Vaat Edilmiş Topraklarda Yaralı Ruhlar

Günümüz Ortadoğu’sunun dinamikleri, literatüre Filistin sorunu olarak geçen Arap – İsrail kavgasını daha ne kadar gündemde tutacak? Bölge dengelerinin kısa aralıklarla alabora olduğu 21. yüzyılın beşte birlik döneminde, İsrail üzerinden salınmaya devam edilen Yahudi düşmanlığının ötesinde, bu sorunun çözümsüzlüğe mahkûm edilmesinin rasyonel nasıl bir nedeni olabilir?

Marsel RUSSO Perspektif
25 Aralık 2019 Çarşamba

1939-45 savaşından galip, ancak aslında büyük bir yenilgi ile çıkan Britanya’nın Manda yetkisini Birleşmiş Milletlere iade etmesi, bölgedeki gerginliği gidermekten uzak bir hamleydi. Geriye doğru bakıldığında, Majesteleri hükümetlerinin dünyanın yeniden yapılandığı savaş sonrası dönemde, uzun seneler boyunca taşımaktan yakınmadıkları birçok coğrafyadan kaçarak gitmeleri, buralarda yaşama durumunda olanların ahenk içinde bir gelecek kurmalarını olanaksız hale getirmişti… Ortadoğu ve onunla eşanlamlı hale gelen Yahudi – Arap ya da İsrail – Filistin sorunu, bu anlamda halen canlı, belirleyici ve yalnız bölge halklarını değil, devletler topluluğunun genelini, doğrudan ya da dolaylı etkileyen bir karaktere sahip…

‘Arap ve Yahudi, Vaat Edilmiş Topraklarda Yaralı Ruhlar’ olarak tercüme edilebilecek ‘Arab and Jew, Wounded Spirits in a Promised Land’ adlı, kendisine Pulitzer Ödülü kazandıran kitabında, gazeteci David K. Shipler, kavganın kaynağına inmeye çalışıyor.

David Shipler Yahudi değil. Çalıştığı New York Times adına 1979 – 1986 tarihleri arasında İsrail muhabirliği yapmış. Bu süre içinde değişik geçmişlere sahip, değişik hayat görüşleri içinde yoğrulmuş yüzlerce kişi ile tanışmış, sohbet etmiş, bu insanların birbirlerine olan husumetlerinin nedenlerini anlamaya çalışmış! Kitabında, gördüklerinden, duyduklarından, yaşadıklarından hareketle, bir yandan alıntılar yaparak, öte yandan çıkarımlarda bulunarak oldukça derin bir analiz gerçekleştiriyor.

Altını ilk çizdiğim satırlarını alıntılamak isterim:

“Her iki halk da kurbandır. Her ikisi de yabancılardan zarar görmüş, birbirlerini de derinden yaralamışlardır… Geçmişlerini şekillendiren yalnızlık her iki halk için de abartılı olmayan gerçek bir duyguyu ifade eder. Birbirlerine olan yaklaşımları da, İsrailli bir Yahudi’nin belirttiği gibi, ‘ateş ve benzin’ gibidir… Hem Araplar hem de Yahudiler, hem azınlık hem de çoğunluk olarak yaşamaktadırlar: Yahudiler, yaşadıkları tüm topraklarda, ki burada Ortadoğu coğrafyasının da altını çizmek gerekir, hep azınlık olarak bulundular. Buna karşılık Filistinliler de geniş Arap nüfusu içinde küçük bir azınlığı ifade ederler. Ancak bölgelerinde her iki halkın da çoğunluk içinde yaşamakta olduğu 2014 sayımları ile kayıt altına alınmıştır1.

Ortadoğu’dan söz edildiğinde, buraların tarihinin müthiş bir esnekliğe sahip olduğu konusunda hem fikir olunması gerekir, yazara göre. Enine boyuna rahatça çekilebilen, aynı rahatlıkla bükülebilen, tarafların görüşlerine göre kolayca kalıp içine alınabilen cinsten bir yaklaşımdır bu. Nitekim inanışlar açısından bakacak olursak, eski dünya kıtalarının birleştiği yerdeki bu toprakların Yahudilikte de, Hıristiyanlıkta da, Müslümanlıkta da yeri, önemi vardır. Burada günümüzde Filistinli Arap deyince görmezden gelinen önemli bir noktanın altını çizmek gerekir: Bu nüfus, çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte, Hıristiyan unsurları da barındırır. Bölgeye artan Yahudi ilgisi sonrasında oluşan Arap milliyetçiliğinin ilk temsilcileri de Hıristiyan Arap halk arasından çıkmıştır. Bunlar, toplumlarının sosyo-kültürel anlamda gelişmesi için, ekonomik olarak serpilmesi için duyarlı bir gayret içine girmişlerdir2.

Siyasi İslam’ın ivme kazanması ile günümüzde İsrail – Filistin sorunu bir Yahudi – Müslüman sorunu olarak algılanmaya başlanmıştır ki bu, tarihsel gerçeklerden uzak bir yaklaşımdır.

Tekvine göre bu toprakları Tanrı Avraham’a ve onun zürriyetine vermiştir. Yazara göre, günümüz modern İsrail’inde, var oluşlarını bunun üzerine kuran Yahudiler, tarih boyunca bölgede hüküm sürmüş İslam varlığını görmezden geliyorlar. Ancak benzer şekilde de Araplar, Hz. Muhammed döneminden yüzyıllar önce Yahudilerin buralarda Krallıklar kurduklarını ve siyasi bir güç olarak varlıklarını sürdürdüklerini yok sayıyor ve bölge tarihini Müslümanların fethi ile başlatıyorlar!

 

Araplarla Yahudiler arasındaki ilişkiler üç ana başlık altında incelenebilir3.

Bunun birincisi savaşın mekaniğidir: Milliyetçilik, terörizm, dinci mutlakıyet gibi alt başlıklardan söz etmek mümkün. Bölgede hüküm süren hava, zihinleri ele geçirmiş bu mekaniğin sonucu olarak karşımıza çıkar. Kin ve nefret bundan güç alır.

İkinci başlık iki halkın birbirini nasıl gördükleri ile ilgilidir. Kendi algılarında birbirleri ile ilgili yarattıkları stereo tipler belirleyici olur… ‘İlkel, egzotik Arap’ ya da ‘Yabancı, üstten bakan Yahudi’ gibi…

Ve son olarak iki halkın birbiri ile olan etkileşimi önem kazanır. Kültürel ve dini ilişkilerin karmaşıklığı bağlamında, birbirine yabancı olan, on yıllarca birbirine düşman olarak yetiştirilen bu iki halkın arasındaki mesafeye anlam veren bu gerçektir.

Bu aşamada atlanmaması gereken önemli bir nokta da bu iki halkın homojen birer topluluk olmadığı gerçeğidir. Dolayısı ile genellemeler üzerinden yaklaşımlarda bulunmak bizleri hiçbir zaman doğru değerlendirmelere götürmeyecektir.

Örneğin Arap halkının Yahudiler ile olan konumlanması nerede yaşadıkları ile yakından ilgilidir: İsrail sınırları içinde İsrail vatandaşı olarak yaşayan Araplar vardır. Batı Şeria’da Filistin Özerk Yönetimi sınırları içinde ve Doğu Kudüs’te yaşayanlar vardır ki bunların hatırı sayılır bir kısmı Ürdün vatandaşıdır. Gazze Şeridinde yaşayanlar vardır, bunlar da Mısır vatandaşıdır genelde. Mülteci kamplarında yaşamak zorunda bırakılanlar vardır. Diğer Arap ülkelerine yerleşmiş, hayatlarını burada devam ettirenler olduğu gibi, dünyanın değişik ülkelerine dağılmış olanları da vardır, hiç şüphesiz.

İsrail’in Yahudi nüfusu dünyanın dört bir yanından buraya toplanmıştır. Kimi doğu Avrupa’daki pogromlardan, kimi Nazi zulmünden kaçmışlardır. Kimi devletin kuruluşundan çok önceleri, kimi ise çok sonraları bu topraklara göç etmişlerdir. Kimi Aşkenaz kökenlidir kimi ise Sefarad’tır. Bir de İsrail Devletinin kuruluşundan sonra Arap ülkelerinden kaçmak zorunda kalanlar vardır. Onları da unutmamak gerekir.

İlişkiler böylesi karmaşık fonksiyonlar üzerine oturmuşken Arap ve Yahudi’yi anlamak, onların ilişkilerini değerlendirip buradan bazı yargılara ulaşmak hiç de kolay değildir, son tahlilde…

1 Kitabın verdiği dipnota göre 2013 – 2014 yıllarında gerçekleştirilen çalışmalarda bölgede yaşayan Arap ve Yahudilerin 6,1 milyonluk bir eşitlik sağladığından söz ediliyor. Bu rakam, İsrail sınırları içinde, Doğu Kudüs’te ve Golan Tepelerinde yaşayan 1,7 milyon; Batı Şeria’daki 2,6 milyon ve Gazze deki 1,8 milyon Arap nüfusu ifade eder. Golan Tepelerinde ve yerleşimlerde yaşayan Yahudi nüfus da İsrail’in Yahudi nüfusunu ifade eder.

2 Tom Segev’in One Palestine Complete adlı kitabı Hıristiyan Arapların, Arap milliyetçiliğine katkılarını ve Yahudi yaşantısının gelişmesi karşısındaki tepki ve çaresizliklerini derinlemesine anlatır.

3 Kitabın giriş kısmı, s. 16