Berlin sokaklarını arşınlarken

Perspektif
29 Ocak 2020 Çarşamba

Egemen Cantürk/Berlin notları

 

1947 yılında Berlin’de yaşama gözlerini açan Gunter Demnig, II. Dünya Savaşı sonrası dünyaya gelen şanslı bir Alman sanatçı. Savaş sonrası her Alman entelektüel gibi Demnig`in de ruh dünyasında Holokost derin izler yaratır. Demnig kurban cellat ilişkisinde sürekli empati yapar, acı çeker ve karşı koltukta oturur. Karşı koltuktan bakar dünyaya. Kendi ırkının dünyada eşi görülmemiş bir soykırıma imza atmasının acısını yaşar. Ve 1990`lı yılların başında Holokost’un acısını ve Nazi rejiminin korkunç yüzünü yeni kuşaklara kalıcı bir biçimde aktarmak için aklına dahiyane bir fikir gelir. Demnig sıkıcı seminerler, ders müfredatında zorunlu Holokost dersleri ve televizyon kanallarında temcit pilavı gibi gösterilen Nazi dönemi belgesellerinin yeterli etkiyi yapmadığını görür. Bu kadar çabaya karşı Almanya´da hâlâ artan bir antisemitizm vardır. (82 milyon nüfuslu Almanya’da 90`lı yılların başında Yahudi nüfusun 30 bin olduğunu da bu arada hatırlatalım.) Peki Demnig ne yapar? Öyle bir şey yapar ki Holokost gerçeğinin günlük yaşamda her gün diri ve taze tutulmasını sağlar. Nedir bu? Stolpersteine: Pirinçten sarı renkli ve kaldırımlara yerleştirilen tabletler. Tabletlerin üzerinde 1933-45 yılları arasında Nazi rejimi tarafından katledilen Yahudilerin isimleri, doğum tarihleri, doğdukları yer ve ölüm tarihleriyle katledildikleri şehirler yazılıdır. Ölüm yerleri Almanya’da sık sık televizyonda duyduğumuz yerlerdir: Auschwitz, Dachau, Sachsenhausen… Acı bir tarihi hatırlatan bu sarı tabletler Holokost kurbanlarının bir zamanlar yaşadıkları evlerin önüne çakılıdır. Berlin sokaklarını arşınlarken görürsünüz bu sarı tabletleri. Kaldırımda yürürken ayağınız takılır, tökezler ve gayri ihtiyari bakarsınız yere ve o zaman yüzleşirsiniz üzerinde kurbanların isimleri olan bu sarı tabletlerle. Her sarı tablet acı bir tarihe tanıklık eder.

O sarı tabletler yaşanan ayrılıkların, özlemlerin yansımasıdır.

Bazen gündelik koşuşturmaca da fark etmezsiniz onları, ayaklarınızın altından kayar gider.

Bir tarih çakılıdır o sarı tabletlerde.

Ben arada bir durup bakarım, o çakılı tabletlere.

Bu evde S.Cohen oturmuştu… 18.10.1895 Berlin’de doğdu, 10.02.1944’te Auschwitz`de (Polonya) öldü…  

O tabletlerde 10 yaşındaki kız çocuklarını görürsünüz. İri gözleriyle size bakarlar, “Ben buradayım” der gibi. Sanki her tablet nefes alır verir, usul usul. İçinize bir hüzün çöker. O yaşanmışlıkları düşünürsünüz.

Oymalı ahşap kapısına baktığım bu evde neler yaşanmıştı? Onların çığlıklarını duyarım hüzün kokan bir ağıt gibi. Doğdukları evlerden koparılışlarını, trenlerle toplama kamplarına götürülüşlerini ve topluca katledilişlerini.

Düşünsenize bir gece üniformalı insanlar evinize geliyor ve sizi doğduğunuz topraklardan söküp alıyor. Neden? Sadece farklı bir inanca sahip olduğunuz için. Farklı olduğunuz için sizi katletme hakkını görüyorlar.

Ari ırka ait değilsen yaşama hakkın yok!

O sarı tabletler haykırış,

O sarı tabletler isyan,

O sarı tabletler karanlık bir tarihin tanığı.

Güneşli havalarda parlar, altın sarısı gibi ışıldar “Ben buradayım, beni oku, bak ben bir zamanlar bu evde yaşamıştım. Mutluydum. Bir işim vardı, iyi bir eşim ve çocuklarım vardı. Beni oku, beni beynine kazı. Kazı ki bugün bu evin yeni sakinleri Mehmetler, Yorgolar ve Fatmaların sonu da benim gibi olmasın. Onlar yaşasın. Onların adları benim gibi sarı tabletlerde değil başarı öyküleriyle anılsın.”

Ben sarı tabletlere baktığımda geleceği görürüm. İslam düşmanlığını, antisemitizmi, Mölln’ü, Sollingen’i, Halle´yi, NSU cinayetlerini, gündüz gözüyle öldürülen Türkleri görürüm. Yaşamın her alanında ayırımcılığa uğrayan göçmenleri, “çokkültürlülük iflas etti” diyen politikacıları, ülkemiz yok oluyor diyen sözde aydınları. Eğer gelecekte torunlarımızın adlarının o tabletlerde yer almasını istemiyorsak; ırkçı ideolojiyle mücadele etmeliyiz. Hem de hiç vakit geçirmeden.

Irkçılığın her geçen yıl arttığı Avrupa’da yarın çok geç olabilir, eğer yarın kalırsa.

Benden söylemesi…