DasDas’ın Yeni Oyunu: ‘Westend / Batının Sonu’

Yeni yıla Festivalin son yazısıyla değil, sahnelenmekte olan yeni iki oyunla girmek istiyorum. Son Festival yazısı haftaya…

Erdoğan MİTRANİ Sanat
31 Aralık 2019 Salı

1967 yılında Worpswede / Almanya doğan, çok sayıda edebiyat ödülü sahibi roman ve oyun yazarı Moritz Rinke2013’te Tarabya Kültür Akademisi’nin bursyeri olarak İstanbul’da bulunmuş, İKSV Salon’da bir Oyun Yazarlığı Atölyesi de yönetmiş. 

İstanbul seyircisi Rinke’yi ilk kez 2016’da ‘Seviyoruz ve hiçbir şey bilmiyoruz’adlı, oyunla Moda Sahnesinde tanımıştı. Günümüz toplumunun dört temsilcisinin, onları niye hâlâ birbirleriyle yaşadıkları sorusuna kadar götüren traji-komik öyküsünün bu müthiş zeki güldürünün ardından Rinkeyeni oyunu ‘Westend’de yüzyılımızın tüm bireysel trajedilerini yine hınzır bir komedi olarak aktarıyor.

DasDas Tiyatro’da bu mevsim sahnelenmeye başlayan ‘Westend - Batının Sonu’oyununun yönetmeni Tuğsal Moğul, süpervizörü Hakan Savaş Mincan. Sahne ve ışıktasarımını Cem Yılmazer,kostüm tasarımını Eylül Gürcan, koreografiyi Deniz Atlıüstleniyor.

İzlemeden önce bile, oyunun adından içerdiği dualite (ikilik) hissediliyor. Bilindiği gibi, Westend, hem New York, Londra ve Berlin’de mevcut birer semtin adı, hem de sözlük anlamı olarak batının sonudur.Moritz Rinke, Goethe’nin, mutlu birçiftin, evlerine gelen iki ziyaretçi yüzünden huzurlarının bozulmasını irdeleyen‘Seçilmiş Yakınlıklar’ına gönderme yaptığını belirttiği oyununda, öyküsünü ikilikler ve karşıtlıklar üzerinden aktarıyor.

Oyun, varlıklı üst sınıfı simgeleyen yepyeni, ferah ve büyük bir villada geçer. Bu geniş bahçeli ve henüz çok boş villanın sakinleri estetik cerrah Eduard ile başarılı bir şarkıcı olan karısı Charlotte’dır. Villa, Charlotte’un babasının sahibi olduğu galerideki bir resmin satılması sayesinde alınmıştır. Charlotte’un çok istemesine karşın çocukları olamadığından, koca villada sadece ikisi yaşarlar. Olaylar, Eduard’ın yakın arkadaşı Michael ile ailenin genç komşusu Lilly’nin villaya gelmesiyle gelişir. Eduard (Mert Fırat),krizdeki Batının klasik tuzu kuru bireyidir. Tıp eğitimi sonrası hayat kurtarma yerine yüz ve bedenleri güzelleştirmeye, düzeltmeye yönelmiştir.Afrika ve Afganistan’da savaşlarda hayat kurtarmaya çalıştıktan sonra ülkeye dönenkendisinden daha genç arkadaşı, ‘Sınır Tanımayan Doktorlar’dan Michael(Gün Koper), Eduard’ın tam karşıtıdır. Eduard, yaptığı işi“Bugün herkes her şeyin sahtesini yapıyor. Her şey sahtesiyle değiştiriliyorken benim ne suçum var? Diplomanın bile sahtesi yapılıyor” diyerek savunurken, Michael,Batı şiddetinin mağdurlarının, anlamsız ölümlerinin ve umutsuz ölüm kalım mücadelelerinin hikâyelerini getirmektedir.

Eduard yaşadığı dünyaya uyum sağlamışken, bu dünyaya yeni dönen Michael, gönderdiği Afrika kitabının hiç açılmadığını gördüğünde, Afrika ya da Afganistan için hep yüzeysel önlemler alan Batı toplumuna isyan eder. Titizlikle yaptığı masayı parçalaması hem bu vurdumduymaz Batıya kızgınlığının göstergesi hem de yurda dönüşü artık kimseye yardım edemeyeceği anlamına geldiğinden, kendine olan hırsının da tezahürüdür sanki.

Farklı iki kutup da Charlotte ve Lilly’dir. Yaz aylarında babası Marek ve onun Amerikalı-Rus sevgilisi Eleonora ile birlikte yaşayan tıp öğrencisi hayat dolu genç komşu kızı Lilly(Naz Çağla Irmak),kendi evinde rahat edemediği için Charlotte’un davetini kabul edip villaya yerleşince Eduard ile ilişkiye girmeyi doğal kabul eder. Sakin, düşünceli ve ölçülü Charlotte (Tülin Özen),deli dolu Lilly’nin antitezi gibidir. Michael’dan savaş bölgelerinde yaşananları dinledikten sonra, bugüne kadar dünyaya tepkisini sanat üzerinden vermiş olan Charlotte şarkı söylemeye devam etmek, ya da gerçek hayatta insanlara doğrudan yardım etmek konusunda kendisin sorgulamaya başlar. Charlote’un evlenmeden önceki eski sevgilisi Michael ile tekrar beraber olmaya başlaması, Eduard / Lilly ilişkisinin bir yansıması olarak bu ikilikler serisini, tamamlar.

Michael cephede bir çocuğu ameliyat ederken, Eduard ile Charlotte’un evlenecekleri haberini aldığında dikkati dağılarak çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Çocukla, onun ölen kardeşinin cenazelerini Sudan-Çad’a götürmek için çok uğraşmış, Eduard’dan yardım istemiştir. Eduard her türlü desteği vererek tabutların THY ile gönderilmesini sağlamıştır ama, iç savaş sebebiyle Libya’ya inemeyen uçak İstanbul’a geri dönmüştür. Sahnede, Michael’ın üzerlerine ‘Here Lies the Truth / Burada Gerçek Yatıyor’ diye yazdığı iki çocuk tabutu, sanki hem trajik geçmişin anısını hem de Eduard / Michael arkadaşlığının ve Eduard / Charlotte aşkının ölümünü simgelemektedir.

Kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin sadece kendi fikrini söylediği Lilly’nin doğum günü partisine, Lilly’nin çağırmamasına karşın babası Marek (Evren Bingöl) ve sevgilisi Eleonora (emsalsiz bir Pervin Bağdat) da gelir. Bu garip partinin ardından Charlotte ve Eduard’ı evde yeniden yalnız bulduğumuz final sahnesinde olası bir umut kapısına rağmen ilişkinin artık sonlanacağı açığa çıkar.

Tuğsal Moğul ve Hakan Savaş Mincan, ‘Westend’i geniş ve neredeyse boş bir sahnede,oyunun tüm yükünü oyuncuların yeteneklerine dayandırarak sahnelerken, müthiş profesyonel ve yetenekli ekiplerinden harika bir takım oyunculuğu elde ediyorlar. Mert Fırat ve Tülin Özen, Eduard ile Charlotte’un inişli çıkışlı ilişkisini aktarırken mükemmel bir iş çıkarıyorlar. İlk kez ‘Red Light Kışı’nda izlemiş olduğum Gün Koper, Michael gibi çok farklı bir karaktere getirdiği heyecan verici yorumla, geniş bir oyuncu yelpazesi olduğunu kanıtlıyor. Kısacık rolünde Pervin Bağdat’ın ışıltılı yorumu her zamanki gibi sahneyi aydınlatıyor. ‘Yakaranlar’dan anımsar gibi olduğum, Evren Bingöl de çok iyi. 

Ama benim için gecenin büyük keşfi, Naz Çağla Irmakoldu. İlk kez sahneye çıkan bu genç oyuncu, ünlü ve çok güçlü ekibe uyum sağlamak bir yana, Lilly yorumuyla çoğu zaman öne çıkıyor. Gelecekte kendinden çok söz ettirecek bir yetenek!

Çağımızın sorunların ilginç açıdan bakan bir kara komedinin çok başarılı sahnelemesi. 5, 6, 13, 28 Ocak’ta ve sezon boyunca DasDas Tiyatro’da. 

 

 

Versus Tiyatro’nun ikinci yenisi  ‘Kreutzer Sonat’

Toprak sahibi soylu bir ailenin oğlu olan büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828 -1910), yaşamının son otuz yılında bunalıma girerek yaşamın anlamına ilişkin sorunların yanıtını İncil’de aramış, kendini insan, aile, din, devlet, toplum, özgürlük, boyun eğme, başkaldırma, sanat ve estetik konularında kuramsal çalışmalara vermiş, yıllarca üzerinde düşündüğü insanlık sorunlarını edebi bir kurguyla ele almıştır. 1889’da yayınlanan kısa roman / uzun hikâye formatında ‘Kreutzer Sonat’, ailesinin rahat yaşamıyla inancının gerektirdiği basit yaşam arasındaki çelişkinin iyice zorladığı Tolstoy’un, yaşamının son dönemindeki yeni ahlak anlayışını da yansıtır.

Konuyu kısaca özetlersek‘Kreutzer Sonat’, uzun bir tren yolculuğu sırasında Pozdnışev’in tek kişilik bir anlatı olarak bütün evlilik sürecini gözden geçirdiği bir metindir. Henüz 16 yaşına bile girmeden fahişelerde şehveti keşfeden, giderek şehvet arayışını etrafında bulduğu “müsait” kadınlarla sürdürmeyi öğrenen Pozdnişev, otuzlu yaşlarına girerken, genç güzel ve masum bir genç kızla evlenir. Çiftin balayında başlayan geçimsizliği giderek karşılıklı hor görüye, sonra da nefrete dönüşür. Pozdnişev, yıllar sonra karşılaştığı okul arkadaşı Trouhaçevski’yi evine davet edip karısıyla tanıştırınca, çok iyi piyano çalan karısıyla usta bir kemancı olan arkadaşı arasında müzik üzerinde gelişen bir dostluk başlar. İkili, bir süre beraber çalıştıktan sonra verdikleri küçük bir resitalde, Ludwig Van Beethoven’ın keman ve piyano için bestelediği la majör, 9 numaralı, op.47 Kreutzer Sonat’ı seslendirir. Trouhaçevski’nin karısını, kendisine haber vermeden ziyaret ettiğini öğrenen Pozdnişev, bir kıskançlık krizine girerek karısını öldürür. Tutuklu olarak mahkemenin başlamasını 8 ay bekledikten sonra (anlaşılan çarlık Rusya’sında da iddianame bekleme geleneği varmış!) aldatılmış kocanın işlediği aşk cinayeti sanığı olarak beraat eder…

‘Kreutzer Sonat’güzel yazılmış, yalın ve etkileyici bir metin ama rahatsız edici bir tarafı var. Okudukça Pozdnişev’in özelde karısını, genelde bütün kadınları küçümseyen ve ötekileştiren bakış açısını Tolstoy’un da paylaştığı hissediliyor. Anlaşılan, 19. yüzyıl Rusya’sının varlıklı kesiminde yetişmiş olan yazar, döneminin erkek egemen görüşünü kendini dine verdiği zaman bile sürdürmüş, son yıllarındaki basit yaşam özlemi başta karısı bütün ailesince ters karşılandığında bu aşağılama bir tür kadın düşmanlığına dönüşmüş.  

Kayhan Berkin,Versus Tiyatro’da yılın son yapımı olarak uyarlayıp yönettiği ve oynadığı Kreutzer Sonat’ı sahneye aktarırken, uyarlamayı da aşan, anlatıya olabildiğince sadık kalırken, anlatıcının derinlerine inebilen çok sağlam bir dramaturgi çalışması yapmış. Döneminin kadın erkek ilişkilerini, toplumun baskısını inceden inceye irdelerken, Pozdnişev’in tutku ve kıskançlık içinde kaybolduğu iç dünyasına çok başarılı bir eleştirel yaklaşım da getirmiş. Olaylar ve duygularla müzik arasında kurduğu bağlantı da müthiş etkileyici. 

Tek kişilik oyunun Ses Tasarımını Joe Conchie, Pozdnişev’in duygusal iniş çıkışlarını başarıyla yansıtan ışık tasarımınıAlev Topal üstlenmiş.Dönemi neredeyse birebir yansıtan kostümüyle, Kayhan Berkin’in, 55 dakikaya zavallı bir yaşamın tüm trajedisini sığdırdığı nüanslı, incelikliPozdnişev yorumuysa tek kelimeyle harika.

Yılın en etkileyici monodrama çalışması. İzlenmesi şart. 

4 Ocak Kadıköy Boa Sahne, 11 Ocak Asmalı Sahne, 15 Ocak Bomontiada, 26 Ocak Uniq Box, 29.Ocak Kültüral Performing Arts ve sezon boyunca İstanbul tiyatro sahnelerinde.

Sevdikleriniz ve sevenlerinizle birlikte mutlu ve sağlıklı bir yıl geçirmeniz umuduyla, hepinize iyi seyirler dilerim.