Benim, Holokost Hanuka kaşığım

Bir Nazi Toplama Kampı mahkûmunun I. I. Cohen’in* tüm yaratıcılığını kullanarak, Hanuka geleneğini nasıl gerçekleştirdiğini anlattığı gerçek hikâyesi…

Sara YANAROCAK Kavram
4 Aralık 2019 Çarşamba

“Her şeyden önce, ben Auschwitz’den kurtulmuştum. Çünkü Naziler beni ‘8 No’lu Kamp’a nakletmişlerdi. Bu bir karantina kampıydı. Tifüs hastalığı tehlikesi yaşayan mahkûmları, bu kampta tecrit ederlerdi. Benim burada olmamın nedeni ise kaşığımdı. Bu kaşık aslında çok önemli değildi ama benimdi. Hastalık taşır endişesi ile beni ve kaşığımı buraya göndermişlerdi. Kaşığım, benim ve çevremdeki 500 kişinin hayatında çok önemli bir role sahipti. Bu yeni kampta fazlaca önemli bir iş yapılmıyordu. Bizleri sadece yol yapım işinde kullanıyorlardı. Bir yeraltı geçidi yapmak için tünel kazdırıyorlardı. Ben daha evvelce, Polonya’nın Lodz şehrinde yaşarken, makine uzmanı olduğum için, önce, Auschwitz’de elektrik ustası olarak görevliydim. Orada çalışırken bize fazlaca alet edevat verilmediğinden kaşığımın sapını bıçak gibi kullanır, duvarları kazır, elektrik kordonlarını yerleştirirdim. Ayrıca kaşığımla, hem yemeğimi yerdim, hem de mahkûmlara dağıtılan ekmeği dikkatlice keser, herkese eşit dilimlerdim. Her yemekteki payımız tek bir dilim ekmekti. Eğer bu dilimler eşit kalınlıkta olmazsa, açlıktan gözü dönmüş mahkûmların arasında arbedeye sebep olurdu. Kaşığım herkesin barış içinde yemek yemesini sağlardı.

Kış geldiği zaman kaşığım bu defa da farklı bir işe yaramıştı. Bu çok önemli bir mitsva (görev) içindi. Bizi bu sefer ‘4 No’lu Kamp’a nakletmişlerdi. Bu kamp Kaufering’deydi. Bu kamp çileli işler konusunda Auschwitz’e çok benzerdi. Gün boyunca dehşetli yorucu işlerde çalıştıktan sonra, her nasılsa, yine de günlük mitsvalarımızı (dini görevlerimizi) mümkün olduğu kadar yerine getirmeye çalışırdık. Çünkü biz Yahudilerin içinde, önüne hiç geçemediğimiz bir Tanrı korkusu vardı. Bu yüzden Almanların tüm kötülüklerine rağmen, Tanrı’ya karşı olan görevlerimizi ihmal etmemeye çalışırdık. Yahudi dini takvimini kafamın içinden doğru hesaplardım. Bu yüzden Hanuka Bayramı’nın ne zaman başlayacağını çok iyi biliyordum. O gün akşamüstü işlerden kampa geri döndüğümüzde, bir grup mahkûmla savaştan önceki eski yılları anımsadık. Akşamları eve döndükten sonra, babalarımızın Hanukiya’nın mumlarını, dualar eşliğinde neşe ve tutkuyla yaktıklarını hatırladık. Biz çocukların, neşeyle parıldayan mumların alevlerine gözlerimizi hayranlıkla dikip, etrafa yaydıkları ışıktan keyif aldığımızı, alevlerin bizlere yıldızlar gibi göz kırptıklarını, etrafa kutsiyet yayarak hepimizi sardığını ve ısıttığını anımsıyorduk.

Ardından Hanuka’nın gerçek hikâyesini düşünüp hayallere dalardık. Haşmonay’ların, Yunan ordularına karşı verdikleri mücadeleyi, Yunanlıların, biz Yahudilerin inançlarını yeryüzünden ve nihayetinde yüreklerimizden tamamen silip, sonsuza kadar yok etme çabalarını, Makabi’lerin hayatlarını ortaya koyarak ,bütün cesaret ve kahramanlıklarıyla, Şabat’ı koruduklarını, ruhen arınmak için verdikleri mücadeleyi ve Tora’yı özgürce çalışmak için yüreklerini ortaya koyuşlarını hatırlıyorduk.

Ve hatırlıyorduk, düşmanı bozguna uğratmak için, Tanrı’nın Yahudi halkına yaptığı yardımları, onların Tora’da yazılı olan görevlerini yerine getirmeleri için onlara verdiği gücü, imanı ve cesareti...

Hayallere dalıp, kendimizden geçmiştik. Silkelendik ve etrafımıza şöyle bir baktığımızda, kendimizi gördük. Kelle koltukta, güvensiz ve insanlıktan çıkmış adamlar, umarsız, aç ve bitkin bir biçimde oturuyorduk. Burada en basit bir dini görevimizi bile yerine getirmek mümkün değildi. Her an beynimize bir kurşun sıkıp, bizi öldürebilirlerdi. Biz nasıl neşeli olabilirdik? Ancak Hanuka ışığını yakarak bunu başarabilirdik, ama nasıl? Tam konuşup hayal kurarken, aniden hepimiz bir Hanuka mumu yakma sevdasına düşmüştük. Bu nasıl olacaktı?

Bir mahkûm elini cebine atıp, kendi günlük payından biriktirdiği küçük bir parça margarini ortaya çıkardı. Biz de üzerimizdeki eprimiş, çizgili formalarımızdan birkaç iplik parçası çektik. Yağımız ve fitilimiz tamamdı ama bunu yakacak hiçbir şeyimiz yoktu. Kaşığımı cebimden çıkardım. Margarine batırdığımız iplikleri kaşığın içine yerleştirdik ve dualar eşliğinde fitili tutuşturduk. Hepimiz ışığın etrafında oturmuş, mest olmuş, büyülenmiş bir biçimde aleve gözlerimizi dikmiştik. Herkes kendi düşüncelerine dalmıştı. Eski Hanuka bayramlarını düşünüyorduk… Lezzetli kızarmış sıcacık patates köftelerini (Latkes), Hanuka topaçlarımızı (sevivon) ve biz çocuklara verilen Hanuka hediyelerimizi…

Bu tuhaf Hanukiya’mız, bizlere inanılmaz bir umut ışıltısı veriyordu. Bizler, bir zamanlar Tanrı’nın atalarımıza gösterdiği bir mucize anısına dua ederken, O, bizlere ‘bu günlerde’, hatta ‘şu anda’ bile, ancak bir mucizenin bizi kurtarabileceğini gösteriyordu. Sevivon adlı topacın üzerinde yazan harflerinde, ipucunun hepimize verildiği gibi ‘NES GADOL AYA ŞAM Orada Bir Yerde Büyük Bir Mucize Var’ sözlerini simgeleyen NUN, GİMEL, ALEF, ŞİN harfleri gibi…

 

 

Yaşamak için bir neden

Viyanalı ünlü psikiyatrist Dr. Viktor Emil Frankl, kendisi de bizzat Kaufering’deki kampta tutuklu kalmış bir mahkûmdu. Dr. Frankl kamptan kurtulduktan sonra, ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta insanın hayatta kalabilmek için bir amacının olması gerektiğini anlatıyordu. Hayatta kalabilmek için bir takım küçük başarılar veya mutluluklar, insanların ruhuna ivme katabilir, hayatı daha yaşanabilir kılardı. Kamplardaki birçok insan, bunlar sayesinde hayatta kalabildiler. Küçük bir Şabat veya bayram kutlaması yahut günlük çileleri eşliğinde, her şeye kadir olan Tanrı’nın küçük bir yardım ile kendini onlara hissettirmesi ile bu gibi şeylerin derinliğini ve ne anlamlar ifade ettiğini anlamak, idrak edebilmek… İşte bizleri hayatta tutan bunlar gibi küçük umutlardı. Genellikle bu tip şeyler, bizleri itildiğimiz karanlık çukurların diplerinden, yukarıya çekmiş ve yaşatmıştı. Bugün, her zaman Tanrı’nın bana gösterdiği mucizeden ötürü, ona dolup taşmış bir minnettarlık duygusu içindeyim.

 

Hayatta kalma mucizesi…

Özellikle etrafım çocuklarım ve torunlarımla doluyken, Tanrı’nın bana ayrıcalıklı davrandığını fark ediyorum. Aynı kendini ona ve Kutsal Tora’sına adamış olan diğer hayatta kalanlar gibi. Bu şükran dolu telaşı, her kış mevsiminde, Hanuka Bayramı yaklaşırken iliklerime kadar Tanrı’yı benliğimde duyumsuyorum.

Bu gün bile Hanukiya’mın mumlarını yakarken sevinçten titriyorum ve her Hanuka akşamı, sevgili kaşığımı hatırlıyorum.”

*I. Cohen, üç toplama kampından canlı çıkmayı başarmıştır. Polonya doğumlu olan Cohen, bugün, çocukları ve torunlarıyla Kanada Toronto’da yaşamaktadır. Savaş sırasında ve Nazi kamplarında yaşadıklarını kaleme almıştır.

Dr. Viktor Emil Frankl Kimdir?

Dr. Viktor Emil Frankl (1905 Viyana-1997 Viyana), öğrencilik yıllarında, Sigmund Freud ve Alfred Adler’den etkilendi. 1930’da Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesinden tıp diploması aldı. 1940-42’ye kadar Rothschild Hastanesinin Nöroloji Bölümü’nün ve 1946’dan, 1970 yılına kadar, Viyana Nöroloji Polikliniğinin direktörlüğünü yaptı.1946’da Eleonore Katharina Schwindt ile evlendi, ondan Dr.Gabriele Frankl Vesely adlı bir kızı oldu.

1942’de Frankl, ilk eşi, ailesi ve diğer aile üyeleriyle birlikte bir Nazi toplama kampına gönderildi. 1942’den 1945’e kadar Auschwitz de dâhil olmak üzere toplam dört kampta mahkumiyet yaşadı. Ailesinden geriye bir tek kendisi hayatta kaldı. Savaş sona erince,1945’te Viyana’ya döndü ve ölüm kamplarındaki gözlemleri hakkındaki kayıtlarına dayanarak, kendi teorilerini anlatan bir kitap yazdı. Öldüğü zaman ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı kitabı 24 dilde basılmıştı.

Bir nöroloji ve psikiyatri profesörü olarak kariyeri boyunca, Frankl 30 kitap yazdı. Beş kıtada, 209 üniversitede ders verdi ve dünyadaki üniversitelerden 29 fahri doktora aldı. Harvard ve Stanford’da misafir profesördü ve ‘Logotherapy’ adlı terapisi, Freud’un Psikanalizi ve Alfred Adler’in Bireysel Psikolojisinden sonra, Viyana’daki Psikiyatri Birliği tarafından, Viyana’daki, 3. Terapi Okulu olarak tanındı. Ayrıca Logotherapi, Amerikan Tabipler Birliği ve Amerikan Psikologlar Birliği tarafından, bilimsel temelli psikoterapi okullarından biri olarak kabul edildi.