Göbeklitepe’yi neden bu kadar merak ediyoruz?

Göbeklitepe 2018’den itibaren UNESCO Dünya Mirasında yer alıyor ve dünyanın ilgisini üzerine toplamasının dışında bir pazarlama ürününe de dönüşüyor.

Elda SASUN Dünya
5 Şubat 2020 Çarşamba

Arkeoloji dünyasının en büyük keşiflerinden biri olarak kabul edilen Göbeklitepe son yıllarda neden bu kadar merak edilmeye başlandı? Arkeologların yanı sıra turistlerin akınına uğrayan bölge, çeşitli romanlar ve filmlerin yanı sıra, şehrin her yerine asılmış gizemli sembol eşliğinde tanıtılan Atiye dizisi ile son dönemde gündemde. Göbeklitepe ile ilgili yazılan birçok roman ve kitaplarda kurgu bilim ve gizemli semboller işlenmiş. Bununla beraber,  Göbeklitepe 2018’den itibaren UNESCO Dünya Mirasında yer alıyor ve dünyanın ilgisini üzerine toplamasının dışında bir pazarlama ürününe de dönüşüyor. Bölgenin ezberi bozacak bulguları belki de bir gün insanlık tarihini yeniden yazmaya yeterli. Yerin özel bir anlam taşıdığı, Mısır piramitlerinden daha eski olduğu bir gerçek fakat henüz, tarihçiler tarafından eğitim kitaplarında yer alması kararı alınamamış. Tarihçiler, tam belgeler olmadan bölgeyi işlemekten kaçınıyor. Bütün bilinenleri bir yana koyarsak acaba şu fikir üzerinde odaklanabilir miyiz? Konu belki de sadece geçmişte olanlar değil de geleceğimizle ilgili gizemi de çözmek, kaderimizi sorgulamak olabilir mi? Hepimiz zaman zaman geçmişimiz kadar geleceğimizle de ilgili soruları cevaplandırmak için astrolog, halkça pek sevdiğimiz kahve falı ya da kartlarına bakan kişilere başvurmayı seviyoruz. Göbeklitepe’deki gizemli semboller ve kalıntılar, geçmiş tarihimizin bir parçasını taşıyorsa biz de bu bölgede 12 bin sene önce yaşamış insanların bugüne gelmiş nesli olamaz mıyız? Buradaki insanların yaşam ve inançlarının anlamını deşifre etmek belki de onların bir bilgeliğini keşif etmemize yardımcı olacak.

2012 senesinde Pera Müzesinde, Göbeklitepe’yle ilgili seyrettiğim bir belgesel ilgimi fazlasıyla çekmiş, beni merakla bu bölgeyi ziyarete sürüklemişti.

Göbeklitepe’yle ilk karşılaşma 2013 senesinde, küçük bir grupla birlikte Antep ve Urfa’ya yaptığımız yolculukta gerçekleşti. Gezimiz, bilgilerini ve araştırmalarını her an bizimle paylaşan Arkeolog Nezih Başgelen ile birlikte tam bir keşif yolculuğu idi. Sekiz bin yıllık tarihiyle, hanları, çarşısı, kocaman güvercinleriyle Antep adeta bin bir gece masallarından çıkma bir kent gibiydi.

Ertesi sabah erkenden, heyecanla gezimizin asıl hedefi olan, Urfa’ya 20 kilometre uzaklıktaki Göbeklitepe’ye doğru yola koyulduk. Peygamberler şehri olarak da anılan Urfa’nın antik yerleşimi, eski Yunanca ismiyle, kutsal şehir anlamına gelen Edessa idi. Aramiler, sonradan gelen Süryaniler ve tabii ki Avraham Avinu’nun yola çıktığı Haran Vadisi, Mezopotamya bölgesi… İnsanlık tarihinin başladığı bu bölgede olma fikri bile heyecan vericiydi. Ha-ra-na; Sümerce, Akatça seyahat veya kervan anlamına gelen ‘haruni’ sözünden geliyormuş. Ur şehrinden yola çıkan Avraham, Lot ve eşi Sara, Kenaan topraklarına doğru ilerlerken, Haran’da yaşamışlar, bu bölge geçici evleri olmuş. Mezopotamya’nın bir ucundaki bu kentin – Urfa’nın, nitelikli, cana yakın, yürekten insanları ise, yörenin özelliğini adeta genlerinde ve bilinçlerinde taşıyor. Onlar, tabiat gibi sabırlı, oranın havasını, suyunu, toprağının dengesini hissedercesine yaşıyorlardı.

İşte belki de insanlığın ilk kutsal ibadet alanı olan Göbeklitepe’yle ilk karşılaşmam böyle gerçekleşti. 2013’te, kazı alan tamamen açıkken, turist ve her türlü meraklının henüz daha olmadığı sakin bir nisan sabahı, bu ilginç mekânı tüm ihtişamı ile doya doya gezme şansını yakalamıştık. Toprak Ana ve insanlar arasında her zaman sıkı bir ilişki olmuştur. Bu toprak bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bu bölgede yaşayanlar kimlerdi ve neden bütün inşa ettikleri -o sıra dışı sütunlar dahil- her şeyi bilerek toprakla örtüp yok olmuşlardı. Merak uyandıran Netflix dizisi Atiye, başkahramanına ilham veren ‘Dünyanın Uyanışı’ kitabından esinlenmiş. Bir kurgu bilim ve gerilim filmini andıran dizide kadim bilgiler, eski inançlar ve ilginç mesajlar da var.

 

Tarihi yeniden yazdırabilecek bulgular

1995’te Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğünün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlanır. Göbeklitepe’nin keşfi, Neolitik Çağ açısından bilim dünyasını sarsar. Günümüzden 12 bin sene öncesinde başlayan Neolitik Dönemine (MÖ 9.600 – 7.300) ait bu yeni bulgular, o günkü insanın yaşamına, mimari bilgisine, inanç sistemine dair bugün bizi şaşırtan yeni bilgiler aktarmakta. Göbeklitepe’deki kazılar o zamanki insanların hiç de zannettiğimiz gibi sadece toplayıcı-avcı, basit insanlar olmadıklarını kanıtlamakta. Peki, bu insanlar kimdi? İnançları neydi? Bu kadar mükemmel bir mimariyi nasıl başarmışlardı? Bu soruları, değişik alanlardaki ilginç yorumlarına rağmen henüz cevaplandırmak mümkün değil. Hepimizin en azından resimlerinden gördüğümüz, yapımı için üst düzey  mimari ve teknolojik bilgi gerektiren sütunlar ise bilinen tüm tarih ezberine adeta meydan okuyor. Geçtiğimiz hafta dinlediğim bir konferansta ünlü bir tarihçimiz “Tarihte kalıplarla düşünmek mümkün değildir” demişti.

Belki de Göbeklitepe ile ilgili tüm cevaplar insanoğlunun hazır olduğu, belirli bir bilince erişeceği zamanı bekliyor. Göbeklitepe’deki simgelerden, inançları sorgulamak gerekirse oraya gidince bütün bildiklerinizi unutup belki de bildiğimiz birçok şeyin yanlış olduğunu göstermeyi amaçlayan bu alanın sizin ve sadece sizin için ne ifade etmek istediğini düşünün. Kafaları karıştıran binlerce soru, cevap ve bilgi yerine zihninizi boşaltıp yüreğinize ses verin...