Dört yıldır Ankara Üniversitesinin ev sahipliğinde geçen Holokost Kurbanlarını Anma Günü törenlerinin akılda en çok kalan bölümü konserleri oluyor. Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarında görevli Prof. Dr. Hasan Yener ve eşi Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarından Prof. Yeşim Alkaya Yener, bu kalplerde ve akıllarda yer edinen eşsiz konserlerin mimarları… Bu konserlerin kendine özgü hazırlık sürecini, müzisyen çiftin kendilerinden dinledik.
Hasan Hoca, öncelikle şan ve opera konusunda çok donanımlı ve etkileyici bir özgeçmişiniz bulunuyor. Sizi tanımayan okurlarımız için kendinizi biraz anlatabilir misiniz?
İzmir Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü 1989 mezunuyum. Mezuniyetimin ardından ABD’de, şan ve opera alanında, dünyaca ünlü Yahudi asıllı besteci Ernest Bloch’un kurucu müdürü olduğu Cleveland Institute of Music’de Mastır derecemi aldım. Burada George Vassos, Linda Jones, David Bamberger gibi ünlü hocalarla ve rejisörlerle çalıştım. Alanımızda Amerika’daki ilk sırada yer alan Indiana University School of Music’de de doktora eğitimimi tamamladım. Burada Metropolitan Operasının solistleriyle, Grammy ödüllü Broadway ve Hollywod aktörü, efsane bas Giorgio Tozzi ile yıllarca çalıştım. Aynı şekilde dünyaca ünlü tenor James King, soprano Camilla Williams ve Virginia Zeani gibi ünlü sanatçı hocalarla çalıştım.
Amerika’da bulunduğum 13 yıl boyunca dünyaca ünlü birçok sanatçı, yönetmen ve şefle çalıştım, konserler verdim ve opera rolleri oynadım.
Değerli eşim Yeşim Alkaya Yener’le de Cleveland’da aynı okulda okurken tanıştım. Aslında kendisini daha önceden Türkiye’deki TRT yayınlarından ismen tanıyordum ve benim için ünlü birisiydi. Ancak tanışmıyorduk. Yıllar sonra Cleveland’da tanışmak nasip oldu.
Sonrasında, vatanımıza bağımız ağır bastı ve ülkemize döndük. Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarında şan hocası olarak göreve başladım. Bir sanatçı akademisyen olarak yurt içi ve yurt dışı konser kariyerimi devam ettiriyorum.
Yeşim Hoca sizin de aynı şekilde yurt dışında ve yurt içinde önemli çalışmalarınız ve deneyiminiz var. Siz de biraz kendinizden bahseder misiniz?
Tabi ki. Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümünde ‘Üstün Yetenekli Çocuklar’ statüsünden mezun oldum. Mezuniyet sonrası eğitim için ABD’ye gittim ve dünyaca ünlü Eastman School of Music’in piyano bölümüne kabul edilerek Prof. Rebecca Penneys ile çalışmalarıma başladım. Buradan en küçük yaşta Mastır derecesi alan kişi olarak mezun oldum. Daha sonra, ileri piyano eğitimi için, müzik alanındaki ilk Türk değişim öğrencisi olarak Rusya’ya kabul edildim ve Gnesinih Music Institute’de okudum. Burada Prof. Davidovich Gutman ile çalıştım. Oradan da bursla İtalya’ya, Santa Cecilia Müzik Enstitüsüne gittim.
Sonrasında tekrar Amerika’ya geri döndüm ve dünyaca ünlü Cleveland Institute of Music’de doktora programına tam bursla kabul edildim; Prof. Vivian Weilerstein, Donald Weilerstein ve Amerikalı besteci Donald Erb gibi ünlü hocalarla çalıştım. Cleveland’daki eğitimim sırasında Amerika’nın birçok eyaletinde konserler verdim ve uluslararası piyano yarışmalarında birincilik ödülü ve dereceler aldım.
Burada okurken, eşimin de bahsettiği gibi kendisiyle tanıştım. Cleveland’da doktora eğitimimi tamamladıktan sonra Şikago’ya yerleştik ve orada Şikago Senfoni Orkestrasının o dönemki dünyaca ünlü şefi Daniel Barenboim’la çalıştım. Piyano bölüm başkanı olarak akademisyenlik kariyerimi de konser kariyerime paralel olarak yürüttüm. Amerika’da kaldığım 17 yılda birçok konser verdim. Belirtmek istediğim ilginç bir konu ise yurt dışı eğitimim sırasında çalışmış olduğum, Prof. Davidovich Gutman, Prof. Penneys, Prof. Vivian Weilerstein, Donald Weilerstein ve Daniel Barenboim’in Yahudi asıllı olmalarıdır. Dünyaca ünlü Yahudi müzik insanları ile çalışmış olmam Yahudi müziğini, müzik hissini anlamamı ve buna yakınlaşmamı sağladı diye düşünüyorum. Örneğin, Cleveland Institute of Music’in ilk müdürü olan ünlü Yahudi besteci Ernest Bloch’un eserleri en sık ve severek icra ettiğim eserler arasındadır.
İlk çocuğumuz Melissa’nın doğumunun ardından, eşimin de bahsettiği gibi Türkiye’ye döndük ve Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarında piyano öğretim üyesi olarak göreve başladım. Buradayken üç büyük uluslararası müzik festivali ve sempozyum düzenledim. Bu festivaller için dünyaca ünlü piyanistimiz İdil Biret’in yanı sıra, Franz Liszt ve Richard Wagner’in torunu ünlü Müzikolog Gottfried Wagner ve daha birçok ünlü ismi ülkemize getirdim. Ben de bir sanatçı akademisyen olarak, hocalığın yanı sıra, uluslararası ve ulusal konser kariyerimi devam ettiriyorum.
Kaç yıldır, Holokost Anma Günü konserlerini hazırlıyorsunuz? Öncesinde, konuyla ilgili farkındalığınız nasıldı?
Holokost Anma Günü konserlerini dört yıldır biz hazırlıyoruz. Bu yıl 31 Ocak’ta dördüncüsünü yaptık. Daha öncesinde Holokost hakkında tabi ki bir farkındalığımız vardı. Ancak, sanatçı akademisyen olarak, sanatımızla işin içine girmemiz ve müzikle Holokost’un bağları konusunda yapmış olduğumuz araştırmalar sonucu keşfettiklerimiz, bize bambaşka bir dünyaya açılan kapıları araladı. Daha önce hiç bilmediğimiz ve bu etkinliğe hazırlanma sürecinde keşfettiğimiz şarkılar, Holokost’un tam da içinden gelen, ölüm kamplarından gelen o şarkılar, bestecisinin veya şairinin, her şeye rağmen, şarkılarında dillendirdikleri umutları aslında hiç gerçekleşmeyen, hayatları türlü trajedilerle sonra ermiş olan Holokost kurbanı o şair ve bestecilerin şarkıları… Bizleri bugünden alıp, bir zaman yolculuğu yaptırarak o günlere ve kamplara götürdü. Onların şarkıları yoluyla bize anlattıkları acı ve keder dolu hikâyeleri, bizim, Holokost’un insanların maddi ve manevi varlıkları üzerinde yarattığı dehşeti daha iyi anlamamızı sağladı. Yani olayı gerçekten sahiplendik ve birer sanatçı olarak onların sözleri ve melodileri ile onların yaşadıklarını, duygularını ve acılarını zamanımız insanlarına aktarmayı görev bildik. Onların sesi olmaya çalıştık ve çalışıyoruz da. Zaten, onlar da şarkı ve şiirlerini bizlere bu amaçla miras bırakmadı mı?
Anladığım kadarıyla konserlere hazırlık detaylı ve kapsamlı bir çalışma gerektiriyor. Bu süreçte neler yaptıklarınızı paylaşabilir misiniz? En çok zorlandığınız alan ne oldu?
Dört yıl önce, ilk Holokost Kurbanlarını Anma Günü konserini yapmamız istendiğinde, konunun hassasiyeti nedeniyle seçilecek eserlerin günün ruhuna uygun eserler olması arzulandığı bildirilmişti. Elbette bu anlaşılabilir bir istekti. Ancak, biz, belki de akademisyen olmamızın getirdiği araştırmacılık refleksi ile, sadece uygun ruhta eserlerle yetinmeyip, Holokost ve müziğin ilişkisini araştırmakla başladık işe.
Amacımız, bulabilirsek, Holokost’un içinden gelen müzikleri, teması, konusu Holokost’la ilgili şarkıları bulmaktı. Çünkü bize verilen çok önemli bir görevdi ve layığı ile yapmak insanlığa karşı görevimizdi. İşe bu ciddiyetle giriştik. Bu konuda yazılmış doktora tezlerini dahi okuduk ve inanılmaz derecede yararlandık. Hatta bazı şarkıları tezlerde keşfettik. Öyle şarkılar keşfettik ki, bizzat Holokost kurbanlarının gerçek hikâyelerinin şarkıları…
Örneğin, bir tez çalışmasında keşfettiğimiz şarkılardan biri ‘Shifreles Portret / Şifra’nın Resmi’ oldu. Bu, Avrupa Yahudilerinin en ünlü şairlerinden biri kabul edilen Krakow’lu şair ve besteci Mordechai Gebirtig’in bir şiir ve bestesi. Şarkının hikâyesi de kendi hikâyesi: Şarkıdaki Şifra, Gebirtig’in kendi küçük kızı. Naziler tarafından birbirinden ayırılmışlar ve farklı kamplara gönderilmişler. Gebirtig kızının sadece resmine sahip ve resmi başucuna koymuş. Gebiritg şarkıda, her gece yatmadan önce kızı küçük Şifra’yı düşündüğünde, onu özlediğinde, resmine baktığını ve küçük Şifra’nın kendisiyle konuştuğunu söyler: “Babacığım biliyorum üzgünsün! Ama savaş çok uzun sürmeyecek… Yakında sana kavuşacağım… Barış yakında kapımızı çalacak der benim küçük Şifra’m sevgi dolu gülümsemesiyle” der şair Gebirtig şarkısında. Kızına bir gün kavuşmanın hayali ve umuduyla dayanır zorluklara ve tutunur hayata… Ancak gerçekte Gebirtig ve küçük kızı birbirlerini bir daha asla göremez… İkisi de Naziler tarafından öldürülür. Şifra 1941 yılında Lvov’da, babası da bir yıl sonra, Krakow’da arkasından vurularak öldürülür.
Şimdi bu şarkı, gerçek bir hikâyenin, gerçek bir kurbanın, hem de Polonyalı Yahudilerin sesi olmuş en ünlü şair bestecilerden birinin şarkısı… Bunu seslendirmek, onun sesini bugüne taşımak, tarif edilemez bir duygu. Bunu seslendirdiğimizde, İsrail Büyükelçisinin eşinin gözyaşlarını tutamadığı bize bildirildi. İnsanın etkilenmemesi olanaksız.
Diğer şarkılarımız da hep Holokost’un içinden gelen eserlerdi. Kamplarda söylenen marşlar, kurbanların şarkıları vb. gibi.
En çok zorlandığımız alan ise keşfettiğimiz eserlerin piyano eşlikli notalarını bulmak oldu. Çünkü bunlar standart şan repertuarının eserleri değil. Çok özel ve spesifik eserler. Ticari sitelerde notaları yok. Şarkı var, melodi var ancak piyano eşlikli nota yok! Bu bağlamda nota olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Çünkü biz klasik müzik sanatçıları olarak şarkılarımızı ya orkestra enstrümanları eşliği ile ya da çoğunlukla, piyano eşliği ile icra ederiz. Piyano eşliği olmadan istediğiniz atmosfer ve etkiyi yaratamazsınız. Nota bulmak bizi en çok uğraştıran alan oldu. Bu başlı başına bir nota bulma araştırmasına ve misyonuna dönüştü. Nota bulmak için dünyanın dört bir yanındaki üniversite kütüphaneleri ve diğer kurumlarla yazışmalar yaptık, iletişim kurduk. Sağ olsunlar hep yardımcı olmaya çalıştılar. Örneğin Stanford Üniversitesi, Toronto Üniversitesi, New York Holocaust Memorial Museum gibi kuruluşlar nota sağlamak konusunda çok yardımcı oldular.
Bazı notaları ise hiçbir yerde bulamadık. Ancak vazgeçmedik ve bunların notalarını da besteci meslektaşlarımıza yazdırdık. Örneğin ‘Şifra’nın Portresi’ notasını yazdırdıklarımızdandı.
Her sene yeni eserlerle konser verdik ve bu arada bu şarkıların da Türkiye’deki ilk seslendirilişlerini yapmış olduk. Bu eserler çoğunlukla Yidiş dilinde olduğundan Yidiş telaffuzumuzu da titizlikle çalıştık. Yine titizlik isteyen bir konu da, eserlerin geleneksel stil ve tarzlarına uygun icra edilmesi konusu idi. Klasik müzik eğitiminde aldığımız disiplin burada da işimize yaradı. Örneğin, geçtiğimiz sene seslendirmeye karar verdiğimiz eserlerden birisi de Yahudiler için çok önemli bir dua niteliğinde olan ‘Kol Nidre’ idi. Yahudi olmayan birisi olarak, bir Yahudi eserini hem de Yahudi Cemaatine, defalarca söyledikleri ve bildikleri bir eseri aslına ve stiline uygun olarak seslendirmek bir test olacaktı benim için. Hatta, eşim, bu kadar iyi bilinen ve Yahudi geleneğine dayalı bir eseri belki hakkıyla icra edemeyiz düşüncesiyle tereddüt etti. Ancak biz eseri seslendirdikten sonra Yahudi cemaatinin yöneticilerinden birisi yanımıza geldi ve “Ben Kol Nidre’yi 60 senedir birçok kişiden dinlerim. Bir Yahudi olarak söylüyorum, bugünkü dinlediğim en iyisiydi” dedi. Bu sözler, bütün yorgunluğumuza, araştırmamıza ve titiz çalışmamıza değdiğinin göstergesiydi. Bunlar bir sanatçının duyabileceği en güzel sözlerdir. Sanatımız ve çalışmamız amacına ulaşmıştı. Dinleyicimize bir şey aktarabilmiştik. Biz sanatçıları hiçbir şey daha fazla mutlu edemez.
Bu yılki konserin içeriği hangi eserlerden oluşuyordu? Bu seçimi yapmanızda ne etkili oldu?
Bu yılki konser dört eserden oluştu. Yine hepsinin yeni olmasına ve Holokost’la ilişkili olmasına özen gösterdik. Yine aylarca araştırma yaptık ve nota bulma mücadelesi verdik. Bazılarını bulduk, bazılarını yazdırdık ve sonuçta hazır hale getirdik. İlk şarkımız “Vu iz dus geseleh? Nerede şimdi o sokak?” idi. Bu şarkıda, savaş sonrası döndüğünde ne köyünün, ne evinin, ne de sevdiklerinin artık olmadığını, her şeyin yok olduğunu görerek kalbi acı ile dolan birinin sözleri dile getiriliyor. Çok güzel melodisi olan, çok dokunaklı bir şarkı ve Yidiş’ce söyledik. İkinci şarkı ‘Papirosen / Cigarette’ savaş sırasında annesi, babası, ablası ölmüş yetim bir erkek çocuğunun sokakta sigara satarak hayatta kalmaya çalışmasının hikâyesini anlatıyor.
Üçüncü şarkı, yine bir Holokost kurbanı besteci ile Holokost mahkûmu bir şairin şarkısı. Şarkının adı ‘Friling / İlkbahar’. Şarkının sözleri Holokost mahkûmu Vilnalı şair partizan Shmerke Kaczerginski tarafından, hapis tutuldukları Vilna Gettosunda karısının ölümü üzerine yazılmış. Şairin karısı 1943 yılının nisan ayında ölmüştü. Her yer çiçek açmış, dünya mutluluğa merhaba derken, şairin kalbi eşinin acısı ile dolu, umutsuz çaresiz ve yapayalnızdır. Şarkıda doğanın görünür neşesi ile kendi ruhunun derin acısının tezatlığı vurgulanır ve şair İlkbahar’a seslenir “İlkbahar, kalbimi al götür ve bana sevdiklerimi geri getir…!” Şarkının bestesi ise Kaczerginski’nin arkadaşı ve yine aynı kampta tutsak olan Abrom Brudno tarafından bestelenmişti. Brudno besteledikten beş ay sonra Naziler tarafından vurularak öldürülmüştü.
Konserimizin son şarkısı ise, özgürlüğün sembolü olmuş bir şarkıydı. Dünyaca ünlü Joan Baez’in meşhur şarkısı ‘Donna, Donna’. Bu şarkı Sholom Secunda tarafından 1941 yılında bestelendi. Konusu öldürülmeye götürülmekte olan bir ineğin, başının üzerinde özgürce uçan bir kırlangıca özenmesi ve kendi acı durumunu sorgulamasıdır. İnekler nedenlerini bile asla bilemeden ölüme götürülmektedirler… İneği götüren çiftçinin buna yanıtı şöyle olur: “Şikayet etmeyi bırak, kim sana inek olmanı söyledi? Eğer bir kırlangıç gibi özgürce uçmak istiyorsan, çalışman, uçmayı öğrenmen gerek!” Bu şarkı özgürlüğün bedelsiz gelmediğini, onun için harekete geçmek ve bir şeyler yapmak gerektiğini vurgulayan bir şarkıdır. Hatta vagonlara doldurularak ölüme götürülen Holokost kurbanları ile, ölüme götürülen ineğin durumu arasında sıklıkla bir bağ kurulur. Konserimizi bu özgürlük şarkısı ile bitirmek istedik ve tüm sözlerimizi ve notalarımızı Holokost kurbanlarına adadık, onların ruhlarına gönderdik.
Şu an kayda değer bir Holokost müziği repertuarımız oluştu ve bunu hiçbir maddi karşılık beklemeden ve almadan, memnuniyetle ve o masum Holokost kurbanlarına ve tüm insanlığa bir borcumuz olarak yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Onlar ölmüş olabilir. Fakat onların yazdıkları şiirler ve melodiler, şarkılar bugünlere ulaştı ve sanat sayesinde yarınlara da ulaşacak ve bu tür akıl dışı vahşetlerin yaşanmaması için bu deneyimleri yeni nesillere aktarmaya devam edecekler. Bu anlamda, bizler bu misyona en ufak bir katkı sağlayabiliyorsak bu bizi mutlu etmeye yetecektir. Dini, milliyeti, sınıfı ne olursa olsun tüm Holokost kurbanlarını saygıyla anıyor hepsinin ruhu şad olsun diyoruz. Unutmayacağız ve “Bir daha asla!” diyoruz.