Girit’in güneyi kimi zaman uçurumsu bir göçük, kimi zaman mutedil bir eğim. Vadilerle parçalanmış doğada, kızıl kayalar arasından ulaşılan kumsal, büyük-küçük kertenkelelerin keyifle dolaşıp, güneşlendiği, çatal dilleri ile avladığı bir el değmemiş cennet. Kumsalın kavuştuğu çırpıntılı denizin adı ise Libya Denizi. Denizin ötesi, geçmişin Cyrenaica ve Marmarica’sı, bugünün Libya’sı. Libya ile Girit arasındaki mesafe 250 deniz mili kadar. Her ikisinin doğusunda, Ege Denizinin Levant Havzası var. İşte Libya Denizi ile Anadolu Yarımadasının güneybatı ucu burada temas halinde.
Petrol Libya’ya para yanı sıra huzur getirseydi
libya dünyanın dokuzuncu en büyük petrol rezervine sahip. 1959 yılında Sirte’nin batısında faaliyete geçen yabancı şirketler, 1973’e kadar karadan çıkan tatlı petrolü (Libya Sweet) kaymakla yedi. Bu tarihten sonra Kaddafi bir gecede şirketlerin yüzde 51 hissesini Ulusal Petrol Şirketine (NOC) aktardı. Ancak teknoloji fakiri olduğu için özellikle offshore petrol arama ve çıkarmalarında yine yabancı şirketlere bağlı kaldı. Karadaki petrol ile yetinmeyen şirketler ise, 1977 yılında, önce ülkenin batısında, Trablusgarp’ın 100 deniz mili açıklarında Bouri ve El Curf Petrol Yataklarını üretime açtı. Sonra ülkenin doğusunda-batısında kara ve denizde yeni petrol yatakları bulundu.
2011 yılında iç savaş patladığında, Libya’nın kişi başına geliri 11.200 dolardı. Oysa 2018 itibarı ile 6300 dolar. Ülke üç parçaya bölündü. Petrol yatakları ve rafineriler büyük ölçüde doğuda, Bingazi etrafında. Dolum tesisleri ise Sirte çevresindeki DAİŞ bölgesinde. Yabancı şirketler Libya baharından sonra, bir süre faaliyetlerini askıya aldı. BP ve ENI, 2014 yılında geri dönse bile, projeler büyük ölçüde batıda, Birleşmiş Milletler’in meşru kabul ettiği bölgedeki, Ghadames kuyularına yoğunlaşmış durumda. Doğu Libya ise çeşitli ülkelerin verdiği desteğe ve Sirte çevresindeki petrol yataklarının üçte ikisinin sahipliğine rağmen, BM tarafından tanınmayan Tobruk yönetimi nedeniyle, yeni aramalardan mahrum. Trablusgarp’daki Ulusal Uzlaşma Hükümeti yönetimi, petrol gelirlerinin üçte birini ve ücret ödemeleri için gerekli meblağı her ay muntazaman Tobruk’a göndermekte kusur etmiyor. Ama bu Tobruk’da Halife Haftar’ın hak iddia ettiği üçte iki payı almak için Trablus yönetimine karşı savaşmasının nedeni. BM’nin tanıdığı Trablus yönetimi, AB ülkelerinin Halife Haftar ile mücadelesinde kendisine yeterince destek vermediği gerekçesi ile 2019 Mayısında, başta Total olmak üzere 39 şirketin arama ve çıkarma izinlerini iptal etti. Şimdi denizden-karadan petrol ile çevrili Libya, hem savaşla, hem de üretime devam eden yabancı şirketler olsa bile, yeterli sermayeden yoksun.
Doğu Akdeniz’in uzlaşmaz Ortağı Türkiye’nin Libya çıkışı
Doğu Akdeniz’de, Münhasır Ekonomik Alan Anlaşmaları (EEZ), 2000’li yılların başından itibaren ikili bazda imzalanmakta ve deniz yetki alanları belirlenmiş durumda. İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs hatta kırılgan Lübnan arasında ortak araştırma, çıkarma, paylaşma ve satış planları da aldı yürüdü. Büyük şirketler ve paydaş ülkeler, bu alanlarda çıkarmaya başladıkları/çıkarmayı umdukları doğal gazı ne yapacaklarını düşüne dursunlar, Yunanistan ve İtalya da işin içine sadece bulup, çıkarma değil, aynı zamanda pazara aktarmanın lojistik bacağı olarak katıldı. Türkiye, işin başında İsrail ile işbirliği yapamamakla hata etti. Bu ülkeyi Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya ile de ittifaka itti. Bu arada, kendi teşvik ettiği ittifaka kendi çomak sokmak ve henüz tam pişmemiş aşa soğuk su katmak için, KKTC ile, adanın kuzeydoğu ve kuzeybatı ucunda, arama faaliyetine girdi ise de tepki topladı. Haklıydı, ama hakkını iyi savunamadı. Öyle ki, tasarlanan su altı boru hattının, kendi kıta sahanlığından geçirilerek, Rodos Adasına ulaştırılma planına bile itirazı pek kabul görmedi. Üstelik donanma hamiliğindeki araştırma faaliyetleri, hem AB, hem de ABD yaptırım tehdidine maruz kaldı.
Ancak Doğu Akdeniz’in beşli ittifakı bu arada önemli bir hata yaptı. Doymak bilmez doğal gaz bulma iştihası, Yunanistan’ın da teşviki ile Girit açıklarında şirketlerin arama yapmasını projelendirmeye başladı. Bunun ise akla hemen getirdiği iki soru vardı: 1. Girit açıklarında doğal gaz aranması, Türkiye’nin Ege kıta sahanlığı ve deniz sınırlarını ihlal etmez mi? 2. Aynı girişim, hâlâ büyük bir kargaşa içindeki Libya’nın deniz yetki alanı ve haklarını gaspederek, Girit açıklarında doğal gaz arayabilir mi? İşte bu sorulardan mülhem meşruiyet arayışı ile 27 Kasım’da, Türkiye BM nezdinde meşru Trablugarp hükumeti ile bir Deniz Sınırı Belirleme Mutabakat Muhtırası, bir de Askeri İşbirliği Anlaşması imzaladı. Trablus hükumeti hemen anlaşmalara bağlı olduğunu bildirdi. TBMM muhtırayı ve anlaşmayı onadı. Yunanistan, Sarraj hükumetinin büyükelçisini istenmeyen adam ilan etti. Türkiye’yi de Uluslararası Adalet Mahkemesine şikâyet etti. Ancak Türkiye yaptığı bu çıkışla, sadece Levant denizinde kendi deniz sınırlarının kendine bahşettiği hakkı değil, aynı zamanda, Libya’nın, Libya Denizi çevresindeki hakkını savunmuş oldu. Bu aslında yıllardır sergilediği uzlaşmaz tutum yerine, Doğu Akdeniz’de atması daha iyi olabilecek bir ilk adımdı.
Ama belki bazı şeyler beklendi
Bu arada tabii Trablusgarp-Ankara anlaşmasının uluslararası meşruiyet tartışmaları sürüyor. Ama bence bu işin lafazanlık kısmı. Asıl önemli olan önce neden, Libya’nın hakkı gözetilmeden Girit açıklarında doğal gaz aranmasına Tobruk’ta mukim halife Haftar hükumetinin de itiraz etmediği ve bu konuyu, Trablus hükumeti ile bir uzlaşma paydası olarak görmediği. Öte yandan Türkiye bu konuyu neden şimdi gündeme getirdi sorusu önemli. Bence Türkiye, önce TANAP (Transanatolian Pipeline) devreye girmesini ve İpsala’dan geçip, yine bir başka TANAP (TransAdriatic Pipeline) olmaya hazır olmasını bekledi. Çünkü artık, Yunanistan ve Kıbrıs ne yaparsa yapsın, AB de istediği yaptırım tehdidini savursun, Libya-Türkiye anlaşmasının geçerliliğini gölgelemeye kalkarsa, o zaman TANAP/TANAP boruları arıza yapabilir. Öyle olunca Şah Denizi gazından mahrum AB, Rus gazına daha fazla muhtaç kalır. Nitekim AB komisyonunun yeni dış temsilcisi, Josep Borrell, “Şimdi Türkiye’ye yaptırım zamanı değil, uzlaşma zamanı” diyiverdi. Bu işte bu nedenle Türkiye’nin, Libya ile yaptığı anlaşma, hem iyi bir zamanlama, hem de geçmişte yaptığı oyunbozanlıkların kısmi telafisi için atılmış beklenmedik bir adım olarak kabul edilmeli.
Libya-Türkiye Deniz Egemenlik Alanı Belirleme Anlaşması’nın hukuki yönü tartışmalı olmaya devam edecektir. Üstelik Sarraj hükumeti bu gün düşse, anlaşmanın hükmü kalmayabilir. Ayrıca anlaşmanın işlevsel yönü zaten bir hayli nahif. Çünkü Doğu Akdeniz’in en batı köşesinde yapılan bir sınır belirlemenin Türkiye için “Ben de buradayım, Libya da” demekten öte, bir maddi çıkarı yok gibi. Türkiye Petrolleri Sarraj’dan petrol lisansı alabilir mi? Bu belirsiz. Ama hepimiz Türkiye’nin Akdeniz’ de kağıt üzerinde güzel kalem oynattığını ve muntazam bir çizgi çizdiğini gördük. İş ki suya çizilmiş bu resim, hırçın dalgalara kapılmasın ve karşımıza başka yerlerde sorun olarak çıkmasın. Bir de tabii inşallah ‘davet bile edilsek’ Libya’ya savaş kıtaları yollama hatasında bulunmayız.