Hepimiz imkansızı başaranların hikayelerini izlemeyi severiz. Belki de tam da bu yüzden, kadınların komedyen olmayı bırakın başarmak, denemeye cesaret dahi edememeleri için her türlü ortamın sağlandığı bir zamanda, evliliği dağılmış, iki çocuklu ve oldukça özel karakterler olan ebeveynlerine rağmen bu yola baş koyan Midge Maisel’ın hikayesi bizi televizyon başına çağırıyor.Yahudiliklerinin sadece bir özellik değil, kimlikleri ve varoluş şekilleri olduğu The Marvelous Mrs.Maisel dizisi izleyenleri gülmekten kırıp geçiriyor.
Gilmore Girls izler miydiniz? Televizyon dünyasının en hızlı konuşan iki kadını derlerdi anne kız Lorelai Gilmore’lara... Gerçekten de bazen diyaloglarının hızına yetişmenin mümkün olmadığı, ‘#Me too’ hareketinden çok önce kadın eşitliğini sorgulayan, her şeye rağmen kendi ayakları üzerinde duran, asi, konuşkan ve hatta neredeyse susmayan kadın modelinin dizisiydi. Gilmore Kızlarının arkasında Yahudi yazar, yönetmen ve yapımcı Amy Sherman-Palladino ve eşi Daniel Palladino bulunuyorlardı. Sırf teknolojiden hoşlanmadıkları için yeni projelerinin 1950’li yıllarda geçen bir dizi olmasını istediklerini söyleyen çift, kafein bağımlısı ve restoranlarda durdurulamaz bir hızda konuşan insanların teknoloji manyaklarından daha ilgi çekici olduklarını düşündüklerinden olsa gerek, ekranlara iki sezon önce Amazon Prime platformunda yayınlanmaya başlanan “The Marvelous Mrs.Maisel” adlı diziyle döndüler.
Dizide, mükemmel ve Yahudi kocası, iki çocuğu, Columbia Üniversitesi’nde profesör babası, sonradan belki de kızındaki isyan bayrağını hissederek kendininkini de açmaya karar veren ama aslen tamamen sosyal normlar dahilinde yaşayan annesiyle yaşayan Midge Maisel çıkıyor karşımıza. Maisel, New York’un en nezih yerinde son derece şık ve tabi ki ebeveynlerinin alt katında konuşlanmış düzeni tıkır tıkır işleyen evi ve Doğu Avrupalı yardımcısı ile yaşıyor. Kendi düğününde yaptığı münasebetsiz karides şakası yüzünden küstürdüğü hahamı dört sene yalvararak Yom Kipur günü evindeki yemek davetini kabul etmeye ikna edebilmiş muhteşem bir kadın olarak Midge Maisel’in kusursuz hayatında yüzünü asmasına neden olacak bir sebep bulmak zor.
Kocasının dahi asla makyajsız görmediği yüzü, daima güzel bakımlı hali, iki çocuktan sonra dahi on yedi yaşından beri ne bel ne baldır ölçüsü değişmemiş zarif bedeni, kocasının hayalini gerçekleştirebilmesi için daima arka planda kalmayı kabul eden egosuz tavrı ve kocasının kötü, hatta çalıntı şakalarına bile gülme nezaketinde bulunan, her şeyi kuralına göre oynayan harika eş tavrıyla tanışıyoruz Midge ile. Okurken darlandınız mı? Onun için üzülmeyin, Midge bunların hepsinin altından kolaylıkla, daima zarafetle ve gülerek kalkıyor; ta ki kendisini sekreteriyle aldatan kocasının mükemmel hayatını darmadağın ettiği akşam sarhoş bir şekilde kendini kocasının bir türlü yeterince alkış ve kahkaha toplamayı başaramadığı komedi kulübündeki sahneye atarak, en sonda ekran başındaki bizlerin dahi ayağa kalkarak alkışlamayı isteyeceğimiz tempoda, inanılması zor bir şov sergileyip, bu şekilde aslında hayatta kocasının arkasında değil sahne ışıklarının altında olması gerektiğini fark edene ve bu hayalinin peşinden gitmeye karar verene dek.
İşte Midge Maisel kurgu bir karakter olsa da aslında çoğunlukla ünlü komedyen Joan Rivers’ın hayatından esinlenerek yaratılmış bir karakter olarak gerçeklikten de payını alıyor. 1950’li yıllarda eğitimli, varlıklı bir aileden gelen, boşanmış ve anne babasının evine dönerek komedyen olmaya çalışan bir kadının hikayesi tam olarak Joan Rivers’ın hikayesi. Döneminde tabu olarak görülen bu durum ve Midge ile Joan’ın birbiriyle tam uyumlu espri anlayışları hikayelerini birleştirse de aralarındaki en büyük fark, Midge tüm komedi dünyasıyla bir barış içerisinde görünürken Joan Rİvers’ın kariyeri boyunca dışlanan bir karakter olması. En önemli ortak yanları ise erkek egemen bir sektörde var olmak için gösterdikleri azim olmalı. Dönemin bugün artık pek de temize çıkarılamayacak isimleri Bill Cosby ve Woody Allen gibi isimleriyle The Gaslight Cafe’de karşı karşıya gelen ve erkek egemen komedi dünyasında, destekten öte sürekli yasaklarla boğuşarak bir yerlere gelmeye çalışan Joan Rivers’a, zamanın en meşhur komedyenlerinden Lenny Burce kötü giden bir gösterisinden sonra “sen haklısın ve onlar haksız” yazılı bir not bırakmıştı. Rivers, kariyerinde çok uzun bir zaman her stand up gösteriye çıktığında bu notu sutyenine saklamıştı.
Midge’in dizide o malum gece ilk kez sahneye çıktığı ve tanındığı yer olan The Gaslight Cafe, New York’ta Greenwich Village’da halen ayakta olan ve 1950’li yıllardan beri stand up komedinin beşiği sayılan bir kulüp.Bob Dylan’dan Jimmy Hendrix’e sayısız ünlü müzik kariyerlerinin başında burada sahne aldı. Midge’in eşi Joel’ın, karısının stand up şovunu ilk kez radyoda duyduğu plak dükkanı da ayakta; dizide adı ‘The City Spoon’ orijinal adı ise ‘La Bonbonniere’.
Dizinin en fanatik izleyicisi olduğunuzu ispat etmek isterseniz, bu yerleri ziyaret etmenin yanı sıra Midge’in Riverside Drive’daki evini, The New York Post’taki ilana göre 1,8 milyon dolara satın alabilirsiniz. Bu kadarı fazla ise, biraz sabredin, bu gidişle pek yakında pek çok diğer meşhur dizi ve filmde olduğu gibi set mekanlarının gezdirildiği Mrs.Maisel turlarının düzenleneceğine hiç şüphem yok.
Geçmişte yaptığı iş görüşmelerinde yetenekli bir oyuncu olmasına rağmen komik olmadığı pek çok kereler kendisine söylenerek reddedilmiş olan başroldeki Rachel Broshanan, bugün bir komedyeni canlandırdığı rolü sayesinde kazandığı Emmy ve Golden Globe ödülleriyle, komedinin en önemli silahı olan zamanlamanın ustası bir oyuncu olduğunu kanıtlamış durumda. Dizinin yapımcılarıyla buluşup rol için denemelere girdiğinde onu komik bulmayacaklarını düşündüğünden son derece ümitsiz bir şekilde seçmelere katıldığını söyleyen Broshanan, bugün komedi yeteneği en prestijli ödüllerle tescillenmiş bir oyuncu olmasını inanılmaz bulduğunu röportajlarında belirtiyor. Dizinin bir bölümünü bile izleseniz oyuncunun şakayı tam zamanında patlatma ve mimikleri konusundaki mükemmelliğini sadece gösterileri sırasında değil, babasıyla, annesiyle, arkadaşlarıyla tüm diyaloglarında görebilirsiniz. Broshanan’ın Midge Maisel’a verdiği kıpır kıpır canı gözden kaçırmanız ve Midge’ı başka bir oyuncunun canlandırma olasılığını aklınızın alması mümkün değil.
Dizinin gizli ve önemli başrolleri arasında müziği, kostümleri ve 1950’li yılların New York’u bulunuyor. Müziğini film ve dizilerle paylaşmaktan hiç hoşlanmadığı tüm sektör tarafından açıkça bilinen Barbra Streisand’in konuya ve dizinin yaratıcılarına duyduğu yakınlık nedeniyle Sherman-Palladino’yla şahsen iletişime geçerek bazı şarkılarının kullanım haklarını verdiği biliniyor. Dizinin kendine ait bir sesi, bir müziği var. Bu durumu yaratanlarda en büyük pay da tabi eserleri kullanılan şarkıcılar arasında dönemin Amerika’sında en popüler şarkıcılar olan Peggy Lee’den Duke Ellington’a kadar yapılan seçki. Broadway müzikalleri havasında ilerleyen ve rengarenk dünyasıyla sizi içine alan bu dizi ikinci sezonunda Dirty Dancing filmindeki yazlık tatil köyünün Yahudi versiyonu Catskills ve dönemin büyüleyici Paris’ini de büyüleyici bir atmosferle sunarak sadece diyalogları ve bir kadının yükselişi hikayesiyle değil, dekor, kostüm ve tam anlamıyla ambiyansı ile de sizleri bağımlı hale getiriyor.
Günümüzde kendine fazlasıyla güveni olan bir kadını başrolde televizyon ekranlarına taşımak riskli bir hareket olarak görülse de son derece hızlı konuşabilen ve insanı neye uğradığını şaşırtarak kalpleri kazanan Midge karakteri, üzerine kusursuz oturan siyah elbisesi ve bir dizi inci kolyesiyle kadınların sadece dünyanın aksesuarı oldukları genel görüşüne karşın bu kez kazanıyor. Dana rostonun oldukça geçerli bir rüşvet sayıldığı, boşanacağı haberini verdiğinde babası tarafından ortalama bir okuldan mezun bir adamla evlenerek baştan yanlış yapmakla suçlandığı, minicik bebeğinin geniş bir alnı olmasının annesinin en büyük derdi olduğu dünyada, Midge bir sahnede ailesine, “Sadece bir anne ve ev kadının öte, daha hatırlanır bir insan olmak istiyorum,” diyor. Rachel Broshanan ise aslında karakterinin hiç de feminist biri olmadığını, zamanına uygun bir kadın olduğunu, sadece daha meraklı, daha doyumsuz, ilerlemekten başka bir yol bilmeyen ve öğrenmeye aç bir karakter olduğunu söylüyor.
Hem yayınlandığı Amazon Prime platformunda hem de Rotten Tomatoes’da son derece yüksek bir puanla vizyonda olan dizinin üçüncü sezonu 5 Aralık 2019’da vizyona girecek. O zamana dek biraz yakalayıp, biz Midge hayranları arasına katılmaya ne dersiniz? Mezuza ile ilgili şakalara gülebileceğimiz kaç dizi var ki?
ÇILGIN TANITIMLAR
Dizinin ikinci sezonunun tanıtımı amacıyla düzenlenen promosyonda Santa Monica, Los Angeles’ta bulunan bir benzin istasyonu bir günlüğüne içerisindeki dükkan dahil tüm fiyatlarını 1950 yılındaki fiyatlarına çekince öyle ses getirdi ki, oluşan izdiham sebebiyle trafik kilitlenince polis gelip benzin istasyonunu bir süreliğine kapatmak zorunda kaldı.
Benzer bir kampanyayı dizinin ilk sezonu yayınlandıktan hemen sonra New York’ta bulunan meşhur Carnegie Deli adlı şarküteri dükkanı yapmış ve o da büyük ilgi görmüştü.
1923 yılından beri her yıl Pesah için uygun kahvesini pazarlama tekniği olarak, yeni bir Pesah Agada’sı bastıran ve hediye eden Maxwell House Coffee, geçtiğimiz sene ‘The Marvelous Mrs. Maisel Agadası’ bastırdı. Meraklılarının hemen tükettiği kitabın içinde Midge’in rosto tarifi, diziden bazı çizimler ve her sayfaya serpiştirilmiş şarap lekeleri bulunuyordu.
Dizinin hayranları geçtiğimiz ağustos ayı boyunca New York’taki The Paley Center for Media’da 1950’li yıllarda dönemin Yahudi kültürünün ağırlıklı etkisindeki New York’u anlatan ve “The Marvelous Mrs. Maisel” dizisinden eşyaların görülebildiği bir sergi gezme şansına sahip oldular. Sergide kostümler, makyajlar ve sette kullanılan eşyaların yanı sıra dizinin bazı bölümlerinin nasıl çekildiğini gösteren videolar da bulunuyordu.
ALEX BORNSTEIN VE EMMY ÖDÜLLERİ
Dizideki belki de en antipatik başlayıp en sevimli karakterlerden biri haline gelen ve Alex Borstein’ın canlandırdığı Midge’in menajeri Susie Myerson, Hollywood’un o yıllardaki meşhur yetenek avcısı Sue Mengers’den esinlenerek yaratılmış bir karakter. Bu roldeki başarısı iledizinin vizyona girdiğinden beri kazandığı pek çok Emmy ödülünden birini iki kez üst üste alan Alex Borstein, Emmy’lerinin ikincisi için yaptığı konuşmada ödülünü Soykırım kurtulanı olan anneannesine adadı. Konuşmasında Nazilere karşı gelme cesareti gösteren anneannesinin hikayesini paylaşan Borstein, anneannesinin kurşuna dizilerek bir çukura atılmak üzereyken bir nöbetçiye dönerek eğer sıradan çıkarsa ne olur diye sorduğunu, nöbetçiden “Ben seni vurmasam başka biri vuracaktır,” cevabını alınca da sıradan çıktığını ve böylece o gün vurulmaktan kurtulduğunu anlattı. Borstein “Anneannem sıradan ayrılmasaydı ne ben ne çocuklarım bugün burada olamazdık” diyerek bütün kadınları düzeni sorgulamaya ve sıradan çıkmaya çağırdı.
AMY SHERMAN-PALLADINO & DANIEL PALLADINO
Dizinin asıl yaratıcısı, çoğu bölümün yönetmeni ve ortak yazarı Amy Sherman-Palladino ve yine dizinin ortak yapımcısı, ortak yazarı ve bazı bölümlerinin yönetmeni Daniel Palladino, bir sinagogda evlendiklerini, geleneksel şekilde bardak kırdıklarını ve dizilerinin bu Yahudi geleneklerinden bahsetmesini istediklerini belirtiyorlar. Verdikleri bir ropörtajda Daniel, “Evet, bu bir kadının komedyen olma hikayesi ama aslında Yahudi kültürünü anlatan bir dizi yapıyoruz” diyor.
Amy de, “Benim babam ünlü Yahudi bir komedyendi. Evde stand up komedyenlerle birlikte büyüdüm. Bana göre Yahudiler gerçek espri anlayışını yarattılar. Komedi dünyasına giren bir kadının girdiği dünyanın Yahudi bir dünya olduğunu inkar edemeyiz. Diğer yandan diziyi belki de en komik yapan dinamiklerden biri Susie’nin yokluk içinde, zar zor geçimini sağladığı yaşamından Midge’inkine girdiğinde yaşadığı şaşkınlık. Midge’in olağan kabul ettiği standartlar, Susie’nin Alice harikalar diyarına girmişçesine girdiği şoklar ve bununla ilgili Midge’e batırdığı alaycı iğneler ve şakalar en önemli komedi silahlarımızdan” diye konuşuyor. İkili Midge karakteri dizide dünya turnesine çıktığında en çok gitmesini planladıkları yerin İsrail olduğunu ve bunun kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Bu konuda yetkililerle görüştüklerini, büyük ölçüde set ve lokasyon ihtiyaçları olan dizide 1950’li yıllara döndürebilecekleri yerleri aradıklarını da söylüyorlar.
Bu aşırı çok konuşan kadınları yaratan kadının da pek sade ve kısa konuştuğu söylenemez tabi. İkili standart bir saatlik dizinin senaryosunun ortalama en fazla 55 sayfa tuttuğunu, Mrs.Maisel’de ise bir bölümün senaryosunun ortalama 80 sayfa sürdüğünü gülerek anlatıyor ve bu durumda dahi anca yazdıkları şakaların yarısının çekildiğini anlatıyorlar.
YAHUDİ KADIN KOMEDYENLER
Bugünlerde, yıllarca karikatürize edilen, aşırı korumacı, müdahalede sınır tanımayan, yemek pişirme uzmanı, süper konuşkan, mega düzenli, doğuştan çöpçatan, içgüdüsel iş bitirici Yahudi anne tiplemesine yeni bir sıfat ekleyerek, Yahudi anne figürünün aynı zamanda dünyanın en komik kadınları olabileceğini ispat edercesine hayatımıza giren yeni komedyenlerin rüzgarı esiyor. Örnek anne sıfatının yanında artık komedyen de olan anneler arasında ‘twitter’ üzerinden takip ederseniz gülmekten patlayacağınız Chelsea Peretti, yirmi yedi yıllık evliliğini her sahne aldığında espri malzemesi yapan ve Youtube’da videolarını bulabileceğiniz Robin Fox, bol Emmy ödüllü, podcastleri gülmekten kırıp geçiren Judy Gold, Netflix’te aşırı dindar Yahudi kocası ile stand up videosunu bulabileceğiniz Natasha Leggero, dünyanın en komik, kendi deyimiyle ‘Yeşiva Annesi' Talia Reese, çocuklarla ilgili esprileriyle meşhur Jamie Aderski ve gülmeden güldürmenin uzmanı, Forbes'un en yüksek ücretli komedyenleri listesine girmeyi başarmış taze anne Amy Schumer da bulunuyor.
YAHUDİ İZLERİ TAŞIYAN DİZİLER
Ulusal televizyon kanallarından vazgeçeli çok oldu. Netflix, Amazon, HBO, Puhu, internet üzerinden ulaşılabilen binlerce dizi, onlarca platform varken çok ilginizi çeken belli bir program olmadığı sürece artık belirli bir yaşın altındaki kimsenin zapping yaptığını sanmıyorum. Peki bu platformların son zamanlarda Yahudi temalı dizi ve filmlerle coştuğunun farkında mısınız? Konu uzun ama ben özellikle iki ayrı uç nokta olarak değerlendirebileceğim iki dizinin bir ortak yanlarından bahsetmek istiyorum. Mrs. Maisel’dan Shtisel’a, Yahudi olan olmayan bunca izleyiciyi Yahudi ailelerini izlemeye iten şey nedir? Prensipte tamamen farklı iki Yahudi aileden bahsediyor olsalar da, aslında iki dizinin de merkezinde burnunu sokmaktan ve müdahaleden hiç vazgeçmeyen, aşırı korumacı aile yapıları ortak. 2000 yılından birkaç sene önce ve sonrasında doğumlu nesil, üniversiteye yurtdışına bile gidiyor olsa elindeki cep telefonuyla her istediğinde ‘facetime’ yapabiliyor, günün her saatinde en azından ‘whatsapp’ ile iletişime geçebiliyor ki bu normalde aynı evde yaşarken kurulabilen iletişimden bazen ancak bir tık fazla! ‘Göbek bağını kesmeyen nesil’ olarak adlandırılan bu jenerasyonun ekonomik sebepler ağırlıklı olmak üzere genelinin ebeveynlerinin evine geri taşındıklarını ve halen ailelerine bağımlı olduklarını belirten araştırma sonuçlarını, tarihçiler, sosyologlar ve psikologlar değerlendiriyorlar. İşte bahsettiğim iki dizinin ve bahsettiğim neslin en önemli ortak yanları, her iki dizinin merkezindeki karakterlerin de eskiden beri başarılı diye nitelendirilen birer evlilik veya kariyer sürdürmemiş, ailelerinin yanına dönmüş ve sürekli onları hayal kırıklığına uğratıyor olmaları.
Yahudilikte evlilik ve bir aile kurmaya sadece bir mitzva değil en önemli mitzva gözüyle bakan toplumun gerçeklerini göz önüne seren bu iki diziyi de Yahudi olan olmayan belki bu yüzden hayranlıkla izliyor. Belki işin sırrı günümüzde gittikçe daha yalnızlaşan hayatlarda, baskıcı dahi olsa bir ailenin elini üzerimizde hissetme ihtiyacıdır. Belki bu gençler sadece ailelerini arkada bırakmadan, onlardan kopmadan büyümek istiyorlardır. Hem tarih tekerrürden ibaret değil midir?