O sabah uyandığında oldukça heyecanlıydı. Yıllardır hayal ettiği, ülkenin en büyük takımlarından birinin forması ile ilk antrenmanına çıkacaktı. Bugün için çok çalışmıştı. Her antrenman öncesi erkenden sahada olup çalışmaya başlamış, antrenman bittikten sonra kendini geliştirmeye çalışmaya devam etmişti.
Basketbol onun için bir kaçış yoluydu aslında. Anne-babası arasındaki sürekli tartışmaların, kardeşinin bu ortamda ne kadar kötü etkilendiğinin, kendisini derslere yeterince verememesi nedeniyle üniversitede yaşadığı sorunların hepsini unutuyordu sahaya çıktığı zaman. Çok sevdiği bu sporu yaparken başka hiçbir şey düşünmüyor, sadece koçunun söylediklerine konsantre oluyor ve bunları uygulamaya çalışıyordu. Antrenman olmasa da bu düşüncelerden uzaklaşmak için, boş zamanlarında bile kendisini oturdukları evin iki sokak altındaki sahaya atıyordu. Basketbol oynamak o kadar iyi geliyordu ki; ne kadar yorulduğunu ancak eve gidip yatağına uzandığında hissediyordu.
Gözü parada değildi, sadece oynadığı basketboldan keyif almak ve başarılı olmak istiyordu. Kardeşine iyi bir gelecek hazırlamayı hedefliyordu, buna yetecek kadar para kazansa yeterdi. Üç yıldır oynadığı semt takımından ülkenin en büyük takımlarından birine transfer olmuştu. Katıldıkları bir turnuvada, izleyenler arasındaki bir menajerin dikkatini çekmiş, gelen teklifi de hiç düşünmeden hemen kabul etmişti. Uzun yıllar oynamak ve şampiyonluklar elde etmek istediği yerdeydi.
Kulübün forması ile ilk sahaya çıktığında, o maçta süre alamasa da, atmosferden büyülenmişti. Isınmadan önce bir süre etrafı izlemekten kendisini alıkoyamamıştı. Modern salon, oyuncuların rahatı düşünülerek planlanan soyunma odası, iyi oynamaya teşvik eden tribünler baştan çıkartmıştı. Bir an evvel oyuna girmek ve kendisini gösterebilmek için can atıyordu. Ama koçu henüz erken olduğunu, oynayacak zamanın geleceğini söylüyordu. O da çalışmaya devam etmiş ve oynayacağı maçların gelmesini beklemişti.
Takımdaki rekabet oldukça fazlaydı. Birbirinden kaliteli oyuncular, dünyanın önde gelen takımlarında forma giymiş yıldızlar ve takımın başında genç ama gelecek vaat eden bir koç bulunuyordu. Genç oyuncuların bu ortamda süre alması zor görünse de, koçun gençlere önem vermesi ve onları adapte etmek istemesi bir avantajdı. Ligin nispeten kolay maçlarında forma giymeye başlamış ve bu maçlarda iyi performanslar göstermişti.
Kendi sahalarında oynadıkları bir maçta uzun süre forma giyme şansı bulmuştu. Aynı pozisyonda oynadığı yıldız oyuncunun o günkü hastalığı, bir fırsat sunmuş; o da bu fırsatı değerlendirmişti. İlk oyuna girdiğinde bacaklarının heyecandan titrediğini hissediyordu. İlk heyecanı çabuk atlatmış ve topu ellerinde hissetmeye başlamıştı. Takımı iyi organize ettiği gibi, gerektiği zamanlarda kendi skorunu da atmıştı. Koçun da eski bir guard olması, çok yardımcı oluyordu. Yaptığı hataları veya eksik yerine getirdiği noktaları koçu hemen paylaşıyordu, o da çok istekli bir şekilde bu hataları veya eksikleri düzeltmeye çalışıyordu.
Fiziksel olarak da değiştiğini hissediyordu. Kolları ve bacakları güçlenmiş, vücudundaki kas oranı artmıştı. Basketbolda artık gücün ve atletizmin ne kadar önemli olduğunun farkındaydı. Kulüp de buna özen gösteriyordu. Taktiksel antrenmanlar kadar spor salonundaki aletli antrenmanlar da planın önemli bir parçasıydı.
Takım ile antrenmanlara çıkmaya başlayalı yaklaşık yedi ay olmuştu. O günkü maça ilk beş başlamış ve henüz sekiz dakikada 12 sayı atmıştı. Koçundan, takım arkadaşlarından ve taraftarlarından olumlu tepkiler alıyordu. İkinci çeyreğin hemen başında takımı hücumdayken top yine ellerindeydi. Attığı sayıların da motivasyonuyla boyalı alanda bir boşluk gördü. Önündeki savunmacının zayıf ayağına doğru topu sürdü, rakibini geçti ve potaya doğru uzanarak bir turnike daha bıraktı. Taraftarlar yine alkışlıyor, anonsçu ismini haykırıyordu; ama kendisi topun çemberden geçtiğini bile görememişti. Gözleri kararmış ve sağ topuğunda sanki bıçak batmış gibi bir ağrı hissetmişti. Yere düştüğünde bu duyguyu daha da güçlü yaşamaya başladı, kalkamıyor, ayağının üstüne basamıyordu. Kulübün profesyonel ekibi hemen müdahale etmeye sahaya koştular, takım arkadaşları da kendisine destek oluyordu. Ailesinden salonda olan tek kişinin, kardeşinin, endişeli gözlerle kendisine baktığını gördü.
Sağlık ekibi teşhisi koymakta çok da zorlanmadı; aşil tendonu kopmuştu. Yapılan muayeneler ve çekilen MR’lar bunu gösteriyordu. Önce ameliyat olacak, bir süre alçı takacak, sonrasında da ayağını güçlendirecek çalışmalar yapacaktı. Bireysel antrenmanlara başlaması ve takımla idmanlara katılması ise son aşamaydı. Kulüp kendisiyle çok ilgiliydi, tüm bu süreç tek tek anlatılmış, her aşamada destek olacaklarının garantisi verilmişti. Yine de aklında tek şey vardı; en kısa zamanda sahalara dönebilmek. O atmosferin tadını aldıktan, takım arkadaşları ile güzel işler başardıktan sonra alçı ile kenarda oturmak çok zor gelecekti. Doktor, tekrar forma giymesinin beş - altı ayı bulabileceğini söylüyordu. Çok çalışıp, doktorun ve sağlık ekibinin dediklerini harfiyen yapacak, en kısa zamanda sahalara dönecek ve maçlarda aldığı süreyi tekrar almaya başlayıp o performansı gösterecekti. Bundan zaten şüphesi yoktu. Kardeşi de kendisine çok destek oluyor, kendisini üzmemesi için sürekli olumlu cümleler kuruyordu. Genç yaşı da kendisi için bir avantajdı, bu sakatlığı atlatmak için dirayetliydi. Kafasındaki soru işareti; bu sürede kendisini nasıl rahatlatacağı, basketbolun yerine ne koyabileceği idi.