Stefanie…

“Hiç kaybetmezsen başarını ölçemezsin. Birkaç defa kaybedince, kazanmanın zorluğunu anlarsın. Hedeflerine ulaşmayı gerçekten istiyorsan, kazanmak ve kaybetmek üzerine düşünüp zaman harcayamazsın. Önemli olan daha iyisini yapabilmeye odaklanmaktır. Babam bana bunu öğretti.”

Mete YAYLALI Spor
8 Ocak 2020 Çarşamba

14 Haziran 1969 tarihinde, o günkü Batı Almanya’nın Mannheim şehrinde dünyaya geldi Stefanie Maria Graf.

Tenis antrenörü ve kullanılmış araba satıcısı baba Peter Graf kızında nasıl bir yetenek gördü ya da “Bu işte para var şansımızı deneyelim” mi dedi bilinmez ama evin oturma odasında tahta bir raketle kızına tenis oynamasını öğretmiş. Stefanie’nin doğduğu yıllarda ve hemen öncesinde kortlarda Margaret Court, Chris Evert ve Billie Jean King fırtınalarının estiğini fakat henüz hiçbir Alman tenisçinin kayda değer başarısının olmadığını da not etmek gerekir. Gerçi 80’lerin başından itibaren kadınlarda ilk 10 içine Bettina Bunge, Sylvia Hanika, Claudia Kohte-Kilsch girecek ve elbette klasmanın zirvesine de 1972 yılında tenise henüz başlayan Steffi Graff yerleşecektir ama daha 15 yıl vardır. Erkeklerde ise bir Alman tenisçinin zirveye çıkmasına çok zaman vardır fakat 90’lar başlarken Steffi’den iki yaş büyük Boris Becker dünya 1 numara koltuğuna oturacaktır. Becker’den iki yaş küçük Steffi, 1987 yılında Becker’den dört yıl önce kadın tenisinin zirvesindedir. Bu jenerasyonun Alman tenisine büyük sıçrama yaptırdığı çok belli.

Bugün Almanya Tenis Federasyonuna kayıtlı 5 milyon tenis sporcusu varsa bu iki efsanenin büyük katkısı olduğu açıktır.

Yine de Alman tenisi dendiğinde 1934 ve 1936 Roland Garros kazanan; 1935, 1936 ve 1937 Wimbledon ile aynı yıl US Open finalisti olan Baron Gottfried Von Cramm’ı unutmamak gerekir. Dünya kortlarında mücadele eden, basında yer bulan böylesi sporcular ülkelerin sporuna ilgi akışının nedenidir. Bu sporcuların bilinir ve görünür başarıları yeni sporculara hedef gösterir. Bizim eksiğimiz aslında burada ortaya çıkıyor. Ülkenin tenis tarihinde 1930’ları geçtik, son 50 yıl içinde bir yerlerden başlayan bir başarı grafiği olmadığı gibi, bir şeyler yapmaya uğraşan genç sporcular destek bulamamakta, yap-boz projelerle günü kurtarmaya uğraşıp siyasi iktidara iş yapar gibi görünen bilgisiz federasyon yöneticileri ile bunları göremeyen belki de hiç ilgilenmeyen devletin spor yönetimi sayesinde daha çok uzun yıllar bol bol yazarız.

Neyse biz Stefanie Maria Graf’a dönelim.

ROBOT

Üç yaşında tenis öğrenen, beş yaşında kortlara çıkan ve altı yaşında kendinden yaşça büyük çocuklarla antrenman yapan, aynı yaşlarda turnuva oynamaya başlayan ve önce bölgesel sonra ülke çapında sayısız junior turnuva kazanan bir yetenek. Çok etkili bir forehand, çok atletik, çok hızlı.

13 yaşında profesyonel hayata adım atan bir robot.

Gerçekten de Steffi Graf’ı sporcular ‘robot’ olarak tanımlıyor. Kort dışında hiçbir sporcuyla konuşmayan, arkadaşlık kurmayan, kortta duygularını asla belli etmeyen, hiçbir daveti kabul etmeyen, soğuk ruhsuz bir robot.

“Babama göre benim hayatımda sadece tenis olmalıydı, ne bir erkek arkadaşım oldu ne de sosyal bir hayatım. Babam hep çevremde bir koruma kalkanı oluşturur, kimse ile görüşmeme izin vermezdi.”

18 yaşına kadar babasıyla çalışan Steffi bu tarihlerde eski bir Çek tenisçi olan Pavel Slozil ile beş yıl çalışacak ve ardından da kariyerinin sonuna kadar eski bir İsviçreli tenisçi Heinz Günthard ile zirvede kalacaktır.

Her şeye rağmen eğer Stefanie Maria Graf bugün bile tenisin efsanelerinden Steffi Graf olarak görülüyorsa, ardındaki güç, baba Peter Graf olmalıdır.

Peter, kızının bütün antrenman programını olduğu gibi turnuva programını da büyük bir dikkatle yapmakta ve kontrol altında tutmaktadır. Steffi’nin erken yaşlarda spordan kopmasını önleyecek tek yöntem budur. Öyle ki 1985 yılında 16 yaşındayken yılda on turnuva oynayıp US OPEN yarı finaline çıkarken, kendisinden bir yaş küçük Arjantinli Gabriela Sabatini o sene 21 turnuva oynayacaktır.

İKİ ŞAMPİYONUN EVLİLİĞİ

1999 Roland Garros şampiyonluğu ardından Andre Agassi ile nişanlandılar. Agassi de turnuvanın erkekler şampiyonuydu.

2001 yılında evlendiklerinde yanlarında sadece anneleri vardı.

Her iki sporcu da kariyerlerini babalarına borçlu olmasına rağmen nedense hep babalarından şikâyet etmişlerdi. Bu mutlu günlerinde de yanlarında babaları yoktu.

Üç yaşında eline aldığı tahta bir raketle bir tenis tutkusu yarattı Steffi. Chris Evert “Kadın tenisinin en iyisi” dedi ama bütün gençlik döneminde neredeyse sadece müthiş atletik özellikleri, sprinter karakteri, çıkmaz denen topları kurtaracak kadar iyi top takibi ve hissi ile zor karşılanan bir forehand ile kazandı. Daha sonra kendine kötü bir slice forehand geliştirdi fakat servisini de 170 Km/h gibi bir hıza yükseltti. Herkesten daha fazla 1 no. koltuğunda kaldı, herkesten daha fazla sakatlansa da üstesinden geldi, çok güçlüydü.

Andre Agassi - Steffi Graf çiftinin bugün 18 yaşında bir erkek ve 16 yaşında bir kız çocukları var.

İki efsane tenisçi çocuklarının tenis oynamasını istemediler, önermediler ve tercih etmediler. Çocuklar birçok spor yaptılar fakat anne baba gibi tenisçi olmadılar, olmalarını belki de engellediler.

Soranlara da dediler ki:

“Çocuklarımızın tenis sporcusu olmasını tercih etmiyoruz. Tenis tuhaf bir spor. Bu yüzden çok fazla ikinci nesil oyuncu görmüyoruz. Bizim için bu, çocuklarımızı hayatlarını paylaşabileceğimiz bir şekilde yetiştirmek ve hayatları için endişelenmemekle ilgili bir konudur.”

2001 yılında Steffi Graf bir basın toplantısında “Bana Steffi denmesini tercih etmiyorum, benim adım Stefanie!” demişti.

Önemli bir şey diyordu ve içinde gizli bir duygu vardı galiba.