Marco Bellocchio İtalyan yakın tarihini mercek altına aldığı filmler serisini ‘HAİN’ ile sürdürüyor
Sekseninde üretkenliğini sürdüren Marco Bellocchio, İtalyan tarihinin en büyük Mafya çatışmasını, Tommaso Buscetta’nın itirafından sonra 475 kişinin tutuklanmasını ve yargılanmasını anlatıyor. Stanley Kramer’in ünlü Nürenberg Mahkemesi’nden bu yana sinemadaki en iyi mahkeme filmlerinden biri olan ‘Hain’de izleyici Palermo duruşmasını heyecanlı bir tenis maçı temposunda izliyor. Cesaret, ihanet, aile değerleri, sadakat gibi temaların hakkını veren film, Hollywood’un Mafya filmlerinden ayrılarak, Buscetta ve Savcı Falcone’yi birer kahraman veya anti-kahraman olarak değil, insani yönleriyle yansıtmayı etik buluyor.
İtalyan sinemasının Altın Çağı’nın önemli temsilcisi Marco Bellocchio, ülkesi yakın tarihini mercek altına aldığı filmler serisini ‘Hain/İl Traditore’ ile sürdürüyor.
Başbakan Aldo Moro’nun katlediliş öyküsü ‘Günaydın, Gece/ Buongiorno’, Notte (2003) ve Benito Mussolini dönemindeki faşizmin yükselişinin öyküsü ‘Vincere’den (2009) sonra, Bellocchio ‘Hain’de İtalyan tarihinin en büyük Mafya çatışmasını anlatıyor.
Sicilya’nın en kötü şöhretli Mafya babalarından birinin gerçek hayat hikâyesini sinemaya aktaran film, Tommaso Buscetta’nın sessizlik yemini ‘Omerta’yı bozarak, 475 kişinin tutuklanmasına ve yargılanmasına yol açan itiraflarından yola çıkıyor.
Anti-Coppola Mafya filmi
İtalyan kökenli Coppola, Scorsese, De Palma, Ferrera gibi Amerikalı yönetmenler Mafya üzerine söylenebilecek her şeyi söylediler. Bellocchio’nun ‘Hain’i ilk yarım saatinde örgütü klasik yöntemlerle, üyelerinin dayanışma ve sürtüşmeleriyle anlatıyor. Bilinenin tekrarı olan, düş kırıklığı yaratan bu giriş bölümünün ardından gelen ‘itiraf’ sekansıyla film hız kazanıyor. Tommaso’nun iki oğlunun kaçırılıp intikam için öldürülmesi, Brezilya’daki sığınma günleri, İtalya’ya iadesinden sonra tutuklanıp itirafa zorlanması, tarihi Palermo duruşmalarıyla film bambaşka bir kulvara sapıyor.
Francis Ford Coppola, sinema tarihinin en ünlü Mafya filmi ‘Baba’da Carleone ailesini ve Mafya’yı yücelterek anlatmayı seçmişti. ‘Hain’, Hollywood gibi Mafya dünyasını romantize etmekten uzak duruyor. Film, Buscetta ve Savcı Falcone’yi birer kahraman veya anti-kahraman olarak ele almıyor, onları insani yönleriyle yansıtmayı etik buluyor.
‘Hain’de Buscetta’nın portresi ailesini seven, hayatta kalmak için adaletle işbirliğini seçen, kendisini asla hain olarak görmeyen bir insan olarak çiziliyor. Senaristler alışılmış destansı Mafya filmlerinin atmosferinden uzak, Buscetta’yı ailesine karşı sorumluluklarıyla Omerta yemini arasında sıkışıp kalmış, çıkışsızlık yaşayan bir insan olarak ele alıyor.
Öykü anlatmadaki becerisi bilinen Bellocchio, bu senaryoyu cesaret, ihanet, aile değerleri, sadakat gibi temaların hakkını veren mükemmel bir mizansenle işliyor. Hollywood filmlerinin aksiyon sahnelerine itibar etmeyen yönetmen, itirafçı Buscetta ile Savcı Falcone konuştuktan sonra, İtalyan Mafya’sında yaşanan depremi çarpıcı bir sinema diliyle anlatıyor.
Buscetta’yı tutuklanan meslektaşlarıyla buluşturan mahkeme sahnelerini, bir tenis maçı atmosferi ve heyecanıyla izliyoruz. Stanley Kramer’in iki Oscar Ödüllü başyapıtı ‘Nürenberg Mahkemesi/Judgement At Nurenberg’den (1961) bu yana ‘Hain’ sinema tarihinin en iyi mahkeme filmlerinden biri. Sürekli bağırarak konuşan, vahşi hayvanlar gibi kafeslere tıkılmış Mafya liderleriyle, konuşmamak için ağzını iğne iplikle diken, deli taklidi yapan, Buscetta’ya nefret çığlıkları atan sanıklarıyla, sükûneti sağlamada yetersiz kalan beceriksiz hakimleriyle, karnaval havasındaki Palermo duruşmalarıyla, Bellocchio izleyicisini adeta bir tiyatro sahnesine taşıyor.
İtalya’nın kirli politik ortamına eleştiri
Mafya liderlerinin birbirlerine sataşmalarını, mimiklerini tespit eden Vladan Radovich’in kamerası, izleyiciyi nefes nefese izlenen bir spor müsabakasına götürüyor. Özenle yazılmış diyaloglar tansiyonu sürekli ayakta tutuyor.
Film 1980’de ‘eroinin başkenti’ sayılan Palermo’da, Cosa Nostra liderlerinin katıldığı bir kutlamada Buscetta’yı (Pierfrancesco Favino) tanıtmakla başlıyor. Üç karısından olan yedi çocuğuyla mutlu ve otoriter bir aile reisi olarak yaşayan Buscetta’nın örgütün bazı icraatlarından memnun olmadığını görürüz. Nitekim örgütün kanlı hesaplaşmaları sırasında 1982’de Brezilya’ya kaçtığına tanık oluruz.
Tutuklanıp İtalya’ya iade edilince, Buscetta Mafya mücadelesinin sembol ismi Giovanni Falcone’ye (Fausto Russo Alesi) itirafta bulunup işbirliğine girmesiyle, örgüt kendisine ‘hain’ damgasını vurur. Palermo’da 1986’da başlayıp 90’lara kadar süren duruşmalar sonunda Cosa Nostra tarihinin en büyük darbesini alır.
Mafya’nın intikam için 1992’de (bazı politikacıların da destek verdiği) yaptığı bombalı suikast sonrası Falcone öldürülmüştü. Filmde bu cenaze töreninin arşiv görüntüleri de kullanılıyor.
Palermo duruşmalarında, Cosa Nostra liderleri (biri hariç) Buscetta ile yüzleşmeyi kabul etmedi. Mahkeme sonrası itirafçı, İtalyan hükümetinin himayesinde uzun yıllar ABD’nin birkaç şehrinde gizlenerek yaşadı. Korku içinde geçen ihtiyarlığında Nisan 2000’de New York’ta eceliyle öldü. Girdiği karanlık dünyanın iç hesaplaşmaları, Buscetta’nın iki oğlunu, üç yeğenini ve altı akrabasını kaybetmesine neden olmuştu. Film Buscetta’nın bilinmeyen yaşamına odaklanıyor.
Filmin Cannes’daki basın toplantısında Bellocchio, senarist ekibinin Tommaso Buscetta’yı tanıyan bir üniversite profesörü ve son avukatından yararlandığını anlattı.
Realist bir bakış açısına sahip senaryo, Omerta’yı bozan, suçsuz olmalarına rağmen taşıdıkları soyadı yüzünden katledilen çocuklarının intikamını alan Buscetta’nın gerçekçi bir portresini çiziyor.
Bu rolde iri yapılı aktör Pierfranko Favino mükemmel performansı ile kazandığı En İyi Erkek Oyuncu Gümüş Kurdele Ödülünü hak ediyor. Bazı sahnelerde yüzünde lateksten bir maskeyle oynayan, canlandırdığı karakterin ses tonunu dahi taklit eden Favino, ünlü bir televizyon dizisi oyuncusu olarak ün yaptı. ‘Romanzo Criminale’ adlı bu dizi Michele Placido’nun filminin TV uyarlaması.
Politik sinemanın büyük ustası
Yazımı İtalya’nın en saygın sinemacılarından, 2010’da İstanbul Film Festivali’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan senaryo yazarı-yapımcı-yönetmen Marco Bellocchio ile bitirmek istiyorum.
1939 doğumlu sanatçı, din ve felsefe eğitimi aldıktan sonra sinema okudu. 26 yaşındayken gerçekleştirdiği ilk uzun metrajlı filmi, skandalları seven İtalya’da çok tartışıldı. ‘Cepteki Yumruklar/Pugni in Tesca’ (1965) adı gibi yumruk etkisi yapıyordu.
İlk filmiyle çıtayı çok yükseklere koyması Bellocchio’nun aleyhine oldu. Orson Welles örneğinde olduğu gibi işe zirveden başlama durumu yönetmenin lehine olmadı. (Welles, sinema tarihinin en önemli filmi sayılan ‘Yurttaş Kane’inin (1941) sonrasında yaptığı filmlerle sürekli karşılaştırıldı).
‘Çin Yakındır’ (1969) o günlerin siyasi modası Mao hayranı bir filmdi. ‘Babam Adına/Nel Nombre del Padre’ (1972), Katolik Kilisesine bir saldırı idi. ‘Boşluğa Atlayış’ (1980) çeşitli kurumlara eleştiri getiriyordu. ‘İyi Günler, Gece/Buengiorno, Notte’ (2001) ise yaman bir siyasi filmdi.
‘Yenmek/Vincere’ (2009) Mussolini’nin gizli eşi İda Dalser ve oğlu Benito’nun öyküsünü işleyen, faşizm tarihi üzerine ilginç tezler öne süren cüretkar bir filmdi. 2007 Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapan Bellocchio’nun bu festivalde ikisi Belirli Bir Bakış bölümünde, yedisi ana yarışmada dokuz filmi gösterildi.
Venedik Film Festivali’nde Bellocchio ‘İyi Günler, Gece’ ile Altın Aslan ve En İyi Senaryo Ödüllerini, ‘Blood of My Blood’ (2015) ile FIPRESCI Ödülü’nü, ‘Çin Yakındır’ (1967) ile Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Berlin Film Festivali’nden ise ‘La Candanna’ (1991) ile kazanılmış bir Jüri Ödülü’nün sahibi.
20. yüzyılda İtalya’nın ahlaki, sosyal ve politik sorunlarını otopsi masasına yatıran, sekseninde üretkenliğini sürdüren anarşist ruhlu Marco Bellocchio kariyeri boyunca faşizmi yerden yere vurmuştu.
‘Hain’ ile sıranın Mafya’ya gelmesinin kaçınılmaz olduğunu gösterdi.