´Endülüs’ten Osmanlı’ya Yahudi bankerler´

Nommaz’ın ‘Endülüs’ten Osmanlı’ya Paraya Yön Veren Yahudi Bankerler’ adlı yeni kitabı okurlarla buluştu.

Işıl AMANOEL Sanat
5 Şubat 2020 Çarşamba

Okullarda öğretilmeyen, tarihin molozları altında kalmış gerçekleri, halka aktarmayı ilke edinen Nommaz, yeni kitabında 16. yüzyıl Avrupa’sı ile Osmanlı’nın stratejik konumunu ve politikalarını karşılaştırıyor. Bu döneme damgasını vuran Rönesans ve keşiflere de değinip, Osmanlı’nın Avrupa’ya karşı Yahudiler ile kurulan müthiş işbirliği ve istihbarata dikkat çekiyor. Eser, tarih kitabı olmasına rağmen, dilinin sadeliği ve akıcılığı ile de yazarın tarzını yansıtmakta... Nommaz ile yeni kitabını konuştuk.

Kitabınız hangi dönem ve karakterleri kapsıyor?

Kitabım bence, yakın tarihimize ışık tutabilecek en önemli dönemi kapsıyor. 16. yüzyıl dünyayı ekonomik, sosyal ve sanatsal açıdan en çok etkileyen süreçti. Bu süre zarfında Amerika keşfedildi, matbaa bulundu, ticaret yolları değişti, Reform ile Protestanlık doğdu, Rönesans gelişti, sömürgecilikle yeni servetler edinildi; kısaca sonraki dönemlerde olacak gelişmelerin habercisi oldu. Bu değişime kayıtsız kalan Osmanlı İmparatorluğu zirvedeki durumunu muhafaza edemedi, zamanla bedel ödemek zorunda kaldı.

Bilgi hazinenizi en çok hangi kaynaklardan edindiniz?

Türkiye’de kaynak arayışıyla başladım ancak elle tutulabilir bir kitap veya tercüme bulamayınca hüsrana uğradım. Bu kez yurtdışında arayışa girdim. Konunun uzmanı kabul edilen Yale Üniversitesinden Andrée Aelion Brooks’a ulaştım ve araştırmalarıma onun yönlendirmesiyle başladım. Yale ve Boston Üniversitelerinin kütüphanelerinde çalışmalar yaptım; bu konuda ulaşabildiğim ve okuyabildiğim her lisandaki kitabı, makaleyi ve doktora tezlerini didik didik ettim. Bülent Arı Hoca’nın tavsiyesiyle Charriere’in kitaplarının baskılarını buldum. Bu kitaplarda, o dönemlerde İstanbul’da yaşayan Fransız büyükelçilerinin krallarına yazdıkları mektupları buldum ve 16. yüzyıl Fransızcası okuyabildiğimden kitabımda oldukça yararlı bilgiler paylaşabildim.

Avrupa Yahudileri ile Osmanlı’nın dayanışma sebebinin temeli nedir? Özellikle beş padişah zamanında uygulanan meritokratik* yaklaşımının Osmanlı’ya etkisi nasıl oldu?

Yahudilerin Osmanlı’daki en parlak dönemleri, en değerli ve güçlü padişahlar olan Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim dönemlerine rast gelir. Bu beş padişah da ülkelerine toprak katmış olanlardı. Bu dönemlerde Sefaradlara, yani Portekiz ve İspanya’dan gelen Yahudilere kucak açılmış ve bu sayede Avrupa’da yaşanan gelişmeler hakkında ilk elden bilgi ve uzmanlıklar elde edilmişti. Bilhassa Mendes Müessesesi ayrı bir önem taşımaktaydı. Bilindiği gibi Yahudilere huzurlu bir yaşam ve ibadet özgürlüğü sağlayan dünyadaki tek ülke Osmanlı’ydı. Ve tabii ki bu yörelere yerleşen Yahudiler minnettar ve sadık bir taba idi. Olayın en güzel anlatımı Halil Hoca’nın (İnalcık) kitabın önsözünde olan makalesinde mevcut. Kısaca:

“Hususi birtakım şartlar Avrupa Yahudileri ile Osmanlıları, Haçlı Hıristiyan Avrupa karşısında bir nevi dayanışma ve işbirliğine sevk etti. Asırlardır birlikte var olmak suretiyle içi içe geçmiş ortak tecrübeler ve olumlu hatıralar Türklerle Yahudileri aile yapmıştır.”

 

Kristof Kolomb’un, 1492’de İspanya’dan Amerika’ya keşif seyahat tarihi ile Yahudilerin İspanya’dan kovuluşları aynı tarihe denk gelir. Bu durum sizce rastlantı mı?

Keşiflere çıkan gemiciler normalde devlet tarafından, tören ve dini kutsamalarla yolcu edilirdi. Kristof Kolomb, tam da 1492’de Los Palos denen İspanya’nın küçük bir limanından sessizce yola çıkması, seyahat başlangıç tarihinin Tişa beAv (matem günü) tarihine rast geldiğinden bir gün ertelenmiş olması da rastlantı ihtimalini azaltan faktörlerdir. Düşündürücü…

Kolomb’un oğluna yazdığı mektupların başına ‘bet, hey’ harflerini koyması özünde Yahudi olduğunun ispatı olarak kabul edilir. Kullandığı lisanın tahlilinden de Barselonalı olduğuna inanılır. Ayrıca Kolomb’un sessizce Yahudi kartografları ve denizciliği bilen Yahudileri engizisyondan kaçırıp yanına alması da tesadüfî değildir. Uzun süredir bu umut verici yolculuk sonucu elde edilebilecek nimetlerden yararlanmak isteyen birçok monark da para bulamadığından bu macerayı sahiplenememiş, riski göze alamamıştı. Engizisyonun tepe yapması ve Yahudilerin varlıklarına el konması, finansın Yahudi kaynaklı olmasına işaret ediyor ve bundandır ki, konuyu bilen birçok Yahudi de Amerika’nın Yahudi parası ile keşif edildiğini ileri sürer.

Bugün Amerika nasıl dünyanın aydın ve ileri ülkesi kabul ediliyorsa İspanya ve Portekiz de 16. yüzyılda öyleydiler, altın çağlarını yaşıyorlardı. Osmanlı’nın düşmanı olan İspanya, deniz hâkimiyetini ele geçirmeye ve dünyaya hâkim olmaya başlamıştı, aynen şu an ABD, daha önce Büyük Britanya’nın hegemonyalarını deniz kuvvetleri sayesinde kurdukları gibi. Biz Sefaradlar o zengin kültürden geldik. Nasıl Aşkenazlar Berlin ve Viyana’dan ABD’ye gittiklerinde, kültür, sanat ve ticaret edinimleri ile zenginlik taşıdılarsa, bizler de aynı göreve soyunmuştuk hem de Osmanlı Avrupa ile olumsuz bir ayrışma noktasındayken.

Sizce ‘Dona Gracia’ neden Yahudi âleminde bile gereken mertebeye gelmedi?

Sorunuz çok güzel. Nedense biz Safaradlar tarihimizi Aşkenaz kardeşlerimiz kadar iyi anlatmaz ve sahip çıkmayız. Dona Gracia, İsrail’in kuruluşunu Theodor Herzl’den 350 sene evvel tasarlamış ve Tiberias’ı alarak gerçekleştirme noktasına gelmişti. Gönlümüze taht kurmuş Sefarad kraliçenin, Yahudi âleminde Herzl kadar tanınmış ve hakkı teslim edilmiş olması gerekirdi. Acaba Herzl lehine, Aşkenaz olmasından ötürü ayrımcılık mı yapılıyor demeden geçemeyeceğim. Gerçi, Şimon Peres’in davetlisi olarak eşimle katıldığım muhteşem bir şölende kendisi, Siyonizm kavramı daha yokken huzur, güvenlik ve onurumuzu uzun vadede korumamızın ancak kendi kendimizi yönetebilmemizle mümkün olabileceğini öğrettiğini söylemiş, yeterince tanınmamış olmasının eksiklik olduğunu, devlet başkanı olarak İsrail adına kabul etmişti. Çektiği acılardan bahsedip ülkeden ülkeye göç zorunda bırakılması, yaşadığı ve şahit olduğu zulümler, haksızlıklar nedeniyle bu gerçeği en iyi O’nun anladığını söylemişti.

Josef Nasi’ye Andros Lordu, Tiberias Lordu ve Nakşa Dükü gibi çok önemli unvanlar verildi. Sokullu Mehmed Paşa ile Josef Nasi’nin görüş ayrılıklarında Nasi’nin sözü hep ağır bastı. Bu üstün mertebe ve gücü nasıl açıklarsınız?

Josef Nasi, öncelikle çok yüksek bir mertebeden geliyordu. Örneğin Kutsal Roma İmparatorunun sınıf arkadaşıydı. Krallara borç veriyordu. Avrupa’da banker ajanlar ve sinagoglar sayesinde çok yaygın bir ağa sahipti. Bir devletin para arayışına girişmesi, savaş hazırlığında olduğunun en iyi kanıtıydı ve banker olarak da Mendesler bu tip hareketlerden anında haberdar olurlardı. Kanuni, Nasi’nin dışişlerinde sağlayabileceği istihbaratın yararlarını çok iyi ölçmüş ve Nasi’yi Frenk Beyi ilan etmişti. Bu unvan onun saraya girişini kolaylaştırmıştı. Her ne kadar Sokullu Mehmet Paşa önemli bir devlet adamı olsa da dünya görüşünün Jozef Nasi kadar engin ve özgün olması mümkün değildi. Sokullu, Kıbrıs harekâtının planlandığı zamanlarda damat konumunda olmasına rağmen Nasi’nin görüş ve değerlendirmelerinin Sokullu’ya tercih edildiğini kitabımda apaçık anlattım.

Okullarda, Osmanlı’ya 16. yüzyılda Yahudilerin matbaayı getirdiğinden bahsedilmez. Yaklaşık iki buçuk asır sonrasında ilk Müteferrika tarafından getirilmiş gibi anlatılır. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

1493’te, David ve Samuel ibn Nahmiyas kardeşler İspanya’dan gelir gelmez İstanbul’da ilk matbaa makinelerini ithal edip kurarlar. Başta çok ihtiyaç olan Tevratlar basılır. 1728’e kadar matbaalar sadece Yahudiler tarafından işletilir ve ancak bu tarihten sonra yeni matbaalar oluşur. Bahsettiğiniz gibi asırlar sonra 1729’da, İbrahim Müteferrika ilk kitaplarını basar ama okul kitaplarında bu bilgiler çarpıtılır ve doğru anlatılmaz. Matbaa gelişmenin temelidir. Günümüzde internetin yasaklanması gibi Osmanlı’nın gelişmesine gizli fakat gerçek bir engel teşkil etmiştir. Yahudilerin o dönemdeki entelektüel seviyeleri sadece bu matbaa gerçeğinden anlaşılabilir. Nasi çaresiz, Belveder Sarayında bir matbaa kurmak durumunda kalmıştı. Her ne kadar Yahudiler zengin bir kültürden önemli birikimlerle gelmiş olsalar da önerdikleri yeniliklerin içselleştirilememesinden dolayı katkıları fazla olamamıştı.

Bu kitabınızı da ‘Kanuni’nin Yahudi Bankeri Dona Gracia’ gibi İngilizceye çevirecek misiniz?

Şu an dört kitabım da İngilizceye tercüme ediliyor. Kitaptaki aynı üslubu ve akışı denediğim tercümanların verememesi beni Kanuni’nin Yahudi Bankeri Dona Gracia’yı bizzat tercüme etmek zorunda bırakmıştı. Kitabın İngilizcesi  ‘Dona Gracia-The Woman Who Led Jews to Safety in Moslem Lands’ adı altında Amazon’da satılmakta. Önümüzdeki haftalarda İsrail’de ‘Dona Gracia’nın İbranicesi yayınlanacak. Umarım Sefarad kardeşlerimize gurur kaynağı olup Aşkenaz kardeşlerimizi de Sefarad dindaşları hakkındaki bilgilerini arttırır.

*Meritokratik: liyakate dayalı bir yönetim anlayışını benimseyen devlet modeli