Arena Ensemble’dan bir dünya prömiyeri ‘Profil Perdu / Kayıp Kimlik’
“Heykel ya da resimde ‘Profil Perdu / Kayıp Profil’, bir kişinin sırttan, yüzü hafifçe yana dönmüş olarak gösterilmesidir. Yüzün dörtte üçü kafanın gerisi tarafından gizlendiği için şahsın profili kayıptır.”
Lizbon merkezli Beatriz Batarda ve Marco Martins’in yönetiminde film, tiyatro ve dans gibi farklı disiplinleri bir arada kullanarak yeni teatral performans formları araştıran, performatif sanatların devamlı evrilen dünyasında deneysel riskler almaktan çekinmeyen bir topluluk Arena Ensemble.
Arena Ensemble, Marco Martins’in yönettiği Beatriz Batarda ve Romeu Runa’nın, Kafka’dan Zizek’e, Sylvia Plath’tan Siri Hustvedt’e, Sofokles’den Shakespeare’e, Francis Bacon’dan George Steiner’e, Philip Roth’dan George Oppen’e çok sayıda yazarın metinleri eşliğinde oynadığı yeni oyunu ‘Profil Perdu’nün dünya prömiyerini 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yaptı.
İki oyuncu bilinmeyen bir seyircinin huzurunda. Bilinçli ve bilinçdışı bir yığın düşüncenin birbirine geçtiği bir anılar deposu olarak iki beden. Çocukluk anıları ve ebeveynlikle ilişkilerini dramaturjik yapının merkezine alan oyuncular, birçok karakteri, ‘ben’leri bünyelerinde toplayarak alışılmadık ilişkiler ve köprüler kuruyorlar. Çıkış noktaları ehlileştirilebilir ve ehlileştirilemez olan arasındaki gerilim sonucu ortaya çıkan mekânlar, zamanlar ve ruh hallerinin kendini gösterdiği bir inşaat alanı ve arena olarak aile yaşamı.
Performans, aile yaşamını ele almak için evlat olma durumu, toplumsal cinsiyet, gerçek ve kurgunun temsili arasındaki sınırlar ve kesişen dilleri mercek altına alıyor. Tanımları reddeden bir insan, bir kadın, bir erkek, bir baba veya bir baba olmanın anlamı ve sorunluluğu üzerine derin düşünceler denebilir.
Beatriz Batarda ve Romeu Runa’nın kişisel anıları ile onların yolculuklarıyla bir rezonansa giren ya da yolculuklarını zorlaştıran metinleri bir araya getiren Marco Martins, belirgin karakterleri veya mekânları olmayan zamansız bir drama inşa ediyor… Her ikisi de birer ebeveyn olan oyuncular da hem kendileri hem de başkalarının çocukluğunu birer çocuk olarak yaşıyor.
Biz ve etrafımızdaki bazı izleyiciler, seyretmek için çok iyi bir yere oturmuştuk ama devamlı ışık vurduğu için üst yazıları okumak imkânsızdı. Bu sebeple bizler ‘Profil Perdu’yü festival web sitesinden alıntılamış olduğum yukarıdaki ayrıntılardan tamamen habersiz olarak izledik.
Ancak, durumu anlattığım Festival Direktörü Leman Yılmaz, müthiş nezaket göstererek orijinal metni temin ettikten sonradır ki sahnede izlediğimiz performansla metinleri bağdaştırabildim.
Ancak, sahnedeki iki oyuncunun performansı o kadar büyüleyiciydi ki, üst yazıları çözmekle birkaç dakika cebelleştikten sonra, tamamen vazgeçip tamamen görselliğe odaklandım.
Gösteri siyah eşofman giymiş bir kadın ve bir erkekle başlıyor. Erkek kısa bir süre sonra üzerindekileri çıkarıp sadece bir boxerle kalıyor. Bu soyunma belki kimliğinden, belki de ergin kişiliğinden sıyrılarak saflığa ve çocukluğa dönüşün simgesi. Androjen bir insana dönüşen bu çocuk/adam kendini tamamen kadınının yönetimine terk ediyor ve annenin ve/veya babanın her istediğini gerçekleştirmeye çalışıyor. Bundan sonrası iki bedenin benzersiz birlikteliğinin oluşturduğu anlatılması zor, izlenmesi heyecan verici görsellik. Bunda en önemli etken Romeu Runa’nın olağanüstü beden hâkimiyeti. Çocuktan, bir kara derilinin bedeninin eğilip bükülmesine dönüşen, çıplak ayakla danstan aynı rahatlıkla tap dance’a geçen, en erkeksi ifadeden cinsiyetsize, hatta kadının tüniğine bürünüp karşı cinse dönüşebilen Runa gerçekten de olağanüstü.
Etkisi izledikten sonra da devam eden, çok katmanlı çok etkileyici bir gösteriydi. Arena Ensemble’ı önümüzdeki yıllarda yeniden izlemeyi çok isterim.
Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu ‘Incendies / Yangınlar’
Sayısız ödül ve unvan sahibi, oyunları dünyanın en önemli tiyatrolarında sahnelenen tiyatro yazarı, oyuncu, yönetmen Wajdi Mouawad 1968’de Lübnan’da doğmuş. Aile iç savaştan kaçmak için 1977’de Fransa’ya, 1983’te de Kanada’ya göç etmiş. Montréal’de Abé carré cé carré ve Paris’te Au Carré de l’hypoténuse adıyla yeni metinleri sahnelemeyi amaçlayan iki tiyatro topluluğu kuran Mouawad’ın yaşamıyla oyunları, göçebelikten, kimlik arayışı ve kültürel yabancılaşmadan izler taşır.
Mouawad, 1997’de yazmış olduğu ‘Littoral’ adlı oyunu yeniden kurgulayarak, dört ana elementi simgeleyen ‘Le Sang des Promesses / Vaatlerin Kanı’ adlı dörtlemenin başına getirmiş. Dörtlemenin ilk üç bölümü ‘Littoral / Kıyı’ (1997) (Su), ‘Incendies / Yangınlar’ (2003) (Ateş) ‘Forêts / Ormanlar’ (2006) (Toprak), yaşadıkları yerlerden uzakta ailevi sırların içinde gömülü kalmış geçmişlerinin peşindeki ana karakterlerin, sonsuzluğun anlamını arayışlarını ya da belleğin önemini vurgular. Kendi tarihlerinin peşinde zaman bariyerini aşmak için tarihin labirentinde kaybolarak giriştikleri, kimi zaman trajik boyutlara ulaşan bu yolculuğun sonunda aslında ‘kim’ olduklarını öğrenirler. Dörtlemenin final bölümü ‘Ciels / Gökler’ (2009) (Hava) ise diğerlerinin bir antitezi niteliğindedir. Mouawad bu son oyunda geçmişin dolambaçlı kıvrımlarından vaz geçerek, geleceğe doğru, yaşananlardan daha beterlerini engellemek için koşmayı yeğler.
Artık yerleşik bir kadroyla çalışmakta olan Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu, sanatsal çeşitliliği canlı tutabilmek amacıyla her prodüksiyonu için farklı bir yönetmenle çalışmayı yeğliyor. Repertuarına yeni aldığı ‘Yangınlar’ı da Murat Daltaban’a emanet etmiş.
‘Spoiler’ vermemek için fazla ayrıntıya kaçmadan ‘Yangınlar’ın konusunu kısaca özetleyelim.
İkiz çocukları Janine ve Simon’u sevgisizce büyüten Nevval, ölümünün ardından açılan vasiyetnamesinde, ikizlerin yaşadığını bile bilmedikleri babalarını ve varlığından haberdar olmadıkları ağabeylerini bulmalarını ister. Erkek egemen değerlerin hâkim olduğu, savaşların yaşam biçimine dönüştüğü bir coğrafyada, çocuğundan koparılmış bir kadının, diğer iki çocuğunu sürüklediği bu yolculuğu sonunda, çocuklar geçmişlerindeki korkunç sırrı keşfederlerken, annelerinin ve genel olarak Ortadoğu coğrafyasının kan, acı, yoksulluk, cehalet ve öfkeyle yoğrulmuş hayatlarıyla yüzleşirler.
Arayışın sonunda öğrenilen gerçek, ucuz bir melodram öğesi değil, oyunda adı bir kere bile geçmese de Ortadoğu’nun dinmeyen ‘Yangınlar’ının ülkesi Lübnan’da sonsuza dek durmaksızın tekrarlanmakta olan trajedinin doğal bir sonucudur.
Mouawad’ın oyunu Janine-Simon / Janaan-Sarwan, Yazı yazmayı öğrenen kadın / Şarkı söyleyen kadın, Nihad / Abu Treq gibi ikilikler (dualities) üzerinden gelişiyor. Daltaban, bu ikiliği sahneye aktarırken orta eksene göre tam simetrik bir dekorla (dekor ve ışık tasarımları Cem Yılmazer) görsel olarak yansıtıyor.
Metnin tematik ikiliği ‘Trajik savaş gerçeği / Mitolojik karakterler’ için de genç ekibinin başarılı gerçekçi oyunculuklarıyla müzikli ve koreografik bir hareket düzenini (müzik Oğuz Kaplangı, koreografi Tan Temel) harmanlıyor.
Sonuç olarak olağanüstü bir metnin, hem gerçekçi hem şiirsel öğelerini ortaya çıkaran, trajik boyutunu da hep hissettiren başarılı bir sahneleme.
Heyecan Verici Bir Belgesel Tiyatro Örneği: Bir Onassis STEGI & Goethe-Institut, EUROPOLY ortak yapımı ‘Temiz Şehir’
Dramaturg, oyuncu, yazar Prodromos Tsinikoris, Yunanlı bir göçmen ailenin çocuğu olarak 1981’de, Wuppertal’da doğmuş. Atina ve Berlin’de çalışmayı sürdüren Tsinikoris 2011’den beri 1978 Selanik doğumlu Anestis Azas ile birlikte yazıp yönettikleri belgesel tiyatro oyunlarına yoğunlaşmışlar. 2015’ten beri birlikte Yunan Ulusal Tiyatrosu 1. Deneysel Sahnesi’nin direktörlüğünü yapan Anestis Azas ile Prodromos Tsinikoris’in araştırmaları, metni ve yönetmenliği üstlendiği 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nin son uluslararası yapımı ‘Temiz Şehir’, ortak belgesel tiyatro çalışmalarının altıncı ürünü.
Beş kadın var karşımızda. Kendi ülkelerindeki koşullar yaşamlarını giderek zorlaştırdığında, daha iyi bir hayat arayışıyla Yunanistan’a gelmiş, ancak umduğunu değil bulduğunu kabul etmek zorunda kalarak, ülkenin dört bir yanında, kimsenin istemediği temizlik işlerini yapmak zorunda kalmış beş kadın. Yunanistan’a geldiği günden bu yana Atina’nın zengin banliyösü Ekali’de çalışmış Filipinli bir kadın, 1990’larda gelip orada burada çalışmış Moldovalı bir soprano; Yunan felsefesi ve kültürü üzerine eğitim almaya gelen, daha sonra eşini ve iki çocuğunu da Yunanistan’a kaçıran bir Arnavut kadın, bir Yunanlıyla evlenip Yunanistan’a gelmiş Güney Afrikalı bir kadın; Onassis Merkezi’nde çalışan pek çok temizlikçiden biri olan Bulgar bir kadın... Bu kadınları herhangi bir tiyatro oyuncusundan ayıran özellik de hepsinin, biri emekli, diğer dördü hâlâ fiilen çalışmaya devam eden gerçek birer temizlik işçisi olmaları.
Sahneye gerçek yaşamdan insanları taşıyan ‘Temiz Şehir’ projesinin çıkış noktası, birkaç yıl önce, ekonomik kriz doruğa ulaşmışken, neo-Nazi Altın Şafak Partisinin ‘ortalığı temizlemek’ sloganıyla kışkırtılan, Yunan toplumunun günah keçisi arayan kesiminin ülkede yaşayan yabancılar, göçmenler ve mültecileri hedef alması olmuş.
Bu kadınlar, hangi koşullarla Yunanistan’a geldiklerini, kaçak işçi olarak zorlanmalarını, çalışma izni alma çabalarını, bunca yıl sonra Yunanistan’ı nasıl gördüklerini, ekonomik krizden nasıl etkilendiklerini hiç şikâyet etmeksizin, büyük bir samimiyetle, hınzır bir kara mizah duygusuyla, hem eğlenip hem eğlendirerek, hatta kimi zaman şarkı söyleyip dans ederek izleyicilerle paylaşıyorlar.
Tabii ki ‘Temiz Şehir’ temaları ve anlatısıyla yöreselden evrensele açılan bir öykü. Bu beş kadın giderek, kendilerini nelerin beklediğini bilmeden başka bir ülkede daha iyi yaşam şartları ümit eden tüm göçmenlerin yazgısını anlatıyor.
Olağanüstü bir festivale olağanüstü bir kapanış oyunu…
Hepinize iyi seyirler dilerim.