İlki 2014 yılında Walt Disney tarafından beyaz perdeye aktarılan, Malefiz filminin ikincisi ‘Malefiz: Kötülüğün Gücü’ adıyla 18 Ekim 2019’da vizyona girdi. ‘Uyuyan Güzel’ masalından esinlenerek sinemaya aktarılan ve Angelina Jolie’nin başrolünde yer aldığı film, ABD’de ilk hafta sonunda 36 milyon dolar hâsılata ulaşarak gişeye birinci sıradan giriş yaptı. Böylece Oscar gecesi konuşma yapmaya hazırlanan Joaquin Phoenix’in hayat verdiği, iki hafta üst üste Box Office ABD’nin lideri olan ‘Joker’ tahtından inmiş oldu.
Yüz yıllık uykuya dalan güzel bir prensesin öyküsünün anlatıldığı klasik bir Avrupa masalıdır “Uyuyan Güzel”. 1697’de Fransız yazar Charles Perrault’un ve 1812’de Alman masal derleyicisi Grimm Kardeşler’in yazıya geçirdiği masal daha önce İtalyan şair Giambattista Basile tarafından Ay, Güneş ve Talia adıyla derlenmiş ve şairin ölümünden sonra 1634’te yayımlanan kitabında yer almıştı.
Masalın orijinalinde ülkenin birinde, güzeller güzeli bir prenses dünyaya gelir. Kral kızının doğum gününü kutlamak amacıyla perilerin de davetli olduğu büyük bir parti verir. Kutlamalarda tüm periler sırayla bebek prensese güzellik, sağlık, müzik yeteneği gibi pozitif hediyeler bahşeder. Fakat kutlamaya davet edilmeyen, kötü kalpli bir peri ise davet edilmemiş olmanın verdiği kızgınlıkla, gizlice saraya gelir ve bebeği lanetler. “Bebek, 16 yaşına geldiğinde eline batacak bir çıkrık iğnesiyle ölecektir” der. Henüz hediyesini vermemiş olan perilerden biri ise kötü perinin lanetini hafifletecek başka bir hediye vererek felaketi engeller. “Prenses ölmeyecek, yüz yıllık bir uykuya dalacaktır ve tüm saray da onunla birlikte uyuyacak, böylece yüz yıl sonra uyandıklarında yaşam kaldığı yerden devam edecektir. Prensesi ise uykusundan ancak ‘gerçek bir aşk öpücüğü’ uyandırabilecektir.” Kralımız, kızını korumak adına ülkede ne kadar sivri uçlu iğne varsa toplatacaktır ama ne yaparsa yapsın kaderin önüne geçemeyecektir.
2014 yılında yayınlanan Malefiz filminin ilkinde ise hikâyenin hiçte bize anlatıldığı gibi olmadığını öğrendik. Meğerse kötü peri hiçte düşündüğümüz kadar kötü değilmiş! Lanetin geri planında hayal kırıklığı üzerine kurulu, derin ve acı bir aşk hikâyesi varmış. Bizzat prensesin babası kral Stefan ile Malefiz arasında yaşanan, acı bir aşk hikâyesi… İnsan soyundan gelen Stefan çocukluğunda sihirli Moors Ormanlarına girmiş ve burada kahramanımız Malefiz ile tanışmıştır. Kısa zamanda arkadaşlıktan, dostluğa dönüşen bu ilişki yetişkinlik çağına geldiklerinde tutkulu bir aşka dönüşmüştür. Egosuna yenilen ve kral olmak hırsıyla dolu Stefan, duygularından ötürü zaten savunmasız olan Malefiz’in gücünü zayıflatmak üzere onu uyutmuş ve kanatlarını kesmiştir. İşte bu nedenle aşkın karanlık yönüyle tanışan kahramanımız Malefiz; lanetler yağdıran, öfke dolu, kötü bir periye dönüşmüştür.
Peki, aşkınızdan dolayı sizin de kanatlarınız kesildi mi hiç? Aşkınız geçici miydi, yoksa sürdürülebilir mi? Acı ve ayrılık olunca mı sevginiz aşka dönüştü? Her şeyin alınıp satılabildiği, dijitalleştiği, arkadaşlıkların bile sosyal medya üzerindeki etiketler, beğeniler, yorumlara indirgenmeye başladığı günümüzün modern ilişkilerini aşıp, artık peri masallarında bile bulunmayan aşkı deneyimlemek mümkün müdür? Cevabı merak ettiğini biliyorum.
Cevap: Evet! Bu mümkün! Hadi gelin ‘Sevme Sanatı’ kitabının yazarı, sosyal psikolog, psikanalist, Alman filozof Erich Fromm’a kulak verelim ve gerçek aşka giden yolun taşlarını birlikte döşeyelim. Fromm, “İlk adım sevmenin bir sanat olduğunun farkına varmaktır, tıpkı yaşamın bir sanat olduğu gerçeği gibi. Sevmeyi öğrenmek istiyorsak; müzik, resim, marangozluk ya da tıp ve mühendislik sanatı gibi diğer her sanatı öğrenmek için yaptığımız gibi hareket etmeliyiz” demiştir. Çünkü aşk, bizi daha iyi insanlar olmaya teşvik eden güçtür. Ve bunu yapabilmek için öncelikle kişiliğimiz, kişisel gelişimimiz üzerinde aktif olarak çalışmak zorundayız. Ancak bu yolla, önce öz sevgiyi tatmin edecek ve sonra diğer kişiyi tam olarak sevebileceğiz. Fakat bu, gerçek bir alçakgönüllülük, cesaret, inanç ve disiplin gerektirmektedir. ‘Aşkın Sınırları’ kitabının yazarı bilişsel psikoloji alanında çalışan klinik psikolog Walter Riso’da Fromm’a katılarak, “Aşk bir ağaç olsaydı, kökleri kendinize duyduğunuz sevgi olurdu. Kendinizi ne kadar severseniz, sevginiz başkalarına o kadar çok meyve verecek ve sürekli olacaktır” demiştir. İkinci adım ise aşkın ne olduğunu bilmektir. Fromm’a göre aşk bir aktivitedir, pasif bir etki değil; sürekli bir varlıktır, ani bir patlama değil.
Eğer ilk cinsel çekim ve heyecanın ötesine nasıl geçeceğimizi bilirsek ve bunu kalpten istersek, gerçek bir samimiyet yaratabiliriz. Ancak bu şekilde sevme sanatının ustası olabilir, sevgimizi gerçek, olgun ve cesur bir aşka dönüştürebiliriz.