İslam ülkelerindeki Yahudi yöneticilerinin hüsranı

Arap ülkelerindeki Yahudilerin Dünya Örgütü (WOJAC), temel kitabında kendi felsefelerini dile getirirken, Yahudilere yönelik Arap baskısının 1948 sonrasına özgü olmadığını ileri sürer. Bu durum, İslam’ın doğuşundan beri Araplar ile Yahudiler arasındaki ilişkinin kaçınılmaz bir sonucudur.

Yusuf BESALEL Perspektif
11 Aralık 2019 Çarşamba

İslam hukukuna göre, Müslümanların hâkimiyetine giren Ehl-i Kitap’tan olan gayrimüslimler, ‘zimmi’ statüsündeydiler. Belirli bir vergi (cizye) vermek suretiyle rahatça yaşamak ve kendi dinleri üzerine ibadet etmek, ticaret yapmak, vs. hakkına sahiptiler. Ülke içinde yaşayan insanların tamamının hakları devlet başkanının güvencesi altındaydı.

Yahudiler ve Hıristiyanlar, farklı giysi giyme durumundaydı. Bu statünün, Halife Hz. Ömer’e (633- 644) atfedilmesinin yanı sıra; 2. Ömer (717- 720) zamanında düzenlendiği de sanılmaktadır. Hz. Ömer tarafından konan bu anlaşmanın (Omar Paktı) kuralları arasında; Kuran-ı Kerim’e, Hz. Muhammed’e (SAV) ve Müslümanlığa saygısızlıkta bulunmak, bir Müslümanı dininden döndürmeye çalışmak, Müslüman evlerinden daha yüksek bina ve sinagog inşa etmemek, halka açık yerlerde dini vecibeleri uygulamamak, vb. gibi yasaklar söz konusuydu.

Arap ülkelerindeki Yahudilerin Dünya Örgütü (WOJAC), temel kitabında kendi felsefelerini dile getirirken, Yahudilere yönelik Arap baskısının 1948 sonrasına özgü olmadığını ve köklerinin İslam’da olduğunu ileri sürer. Bu durum, İslam’ın doğuşundan beri Araplar ile Yahudiler arasındaki ilişkinin kaçınılmaz bir sonucudur. Yahudilere yönelik 20. yüzyıl Arap zulmü, toplumsal ve dinsel bakımdan mağdur olan Yahudi’nin, Müslüman yönetimlerin keyfî politikalarının ve çıkardıkları malî güçlüklerin yükünü çektiği, yüzyıllar süren bir geleneğin devamı ve yoğunlaşmasıdır. Avrupa’daki Yahudiler, birçok kez yuvalarından sürülmüş oldukları halde Müslüman tarihinde bunun çok ender olması ve tolerans bu gerçeği değiştirmemektedir.

Ömer Paktı, zimmileri aşağılamanın bir parçası olarak bir Müslüman’ın varlığında eğer oturuyorlarsa, zimmilerin ayağa kalkmasını ister. Zimmiler, ata binmekten kendilerini alıkoyarak ya da silah taşımayarak da düşük düzeylerini göstermek zorundadırlar. Pakt, evlerini Müslümanlarınkinden daha alçak inşa etmek hususunda zimmileri uyarır. Bu yasalar, bazen de uygulanmadı ve Hıristiyanların aşağılayıcı ve ayrımcı dürtüleri ise söz konusu değildi: “Kimin yönettiği ve kimin yönetildiği vurgulanmak isteniyordu.” Hıristiyan topraklarında Yahudi bireylerin sözde ya da gerçek kabahatleri nedeniyle Yahudilerin toplu cezalandırmaya sıkça maruz kalması olağandır. Ama İslam’da ise bir tek Yahudi, Pakt’ı ihlâl etti diye bütün Yahudi cemaatine kitlesel saldırı enderdir. Bununla beraber, İbn Tammiya, İkinci Halife Ömer’e atfedilen bu söylentiyi aktarır: “Aranızda dostane ilişkilerin gelişmemesi için zimmilerle mektuplaşmayın; onları aile adları ile çağırmayın; onları aşağılamalısınız; fakat haksızlık etmeyin.”

Arap yönetim çevrelerinde, zimmilerin her zaman hazır ve nazır varlığı, Yahudileri Hıristiyan Avrupa Yahudileri için tasarlanamayacak derecede devlet işlerine bulaştırdı: Hasday İbn Şaprut, 10. yüzyıl Kordobası’ndaki Endülüs Halifeliğinin diplomasisinde önemli bir rol oynadı. Bir yüzyıl sonra Granada’daki Berberi Krallığı’nın Yahudileri de, cemaatlerinin liderleri Samuel a Nagid’in vezir ve ordu komutanı hizmeti görmesinden onur ve gurur duydular. Fakat aslında Yahudilerin yetkilerine sınırlamalar vardı. Müslümanlara patron gibi davrandığı düşünülen birçok Yahudi yaşamını yitirdi1.

İlk gayrimüslim vezir

İsmail B. Nagrila, Endülüs devrinde iyi bir eğitim almış bir Yahudi olarak, birçok lisan öğrenmiş ve Zir Devletinin başkenti Gırnata’da kâtiplik yaparak, gayrimüslimlerin ödediği cizye vergisi tahsilatı ile görevlendirilmişti, Nagrila,1027 yılında ‘Nagid’ unvanı alarak Endülüs Yahudi toplumunun başkanı olmuş ve 1030 tarihinde ilk gayrimüslim vezir unvanına kavuşmuştu. Babası İsmail Nagrila tarafından iyi bir eğitime tâbi tutulmuş olan Yusuf (Joseph) B. Nagrila da Zir Devletinde vezirlik makamına gelmişti Ancak Yusuf B. Nagrila, bu makamı istismar etti; kendi adamlarını göreve getirdi ve “Müslümanlara karşı patron gibi davranmakla, ikinci sınıf olduğu kaidesini” de aştı. Arap ve Berberilerin nefretini alan Nagrila, bir suikastta acımasızca katledildi2.Hem Arap, hem de Yahudi kaynakları olayın, bu saray adamının giderek kibirli olmasından ileri geldiğini doğrular3.

Selçukluların ülkesinde Sultan Melikşah’ın saltanatı zamanında Yahudilerin nüfuzu oldukça artmıştı. Örneğin Basra’da oturan Banker İbn Altan, ülkenin en zenginlerinden olmuştu, bürokratlar ile iyi ilişkiler kurmuştu ve Vezir Nizâm-ül Mülk’ün iyi bir dostuydu. Ancak buna rağmen kendisini çekemeyenlerin kışkırtmalarıyla ve Sultan’ın emriyle, idam edilmekten kurtulamadı4.

Kur’an metinlerini aktaran bir 13. yüzyıl fetvası, bir Yahudi’nin devlet darphanesinde sikke denetçisi olarak çalıştırılamayacağını belirtir5. Kanunî Sultan Süleyman zamanında ve 1523’te büyük vezir olması gereken Ahmet Paşa, Mısır Valiliği’ne gönderilince, burada isyan çıkarak Mısır Sarrafbaşısı Abraham Kastro’dan kendi adına para bastırmasını istedi. Kastro bunu reddedince; Ahmet Paşa, Yahudi mahallesini Memlûklara yağma ettirdi ve 12 cemaat ferdini fidye karşılığında rehin aldı. Ancak sonra gelişen olaylar, Ahmet Paşa’nın ölümüyle sonuçlandı ve Mısır Yahudileri kurtuluşlarını uzun yıllar ‘Kahire Purim’i olarak kutladılar6.

Ester Kira

16. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Saraylarında etkili bir Yahudi kadın olan Ester Kira, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Harem’e kabul edilmeyi başarmıştı. Sattığı kumaş ve ziynet eşyaları vesilesiyle 3.Murat döneminde Valide Sultanlar ve Gözde Sultanlar ile yakın ilişkiler geliştirmişti. Dış siyasette de oynadığı rolün yanı sıra, yüksek tutkuları nedeniyle Kira, Sipahi Beylikleri’nin dağıtılmasına kadar unvan ve imtiyaz dağıtımına karıştı. Bu şekilde Kira, hem büyük bir servet, hem de birçok düşman edindi. Ekonomik bunalımın da etkisiyle ayaklanan Sipahiler, Ester Kira’yı ve bir oğlunu bulup, linç ettiler7.

 Öldürülen Yahudiler

 Yeşeya Aciman, 18. ve 19. yüzyılda Osmanlı maliyesinde önemli mevki sahibi olan Aciman Ailesinin fertlerindendir. 1.Mahmut, 3.Osman ve 3.Mustafa zamanında (1730’dan 1773’e dek) Yeniçeri Ocağının sarrafı olarak vazife yaptı. Bir iftira üzerine idam edildi. Yeşaya Aciman’ın Saray Sarrafbaşısı olan kardeşi Meir de, 1807’de bir yeniçeri tarafından öldürüldü. Meir Aciman’ın öldürülmesiyle beraber bu mevkiye getirilen yeğenleri Yakov ve Baruh Aciman, 4.Mustafa ve 3.Selim zamanında öldürüldüler8.

Filistin Yahudi Cemaati Lideri Hayim Farhi, Filistin ve Suriye’yi zapt etmek isteyen Napolyon’a karşı çıktı ve Akka savunmasına katıldı. Buna rağmen malî danışmanlığında bulunduğu Ahmet Cezzar Paşa tarafından hapse atıldı ve 1820’de Vali Abdullah Paşa tarafından boğduruldu.

 2.Mahmut padişah olduğunda reformlara başladı. Bu arada Yeniçeri Ocağı Sarrafbaşısı Deli Çelebon, reformlar yapmak isteyen Sadrazam Mustafa Paşa ve Yeniçeri Ağası arasında bocaladığından, Sadrazam’ı kızdırmış oldu ve idam edildi. Keza Yeşaya Aciman, Aciman Ailesinin son maliyeci bireyiydi. Saray sarrafı iken, Yeniçerileri desteklediği savı ile 1820’de servetinin bir kısmına el kondu, Kıbrıs’a sürüldü ve Yeniçeri Ocaklarının kaldırılmasından sonra idam edildi.

Ezekiel Gabay, 1811’de Saray’a sarrafbaşı olarak atandığında, bu atama Ermeni Allahverdioğlu ile Gabay arasında gerginliğe yol açtı. Darphane Müdürü Artin Kazas Harutyun, Rodos’a sürüldü. Allahverdioğlu, Yunanlılarla işbirliği yaptığı savı ile idam edildi. Çelebi Bohor Karmona’nın girişimiyle Kazas’ın vazifesine iade edilmesinden sonra, Haim Fahri’yi boğdurtmuş olan Abdullah Paşa’nın ve Kazas’ın entrikalarıyla Ezekiel Gabay, Yeniçerilere çıkar sağladığı iddiası ile sürüldüğü Antalya’da idam edildi.

Çelebi Behor İsak Karmona ise, banka kurmuş olan ve şap satış tekelini elde etmiş Moiz Karmona’nın torunuydu. Dedesinin işlerinin başına geçen Çelebi Behor Karmona, aynı zamanda Yeniçeri Ocakları’nın para işlerini de yürütmekteydi. Karmona, kurtardığı arkadaşı Artin Kazas’ın Padişah 2.Mahmut’u aleyhinde kışkırtması sonucunda idam edildi. Hayırsever bir cemaat lideri olan Çelebi’nin ölümü, Yahudiler için uzun yıllar yası tutulan üzücü bir olay oldu9.

Bu arada Donna Gracia Nasi’nin fazla sivrilen yeğeni Don Jozef Nasi’nin akıbetine de göz atmak gerekir. İstanbul’a gelen bir Maranos (sahte Hıristiyan Yahudiler) kafilesinin içinde bulunan ve tekrar dinine dönerek bu ismi alan Jozef Nasi, Kanuni’nin şehzadeleri Selim ve Beyazıt arasındaki mücadelede Selim’i destekledi. Selim’in tahta çıkmasıyla Jozef Nasi’nin saraydaki etkisi daha da arttı. 2.Selim, Jozef Nasi’yi Naksos Adası Dükalığı’na getirtti. Avrupa’yı ve batılı devlet adamlarını çok iyi bilen Jozef Nasi, devrin güçlü ülkelerini, başarılı diplomasisiyle Osmanlı’nın önünde müşkül duruma soktu. Sokullu Mehmet Paşa’nın muhalefetine rağmen Nasi, nefret ettiği Venediklilerden Kıbrıs’ın zaptı için uğraşı verdi. Ada, 1570 – 1571’te Lâla Mustafa Paşa’nın askerî birlikleri tarafından ele geçirildi. Ancak 1571’de İnebahtı Savaşı’nın kaybedilmesiyle, Venedik ile uzlaşma tartışmalarını yürütmekle Salamon ben Natan Eskenazi görevlendirildi. 1574’te 2.Selim’in vefatıyla birlikte Jozef Nasi, Saray’daki etkinliğini tamamen yitirdi ve Sokullu’nun etkisiyle, Sultan 3.Murat döneminde servetine de el kondu10.

 

Munis Tekinalp

Osmanlı’nın son zamanlarında ve TC döneminde

Emanuel Karaso (1862- 1934), Selânik’te doğdu. İttihat ve Terakki Cemiyet’inde ve Meclis-i Mebusan’da yer aldı. Kendisi Siyonizm’i reddetmesine ve İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet ideali için uğraşı vermiş olmakla beraber; 2.Abdülhamit’in hal edilmesine karışan heyette yer alması, bugün dahi antisemitler için güçlü bir malzeme oluşturmaktadır. Borçlar nedeniyle İtalyan vatandaşlığı almak için uğraştı ve İtalya’ya göç etti, orada öldü11.

Nesim Masliyah (1878- 1931), Manisa’da doğdu. İttihat ve Terakki’ye girdi. Meclis-i Mebusan’da Siyonizm’i kesinlikle reddetmiş ve Kudüs mebusu Ruhi El Halidi tarafından yapılan sataşmaya karşın: “… Burada refah-ı hal ile yaşayan bir millet, zannederim bu memlekete hıyanet etmez! Bu memlekete daha ziyade eder. Musevilerden ziyade dost adam bulamazsınız” demiştir. Yaşamının sonu hüsranla bitti. Bazı bürokratlara rüşvet vermekle suçlandı ve bu durum bu değerli insanı çok üzdü ve hastalanarak yurtdışında bir seyahatte vefat etti12.

Munis Tekinalp (Moiz Kohen, 1883- 1961), zamanın en güçlü akımı olan Türkçülüğe kendini adamış bir Türk vatanseveri ve idealistti. Ancak ne geniş toplumda, ne de Yahudi Cemaati’nden gerekli alakayı gördü. Günümüzde ise Tekinalp, Kemalist- ulusalcı kesim ile İslâmcı kesim arasında devam eden mücadelede laikliği savunan her şahsiyetin Dönme ve/ veya Yahudi olduğuna inanmış bir kesim için recmedilmesi şart olan bir figüre dönüşmüş olup (takdir ile değil) ekseriyetle lânetle anılmaktadır13.

İzak Altabev ve Yusuf Salman, Demokrat Parti milletvekiliydiler. 27 Mart 1960 askeri darbesinden sonra diğer milletvekilleri ile beraber tutuklandılar. Yusuf Salman, Yassıada’da kalp krizi geçirerek 28 Kasım 1960’da vefat etti. Anayasa’yı ihlâl etme suçundan yargılanan İzak Altabev’in ise suçu sabit görülerek, dört yıl ve iki ay hapis cezasına mahkûm oldu, Kayseri’ye gönderildi ve burada rahatsızlanarak 6 Mart 1962 günü vefat etti. Bu iki eski milletvekillerinin siyasî yaşamlarının hazin bir şekilde sona ermesi zaten siyasete girmeye hiç de hevesli olmayan Cemaat yetkililerini siyasetten büsbütün soğuttu14.Öte yandan merhum eski DP Gümrük ve İnhisarlar Vekili Hâdi Hüsman, anılarını derlediği kitapta, mebusların askerî personel tarafından darp edildiğini ve gayrimüslim mebuslara “bundan daha çok pay ayrılmış” olduğunu da zikretmektedir15.

Hahambaşı Haim Naum Efendi (1873- 1960): 1909’da isad edilen Haim Nahum Efendi, sadece cemaatine hizmet eden bir dinî lider olmakla kalmamış, devleti adına birçok yabancı ülke ile diyalog kurmuştu. Bu arada Lozan görüşmelerinin sonuçlanması için defalarca yurt dışına çıkmış, Mustafa Kemal’e sadakatini de dile getirmişti. Yahudi Cemaati için de uğraşılarda bulunan Nahum, buna rağmen hakkındaki olumsuz yorumlar nedeni ile Nisan 1920’de görevinden istifa etmiş ve Mısır Hahambaşılığı’nı üstlenmişti. Buna karşın günümüzde Hilâfet düşmanı ve Siyonist sıfatları ile birtakım çevrelerce yaftalanması talihsizliği söz konusudur16.

Keza Hıristiyan âleminde sivrilen Yahudilerin akıbetinin, daha sıklıkla aynı ve hatta daha kötü olduğu, bu meyanda yapılabilecek benzeri bir örneklemeli araştırma ile sabit kılınabilir.

Konuyu Mişna Gimal’den bir alıntı ile bitirebiliriz: “Yöneticilerden sakının, Çünkü onlar bir kişiyle yalnızca kendi ihtiyaçları için dost olurlar. Çıkar sağladıkları sürece dost görünürler, ama insanın ihtiyaç anında onun yanında durmazlar.”17

 

 

 

---

1 Yahudi Tarihi, Cilt 1, Yusuf Besalel, Gözlem Gazetecilik…, 2001, S. 242, 247, 248.

2 İkinci Uluslararası İsrail ve Yahudilik Çalışmaları Konferansı, 2018 Bildiri ve Öz Kitabı: “Endülüs Mekanizmasında Yahudiler”, Enes Şanal, S. 102- 110.

3 Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt 1, S. 248.

4 İkinci Uluslar arası… “Selçuklular Devrinde Yahudiler”, Hüseyin Kayhan, S. 228- 237.

5 Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt 1, S. 248.

6 Osmanlı ve Türk Yahudileri, Yusuf Besalel, Gözlem Yayıncılık, 1999, S. 27.

7 a.g.e., S. 35- 36.

8 a.g.e., S. 41.

9 a.g.e., S.43

10 a.g.e., S. 32- 33.

11 “Selanik Mebusu Emanuel Karasu, Hayatı ve Siyasî Faliyetleri”, Zeynep Uçak, Libra Kitapçılık ve Yayıncılık, 2016

12 “Osmanlı Meclisinde Musevî bir Mebus: Nesim Masliyah”, Serhan Kemâl Saygılı, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXXI/2, 2016, S. 523- 542.

13 “Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp”, Cilt- 1, Rifat Bali, Libra Kitap, 2012, S. 337- 338.

14 “Devletin Örnek Yurttaşları (1950- 2003)”, Rifat N. Bali, Kitabevi 393, 2009, S. 81- 82.

15 “Harırladıklarım Düşündüklerim”, Hâdi Hüsman, Baha Matbaası, 1975, 239- 240.

16 “Son Osmanlı Hahambaşısının Mektupları”, Esther Benbassa, Milliyet Yayınları, 1998, S. 188 ve diğerleri.

17 “Ataların İzinde”, Rabi Yaakov Hillel, Perek 2, Yerushalayim, 2019, Avot 1: 10.