gerek. Sonra Kosovo ve Bosna-Hersek1, genişleme sürecinde dışlanmamalı. Çünkü AB denilen nihai barış ve refah projesi, 1995 Dayton Anlaşmasını dinamitleyerek, amacına ulaşamaz. Bu nedenle ‘beyin ölümü’ gibi benzetmeler bir yana, yüreklerde yatan ince hesaplar, bir barış projesini öldürmemeli. Bosna-Hersek’i yeniden ateşe atmamalı. AB’nin her türlü din, dil, etnik ve dini kucakladığını iddia eden değerleri bunu gerektirir.
1 Bu yazıyı, 24. yıldönümünde, Dayton Barış Anlaşmasının getirdiği güvenceye rağmen hâlâ diken üstünde yaşayan Bosna-Hersek’e ithaf ediyorum.