• İsrail seçim sisteminin bu tıkanıklığı aşmak için bir reforma ihtiyacı var mutlaka. Ama bu duruma nasıl gelindiğine baktığımızda, yani Netanyahu´nun nasıl bu kadar uzun süre başbakanlık yapabildiğini irdelediğimizde, yerine gelebilecek güçlü bir alternatifin eksikliği ve solun güçsüzlüğü hemen göze çarpıyor. Gantz önemli bir rakip ama politikaları ve dünya görüşü Netanyahu ile çok da farklı değil. İsrail´de sol hareket, Yitzhak Rabin suikastı sonrası bir daha hiç güçlenemedi, başarılı bir aday yaratamadı. KAREL VALANSİ – www.t24.com.tr
İsrail sadece Yakın Doğu’nun değil, tüm dünyanın en özgün, kimlik açısından en ayrıksı ülkelerinden biri. Dünyanın bu tek Yahudi çoğunluklu ülkesi, daima tehdit altında ve savaşların gölgesinde varoluşu, dini kimlik-ulusal kimlik arasındaki gerilimiyle yetmiş yılı aşkın süredir zor bir demokratik tecrübeyi yaşıyor. Evet, demokratik bir tecrübe, zira ülkenin üzerine kurulmuş olduğu dini-politik ön kabuller ne olursa olsun İsrail demokrasinin şekli unsurlarından taviz vermemiş bir devlet. Komşularıyla (Suriye, Ürdün, Mısır) mukayese edilirse bunun nasıl bir ayrıksı özellik olduğu anlaşılacaktır.
İsrail’in politik sistemi de, ülkenin kuruluşundan beri değişmedi, oysa toplum çok değişti. 1950’lerde Arap ülkelerinden, 1990’larda eski reel sosyalist ülkelerden gerçekleşen göçler (aliya) bu toplumun beşeri manzarasında hatırı sayılır değişikliklere yol açtı. İsrail 1948’i takip eden yıllarda, elbette Doğu Bloku’ndaki örneklerden farklı olmakla birlikte, kuvvetli sosyalist ilhamlara sahip bir ülkeydi. Zaten bugünün toz dumanı arasında hatırlanmasa dahi, Siyonizmin birçok sol yorumu vardır. 1990’lara kadar çok güçlü bir parti olup bugün çöküş yaşayan İsrail İşçi Partisi de temelde sol-Siyonist bir partiydi. Belki Türkiye’de CHP’nin devleti/ulusu inşa eden parti olma vasfını terk etmeden, 1965’ten itibaren sosyal demokrasiye kaymasını hatırlatıyor biçimde; İşçi Partisi –ve öncülü Mapay- Siyonizmin sol yorumundan gelerek, gittikçe Avrupa sosyal demokrasisinin çeşitli ilkelerini benimsedi. Fakat başta Filistin sorunu olmak üzere, İsrail’in ulusal davalarında daima bir milliyetçi vurguya sahip oldu.
Son genel seçim ve sonuçları
İsrail’in özgün bir seçim sistemi vardır; ülkenin Knesset adlı ulusal meclisine, tüm ülke tek bir seçim bölgesi kabul edilerek 120 parlamenter seçilir. 1949’da % 1 olarak tespit edilen seçim barajı, bugün % 3,25’tir. Bu seçim sisteminin sonucu olarak, ülkenin tarihinde hiçbir parti veya ittifak hiçbir seçimde Knesset üyelerinin yarıdan fazlasını kazanamadığı için İsrail tarihinin tüm hükümetleri koalisyon olmuştur.
Geçen ilkbahardan beri bir hükümet bunalımı yaşayan İsrail’de 17 Eylül 2019 günü gerçekleşen seçimleri[1], Benny Gantz’ın Mavi ve Beyaz listesi % 25,95 oyla 120 Knesset sandalyesinin 33’ünü elde ederek birinci tamamladı. Seçimden ikinci çıkan, -son zamanlarda hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları nedeniyle çok başı ağrıyan- Benjamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi’nin ise %25,1 oyu ve 32 milletvekilliği var. Bu partileri –çoğunlukla Araplardan oluşan İsrail Komünist Partisi’ni- de içeren Müşterek Liste %10 oy ve 13 milletvekilliğiyle izledi. İsrail siyasi tarihinde ilk kez Araplar Knesset’te böyle güçlü bir temsile sahip ve bir anahtar rolü oynamaya aday durumdalar. Müşterek Liste’yi, dört aşırı sağ parti; Sefarad ve Mizrahi toplumlarının aşırı dinci kesimlerini temsil eden Şas, Avigdor Lieberman liderliğinde –Avrupa’daki aşırı sağ partileri çağrıştıran, aşırı milliyetçi- Evimiz İsrail, Aşkenaz toplumunun Hasidi-Haredi unsurlarının temsilcisi Yahadut-HaTora ve Adalet Eski Bakanı Ayalet Şaked’in Yamina Partileri izledi. İsrail toplumunu 1948-1977 arası aralıksız yönetmiş olan İşçi Partisi ise % 4,8 oyla sadece 6 milletvekili çıkarabildi. Sağcılaşan İsrail toplumunda merkez solun yıldan yıla eriyişi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olmakla birlikte bu yazı sınırlarının dışında kalıyor.
ALİ TİRALİ
http://www.sosyaldemokratdergi.org/ali-tirali-israil-secimleri-uzerine/
Biz İsrailliler nihayet bir hükümetin kurulup kurulmayacağını ya da üçüncü bir seçimin kapıda olup olmadığını öğrenmeyi beklerken, Netanyahu'nun popülizmini tartışmanın da tam zamanı. Birçok İsrailli oyunu düşünmeksizin ona veriyor: "Yalnızca Bibi" Likud'un değişmez sloganı.
Liderin neredeyse bağımlılık seviyesindeki bu sarsılmaz sadakati nasıl yarattığı sorulmaya değer. Düşüncelerini New York Times'ta kaleme alan İsrailli gazeteci Matti Friedman'a göre Bibi'nin başarısı büyük ölçüde, Hamas'ın 1990'lardaki canlı bomba eylemlerinin o iktidardayken sona erdiği gerçeğine dayanıyor:
Friedman, “Değişimde başbakanın hak ettiği pay ne olursa olsun, bu bir çok seçmenin gözünde onu iktidarda tutmak için yeterli bir sebep" diye yazıyor:
Yüzlerce İsrailli sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırılar, müzakereyle gelecek bir barışa dair umutları bitirdi ve o dalga başladığında iktidarda olan solu yıktı. İsrailli çoğunluğun Filistinlilere duymuş olabileceği herhangi bir sempati kalmadı.
Bu bakış açısı; İsrail'in yerleşimci-sömürgeci gerçekliğe duyduğu ve ancak büyük çaplı, sürü psikolojisiyle gelişecek bir apartheid'le (BM Irk Ayrımcılığı Suçunu Ortadan Kaldırma Sözleşmesi'nde tanımlandığı gibi) veya Yahudi çoğunluğun olmadığı iki uluslu bir devletle sonuçlanabilecek "toprak bağımlılığından" kurtulmasını engelliyor.
"Öteki" tarafı suçlu göstermek daha kolay olsa da, özellikle bu travmanın iyileşmesine yardımcı olmak için intihar saldırılarında İsrail'in en azından kısmi sorumluluğunu kabul etmek, daha acı verici ama dürüst bir davranıştır. Tüm bunlar sağ kanadın Netanyahu'nun beslediği kasıtlı tahriklerinin yarattığı toksik ortamda gerçekleşmişti. Netanyahu; Zion Meydanı'ndaki adı çıkmış mitinglerden birine veya Oslo Anlaşması'na karşı düzenlenen Ra'anana Kavşağı protestosuna katılırken, eski başbakan İzak Rabin'in adını taşıyan tabutun ardından da yürümüştü. Protesto, Rabin (z ”l)'in sağcı bir fanatik tarafından öldürülmesinden ve Likud'un iktidara gelmesinden hemen önce gerçekleşmişti.
ANGELA GODFREY-GOLDSTEİN
Önümüzdeki iki hafta içinde koalisyon kurulamazsa, ülke üç ay sonra bir kez daha seçime gidecek. Ki bu, ülke tarihinde bir ilk olacak. İşin daha tuhaf olan tarafı ise, Başbakan hakkındaki yolsuzluk suçlamalarına rağmen hiçbir şeyin değişmemesi. Geçtiğimiz hafta Başsavcı’nın Netanyahu hakkında hazırlanan iddianameleri Parlamento Başkanı’na sunmuş olmasına rağmen, yaprak kımıldamıyor!
Sebebi ise şu: Bibi’nin şimdi dokunulmazlık talebiyle 30 gün içinde parlamentoya başvurması gerekiyor. Ancak bu talebini ele alması gereken İçişleri Komisyonu, ortada bir hükümet olmadığı için kurulamıyor! Bu da yasal süreci askıya alıyor. Bununla birlikte, şu an böyle bir komisyon olmadığı için Netanyahu’nun mahkemeye çıkıp çıkmayacağı kararını vermek tek bir kişiye, Başsavcı’ya kalıyor. Onun da gelecek seçimleri bekleme hakkı var. Genel kanaat de bekleyeceği yönünde. Yani şans bile Netanyahu’nun yüzüne gülüyor gibi görünüyor.
Yoksa aslında suçlamalar o kadar ciddi ki rüşvetten 10 yıla kadar, yolsuzluk ve görevini kötüye kullanmadan da 3 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Ki dava açıldığı takdirde hapse gireceği neredeyse kesin. Ancak dediğim gibi, şimdilik bu süreç donmuş durumda.
Zaten hapis ihtimalini gören Netanyahu da ülkenin hukuk sistemine savaş açtı. Tüm bunların bir düzmece, darbe girişimi, cadı avı olduğunu iddia ediyor. O kadar ki ülkenin yargı sistemine karşı insanları dün akşam Tel Aviv’de gösteri yapmaya çağırdı. Elbette kendi yönettiği ülkenin yargı sistemine! Twitter ve Facebook’ta açtığı “savcıları inceleyin” etiketi (hashtag) arkasından salladığı kılıç da cabası.
Netanyahu’nun şansı siyasette de yaver gidiyor. Kendi partisi Likud tüm bu olan bitenden sonra “Kendimize yeni bir başkan seçelim bari” kararını daha yeni aldı almasına... Ama bir sonuç vereceğe benzemiyor. Bibi’nin karşısına dikilme cesaretini gösterebilen tek kişi olan Gideon Saar’ın şansı pek yok gibi. Yani her şeye rağmen güç hâlâ Netanyahu’da. Yoksa partiye yeni bir başkan seçilse, Nir’e göre “Ülkede bir dakika içinde koalisyon kurulur ve ülke bu sarmaldan anında kurtulur”.
Her şeyin sonunda ise beliren soru şu: Netanyahu gerçekten tüm bu tantanadan sonra yaptığı üçüncü seçimde oylarını artıracağına inanıyor mu? Arad Nir’in cevabı kısa ve net: “Şu an Netanyahu gerçeklikten aşırı derecede kopuk.” Göründüğü kadarıyla ona oy verenler de öyle.
VERDA ÖZER
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/verda-ozer/netanyahu-hapse-mi-giriyor-6087989
Türkiye’nin Rusya, Çin ve İran’la ilişki geliştirmesi ne kadar doğru ve zaruriyse, aynı şekilde bu ülkelerle ilişkilerini dengelemesi bakımından Arap ülkeleriyle siyasi ve ekonomik kanalların açık tutulması da bir o kadar önemlidir.
Bir diğer önemli nokta ise Türkiye’nin bölgede boşalttığı alanların, Türkiye karşıtı siyasetler izleyen ülkeler tarafından doldurulmasının, orta ve uzun vadede yaratacağı risktir.
Bugün, Türkiye’nin Ortadoğu’da boşalttığı alanı İsrail doldurmaktadır.
Durum Türkiye için tehlike arz etmektedir.
Şöyle ki:
1. ABD ve İsrail’in başını çektiği kamp, Körfez ülkelerinin yanı sıra Mısır’ı da yanına çekerek, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı faaliyetlerini arttırıyor.
2. Aynı kamp, Arap dünyasının tarihsel lideri olarak kabul edilen Mısır’ın sosyo-kültürel etkisi üzerinden Arap halklarında Türkiye düşmanlığını pompalamaya çabalıyor. (Türk dizilerine konulan ambargolar ve Arap dünyasında Osmanlı karşıtı dizi ve filmlerin çekilmesi bu duruma örnek teşkil ediyor.)
3. Gelişen Mısır ve Suriye ilişkilerini izlemekte yarar var. ABD-İsrail kampı, Körfez’in maddi desteğiyle Mısır üzerinden Suriye’yle ilişkiler kurmayı hedefliyor. Bu noktada, Suriye’nin Kahire Büyükelçisi’nin Mısır Parlamentosu’nda yaptığı konuşma ve ikili temasların içeriği dikkat çekicidir.
4. Cezayir, Tunus ve Fas’ta, Türkiye düşmanlığının kışkırtıldığına dair bilgiler mevcut.
5. İsrail’in, Ürdün üzerinden Körfez ülkeleriyle bağlantı kurmak amacıyla Hicaz Demiryolu Projesi başta olmak üzere ekonomik, kültürel ve siyasal hamleleri, öz itibariyle Arap dünyasında Türkiye-İran karşıtı bir cephenin kurulmasını amaçlamaktadır.
Özetle, ABD-İsrail cephesi, Körfez sermayesini ve Mısır’ın Arap dünyası üzerindeki sosyo-kültürel etkisini kullanarak Arap ülkeleri ve halklarını Türkiye karşıtı cephede buluşturmayı hedefliyor.
ONUR SİNAN GÜZALTAN
İsrail tarihinin en güçlü dönemlerinden birini yaşıyor. Bölgedeki yalnızlığını kırarak Körfez ülkeleri ile yakınlaşması, İran'ı çevrelemede güçlü destek bulması, Filistin konusunun pek de gündemde olmaması ve Trump gibi bir ABD başkanına rağmen İsrail, bir adım ileriye gidemiyor, iç çekişmeler içinde boğuşuyor. Netanyahu ise, İsrail'in en önemli avantajı olan ABD ile ilişkilerin bu seviyede olmasının, İsrail'in güvenliğinin sağlanmasının sadece kendi sayesinde olduğuna ve yerinin doldurulamayacağına içtenlikle inanıyor.
Öyle olsun veya olmasın, Netanyahu'nun her yaptığı kendi paçasını kurtarmak olarak algılanıyor. Son zamanlara kadar Suriye'deki İran hedeflerine yönelik operasyonları gizlerdi İsrail. Artık Netanyahu kendisine olan desteği arttırmak için açık açık bunları üstleniyor. Bölgede önemli bir güç olan Rusya'nın tepkisini çekmesine, istihbarat zafiyeti yaratmasına rağmen...
Hiç bir şey bu uğurda vazgeçilmez değil. 2015 yılında seçim günü Netanyahu kendi seçmenini sandıklara çekebilmek için "Koşun Araplar sandıklara gidiyor" demiş ancak ardından bu sözleri için özür dilemişti. Şimdi ise vatandaşı olan ve nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini oluşturan İsrailli Arapların kurduğu Ortak Listeyi terör destekçisi olarak, beşinci kol olarak tanımlıyor ve bu ırkçı yaklaşımından pek de pişman gözükmüyor.
Kaseti biraz ileriye saralım. Üçüncü seçimlere karar verilirse, her şeyin başbakan seçilmesi ile çözüleceğine inanan Netanyahu nasıl bir kampanya düzenleyecektir sizce? Olduğundan daha sağa ve daha milliyetçi söylemlere kayan Netanyahu'nun açılan dava gölgesi altında, tarihinin en ırkçı, en şiddetli kampanyasını yürüteceğine, ilhak vaatlerinin havada uçuşacağına emin olabilirsiniz.
İsrail seçim sisteminin bu tıkanıklığı aşmak için bir reforma ihtiyacı var mutlaka. Ama bu duruma nasıl gelindiğine baktığımızda, yani Netanyahu'nun nasıl bu kadar uzun süre başbakanlık yapabildiğini irdelediğimizde, yerine gelebilecek güçlü bir alternatifin eksikliği ve solun güçsüzlüğü hemen göze çarpıyor. Gantz önemli bir rakip ama politikaları ve dünya görüşü Netanyahu ile çok da farklı değil. İsrail'de sol hareket, Yitzhak Rabin suikastı sonrası bir daha hiç güçlenemedi, başarılı bir aday yaratamadı.
Rabin demişken hatırlayalım. İsrail'de başbakan suçlu bulunana dek görevinden istifa etmek zorunda değil. 1977 yılında, Rabin'in o dönem yasak olduğu halde Washington'da büyükelçi olduğu zamandan kalan iki banka hesabı olduğu ortaya çıkmıştı. Rabin seçimlere altı hafta kala hem parti liderliğinden hem de başbakanlık adaylığından çekilmişti. Bu önemli bir örnek. Ama her şeyi göze almış olan Netanyahu'nun demokrasi ve hukuk devleti adına böyle bir adım atmayacağından artık eminiz.
KAREL VALANSİ
https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/netanyahu-nun-savasi,24632
Trump Yönetimi iktidara geldiğinden bu yana Filistin sorunu konusunda Başbakan Netanyahu çizgisinde kararları arka arkaya uygulamaya geçirmiştir. ABD’nin Filistin Mültecilerine Yardım Ajansına yaptığı yıllık katkıyı kesmesi, Vaşington’daki FKÖ ofisinin kapatılması, ABD’nin Filistin yanlısı tutumunu gerekçe olarak göstererek (İsrail ile birlikte) UNESCO’dan ayrılması bu kararlar arasındadır.
Trump Yönetimi geçen yıl Filistinliler aleyhindeki tutumunu daha da sertleştirmiş, İsrail’in topraklarını genişletme politikasına destek vermeye başlamıştır. ABD ilk önce Tel Aviv’deki Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımaya karar vermiş, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu kabul ederek, işi Doğu Kudüs’ün İsrail tarafından ilhakını tanımaya kadar götürmüştür.
Başkan Trump daha sonra İsrail’in genişleme politikasını desteklemeyi sürdürmüş, ABD bu kez de İsrail’in Golan Tepelerini ilhakını tanımıştır. İsrail Golan’ı 1967 Savaşı sırasında Suriye’den ele geçirmiş, stratejik öneme ve su kaynaklarına sahip bu bölgeyi 1981 yılında ilhak etmiştir. ABD Dışişleri Bakanının son olarak Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerinin uluslararası hukuka aykırı olmadığını açıklamasının da, Batı Şeria’nın bu bölgelerinin İsrail tarafından ilhakı halinde, Vaşington’un İsrail’in bu kararını tanımaya hazırlandığına işaret ettiği anlaşılmaktadır.
Esasen Trump Yönetiminin bir süreden beri hazırladığı “asrın çözümü” adı da verilen Filistin sorununu bitirmeyi “amaçlayan” planın, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerinin bulunduğu toprakları İsrail’e bıraktığı, konuyla ilgili dış basında çıkan haberlerden, ortaya çıkmaktadır. Trump Yönetiminin Filistin “Barış” Planı henüz açıklanmamıştır.
Planla ilgili eldeki bilgiler şimdilik basına sızdırılanlarla sınırlıdır. Plana mali “destek” bulmak için Bahreyn’de yapılan mali katkı konferansı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Planın açıklanması sürekli olarak ertelenmekte, İsrail seçimlerinin sonuçsuz kalması da buna “gerekçe” olarak gösterilmektedir. Bununla birlikte Filistinliler şimdiden bu planı kabul etmeyeceklerini, Trump
yönetimi altındaki ABD’nin İsrail ile Filistinliler arasında “dürüst arabulucu” olma niteliğini zaten kaybettiğini birçok kez açıklamışlardır.
Başkan Trump’ın İsrail Başbakanı Netanyahu ile kurduğu yakın ilişkinin kaçınılmaz olarak ABD iç politikasını ilgilendiren bir yanı vardır. Başkan Trump 2016 seçim kampanyası sırasından bu yana ABD Yahudi lobisi ile yakın ilişkiler içine girmiş bulunmaktadır. ABD Temsilciler Meclisi’nde devam eden azil süreci ve 2020 Kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimi Başkan Trump’ın Yahudi lobisinin desteğine ihtiyacını arttırmaktadır.
Yahudi lobisinin ABD Kongresi’nde son derece güçlü olduğu; çok sayıdaki Kongre üyesinin bu lobi ile yakın ilişkiler içinde bulunduğu bilinmektedir. Başkan Trump’ın azil sürecini durdurmak için Kongre’nin Senato kanadına ihtiyacı bulunmakta; Trump Yönetimi büyük ihtimalle bu çerçevede Yahudi lobisinin desteğini gerekli ve zamanlı olarak değerlendirilmektedir.
Konunun bir de İsrail iç politikasını ilgilendiren bir yanı bulunmaktadır. İsrail’de kısa sürede 2 kez yapılan erken parlamento seçimlerine rağmen yeni bir hükümet kurulamamıştır. İsrail’in önümüzdeki haftalarda 3. bir seçime gitmesi ihtimali artmaktadır. İsrail tarihinde benzeri görülmemiş bu siyasi zorluğa bir de İsrail Başsavcısının Başbakan Netanyahu hakkında dava açılması kararı eklenmiştir.
Netanyahu 2009 yılından bu yana kesintisiz olarak Başbakanlık görevini sürdürmekte olup; 1996-99 yılları arasında da 3 yıla yakın bu makamda bulunmuştur. İsrail tarihinde en uzun Başbakanlık görevinde bulunan kişi sıfatını kazanan Netanyahu rüşvet, görevi kötüye kullanma ve sahtekarlık suçlamalarıyla karşı karşıya bulunmaktadır.
İsrail kanunlarına göre hakkında dava açılması Başbakan Netanyahu’nun görevi bırakmasını zorunlu kılmamaktadır. Buna rağmen mahkeme sürecinin başlamasının gerek seçimlerde, gerek Likud Partisi içinde Netanyahu’nun durumunu zayıflatacağına işaret edilmektedir. Trump Yönetiminin Batı Şeria ile ilgili son kararının bu çerçevede Başbakan Netanyahu’nun durumunu güçlendirmeye yönelik bir adım olarak da görülmesi kaçınılmaz olmaktadır.
OĞUZ ÇELİKKOL
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/vasingtondan-kuduse-41382368
Memlekette bir gelecek göremeyen Dario Moreno, ününün doruğundayken Atine üzerinden Paris’e gitti ve orada dünya çapında üne kavuştu. Bu, bambaşka bir hikâye. Ben, ünlü olduğu yıllarda bile memleketini ihmal etmediğini söyleyeyim. İstanbul’daki yakın arkadaşları Gönül Yazar, İsmet Ay, Erkan Özerman, Fecri Ebcioğlu gibi isimler. Ara ara kaçarak onlarla çilingir sofraları kurduğunu biliyoruz. En iyi dostu Zeki Müren –ki hayattaki son gecesini de onunla geçirmiş. Yine kaçtığı bir gün, Kulis’te sabahlamışlar. Moreno, İzmir’e gitmek üzere Yeşilköy Havaalanı’na doğru hareket etmiş ve 1968 yılının 1 Aralık günü, uçağa binerken hayatını kaybetmiş.
İzmir’de gitmeyi sevdiği mekân, Şükran Lokantası. Masasından çipura, roka ve buzlu badem eksik olmazmış. Öğle yemeğinde başlayan bol muhabbetli çilingirlerin faytonla çıkılan Kordon sefasında sürdüğünü, buldukları meyhanelerde sabaha karşı sonlandığını o dönemi yaşayanlar anlatıyor. Kim bilir, belki de böyle bir günün hayaliyle İzmir’e gitmek istemişti sanatçı…
Dönemin önemli organizatörlerinden Erkan Özerman’ın, 1968 yılı sonlarında, içinde Dario Moreno’nun da olduğu bir Avrupa turnesi organize etmek için kolları sıvadığını biliyoruz. Ankara Bulvar Palas’ta yaptığı programlarıyla dikkat çeken tangocu Zehra Eren’in de sahneye çıkacağı bu turne, Moreno’nun beklenmeyen ölümü üzerine iptal edilmiş. Memleketle bilinen son bağı bu.
Dario Moreno, az önce andığım “Canım İzmir”in bir yerinde şöyle diyor: “Gurbette sensizim / Avare bir öksüzüm…” Şarkıda geçirdiği öksüzlüğünü, Türkiye’ye gelemediği dönemlerde, memleketten gelen dostlarıyla gidermeyi tercih etmiş. Tülay German, “Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu” başlığını verdiği anılarında, böylesi bir geceyi şöyle anlatıyor: “[Peris’e gittiğimiz ilk günlerde buluştuğumuz] Dario, ‘Ah İstanbul ah!..’ deyip, bana baktı: ‘Sen rakı sever misin?’ ‘Babam Niğdeli. Sen Fertek rakısına yetiştin mi? Niğdelinin kızı rakı sevmez mi?’ dedim. ‘Dur öyleyse, sizi Chirag Efendi’ye götüreceğim’ dedi. ‘Beyaz peynir, sucuk, pastırma, rakı… Ne isterseniz var.’ ‘Yahu Fransa’dasınız. Çıldırdınız mı siz?’ dedi Erdem [Buri]. ‘Ben ne sucuk yerim ne de pastırma. Rakı da içmem. Kâfi dinlendirmiyorlar.’ Dario, Erdem’in sözünü kesti: ‘Sus Allah aşkına, keyfimizi kaçırma. Sana bir pilav yaparım, bir de domates salatası. Onları yersin’.” Chirag Efendi, Paris’te küçük bir bakkal dükkânı olan Kadıköylü bir Ermeni. Oradan aldıkları mezelerle Moreno’nun evine giden ikili, kahve içmek üzere sanatçıyı yeni evlerine davet ediyor. Bir yanda memleket hasreti var ama bunu bir eğlence gecesine çeviriyorlar. Tülay German’dan dinleyelim: “Kahvelerimizi içtikten sonra, ‘Kadifeden kesesi, kahveden gelir sesi / Oturmuş kumar oynar ciğerimin köşesi’nden başlayıp bildiğimiz ne kadar eski İstanbul ve Rumeli türküsü varsa söyledik, dans ettik. Erdem ne düşünüyor bilmiyorum; daha doğrusu, sormaya bile cesaret edemiyorum ama ben Fransa’ya geldiğimden beri, ilk defa bu kadar eğlendim.”
Dario Moreno hikâyesini uzun uzun anlatmak gerekiyor. Benimki, küçük bir katkı olsun. Rakımızı kadehe doldurduktan sonra bir yudum da onun için alırsak, ne âlâ. Elbette şarkıları eşliğinde…
Murat Meriç
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/01/bir-dario-moreno-hikayesi/
Olumsuzlukları “Yahudileşme” kadar “Araplaşma” olarak etiketlemek de sorunlu ama gelin görün Yahudi İslami kesim için ne kadar olumsuz bir tınıya sahipse, Arap da sekülerler için aynı derecede barışılamayacak bir kelime.
Suçluyu ararken ne Ortadoğu’ya ne de Batı’ya bakmaya gerek yok aslında, aynaya baktığımızda bu iş hemen çözülecek, gerçek suçlu hemen karşımızda bitecek.
Bacak bacak üstüne atmaktan rahatsız olanlar ve bu rahatsızlığı Yahudileşmek olarak görenlerin çokluğu düşünülürse aynaya bakanların sayısı elin parmaklarını geçmeyecek. Özü başka, sözü başka, sahtekâr, manasında Yahudi sözcüğünü gündelik hayatta kullanmak antisemitizm sayılmayacak, nefret toplumu kendi yağında kavrulmaya devam edecek.
Diğer taraftan, bu “Yahudileşme” çıkışları ister istemez geçen ay Konya’da otobüs duraklarındaki reklam panolarına asılan “Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin” afişi tartışmasını hatırlatıyor. Posterde yer alan ifadeler Kur’an-ı Kerim’in Maide suresinin 51. ayetinin Türkçe tercümesi idi, tepkilerden sonra söz konusu ayetin tam olarak ne dediği tartışıldı, ilahiyatçıların bu ayeti nasıl yorumladığı soruldu, tarihi bağlamı tartışıldı. Sonunda Kuran’dan cımbızlama yapmak iyi değildir, bütünlük içinde ele alınmalıdır dendi.
Okuduğunu anlayabilen hemen herkes, İslam’da Müslüman’ın kendi değerine, kültürüne, inancına yabancılaşması ihtimaline kuşku ve rahatsızlık ile yaklaştığını, o yüzden Hristiyan ya da Yahudi adetlerini benimseme ihtimalini saf dışı bırakmak için bazı öğütlerde bulunulduğunu idrak edecektir.
Burada tuhaf bir durum yok, hiç bir “takım” kan kaybetmek istemez, rakibe transferi durdurmak için çaba sarf eder. Fakat bu aynı zamanda Müslüman’a yakıştırılamayan hemen hemen her şeyi, Yahudi’ye ya da Hristiyan’a mal etmek gerektiğini de göstermiyor.
Hırsızlık yapan Müslüman’a “Yahudileşmiş” demek tüm ahlak normları bir tarafa gerçekten kaçmaktan başka bir şey değildir. Müslüman’ın olumsuz bir karakter olamayacağına körü körüne inanıp, yanlış yaptığı an onun artık başka bir “şeye” dönüştüğünü, kendi “takımlarından” atıldığını ve tam bir “Yahudi” olduğunu anlatmaya çalışmak mantıksız olduğu kadar komiktir de.
Halihazırdaki hükümetin “hayatın merkezine dini yerleştirme ve dindar nesil yetiştirme” hedeflerinin ve son 15 yıldaki muhafazakarlaşmanın, bugünkü antisemitizmin, zenofobinin ve nefret söyleminin tek sebebi hatta suçlusu olduğu konusundaki görüş de pek inandırıcı değil.
Yaşadığımız bu öteleyen, önce yabancılaştıran sonra şeytanlaştıran düzen ve devlet anlayışı son 15 yılın neticesinde gelişmedi. Bunun için 6-7 Eylül olayları, Trakya Pogromu, Varlık Vergisi, 20 Kura Askerlik ve daha nice politikaları ya da yıllardır sinagoglara, kiliselere, cem evlerine hatta bazı mahallelere yapılan saldırı ve tacizleri hatırlamamıza gerek yok. Yapmamız gereken aslında, dinci olduğundan dolayı Müslüman olamayana daha çok kin duyacağını düşündüğümüz hükümete daha seküler sayılan muhalefetin verdiği tepkileri hatırlamak.
İslamcı düzene “çomak sokacak delikanlılardan” biri olan Muharrem İnce’nin Erdoğan için “Siz yaptığınız hizmetlerle Yahudi madalyasına layık görülen ve bu ödülü kendine layık görenlersiniz” demesini, ya da Meral Akşener’in verilen madalyanın İsrail’e hizmet edenlere takıldığını iddia etmesi bu hastalığın köklerinin çok daha derin olduğunun kanıtlarından sadece bir kaçı.
ALİN ÖZİNİAN
https://hyetert.org/2019/11/29/yahudilesmek/
Netten okumalar
https://www.yenisafak.com/yazarlar/tahakilinc/asgari-vazife-2053484
https://www.youtube.com/watch?v=AkUghbBOaIQ
https://www.dw.com/tr/hitler-istedi-ama-atat%C3%BCrk-yahudi-profes%C3%B6rleri-vermedi/a-50232276
https://odatv.com/bir-ermeni-bir-yahudi-icin-gelen-gecenden-fatiha-istiyor-30111922.html
http://www.yeniduzen.com/yahudi-muhacirler-74-14854yy.htm
https://www.evrensel.net/yazi/85235/20-yuzyilin-ilk-yarisinda-yahudiler-ve-spor-2
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/23291/sair-edip-durust-tuccar-leon-bahar-in-varlik-vergisi-mektuplari
Takılan tweetler
mine yıldırım@yildmine
nahalat binyamin caddesi, tel aviv, 1932
📷: ze'ev aleksandrowicz
https://twitter.com/yildmine/status/1199575863148326913
Ömer Alkan@Omer_Alkann
Saint Louis adlı gemi 1939’da Hamburg’dan çıkar, Nazilerden kaçan, çoğunluğu Yahudi olan sığınmacıları ABD’ye götürür.
Savaş öncesidir, II. Dünya Savaşı’nın “en büyük kahramanı” ABD başkanı Roosevelt, ABD’ye giriş için yalvaran sığınmacıları reddeder.
Gemi şansını Küba’da dener. Devrimci Batista’nın yüksek fidye talebini ödeyemediği için 900 Yahudi Avrupa’ya tekrar gider.
Kişi başı 500 dolar ödeyerek, bir tek Belçika’ya girebilirler. Sonra çoğu da Holokost kurbanı olur. (İki savaş arası dünya, böyle ilkesiz bir dünyadır.)
https://twitter.com/Omer_Alkann/status/1201048839404376065
İlkay 📚🌳🐸@KemalistIlkay
Dario Moreno’yu sevgi, saygı ve hasretle anıyoruz, güzel şarkılarıyla eserleri hala yaşıyor.
https://twitter.com/KemalistIlkay/status/1200928003737432065
Atilla Bülbül@MunferitBirAdam
1910'lu yıllarda Balat'ta bir Musevi mahallesi.
https://twitter.com/MunferitBirAdam/status/1201203938172788739
Karel Valansi@karelvalansi
Anlamadığım nokta bunu neden bunca sene sonra matah bir şeymiş gibi paylaşıyor
@cumhuriyetgzt
? Arşivden bula bula ırkçı olduğu belli ama esprisi bile anlaşılmayan bu karikatürü mü bulmuşlar?
https://twitter.com/karelvalansi/status/1201602904676798464
ivo molinas@basyazar
2.Dünya Savaşı neredeyse bitmek üzere.Almanların yahudilere yaptıkları öğrenilmiş.Buna rağmen Cumhuriyet’ten Cemal Nadir’in de sıkı antisemit olduğunu öğrenmiş oluyoruz,gazetenin dün yayınladığı arşive göre.Yuh olsun.
https://twitter.com/basyazar/status/1201589415132487680
ishak ibrahimzadeh@ishak5723
.. ne yazıkki @cumhuriyetgzt
arşivinden 74 küsur yıl sonra matahmış gibi paylaşılan bu antisemit karikatürden günümüze gazetede değişen bir şey yok, bizlerde ise bu provokasyonların nefreti & varlık vergileri, 6-7 Eylül vs vs sonucu neredeyse vitrin olarak kalan toplum(lar) ..