Araplar ve Yahudilerin aynı aileden geldikleri düşüncesi genel kanı olarak kabul edilmiş bir argümandır. Abraham’ın oğulları İsmail’den (Yişmael) gelen Araplar ile Yithak’tan (İshak) gelen Yahudiler, bir elmanın iki yarısı kadar yakındırlar birbirlerine… Oysa bu konuya kafa yoran günümüz antropologları bu hipotezin doğruluğunu kanıtlayacak bulgulara rastlamadıklarını ifade etmektedir.
Etnik köken açısından doğrudan bir akrabalık olmamış olsa dahi, Araplar ile Yahudilerin, İslamiyet’ten çok öncelerine dayanan bir ilişkileri vardır. Bunun izlerini her iki halkın gündelik yaşamlarında sürmek mümkün.
Tarihte ilk karşılaşma
Araplarla Yahudilerin bilinen ilk karşılaşması savaş alanında olmuştur: MÖ 853’te Asurlulara karşı birlikte savaşmışlardı. Asur Kralı III. Şalmaneser’in kayıtlarında Gindibu ya da Aribi olarak görülen ve 1000 deve ile savaşa katılan topluluğun Arapların ataları olduğu; bunların İsrael Kralı Ahab’ın 10 bin piyadesi ve 2 bin savaş arabasına eşlik ettikleri bilinir. Gerçi savaşı Asur tarafı kazanmış, en sonunda merkezi Şomron (Samaria) olan İsrael Krallığını tarihten silmişlerdi.
Bazı dilbilimciler Asur ve Babil kayıtlarında Aribi, Arabu veya Urbi diye geçen halkın günümüz Arapları oldukları konusunu ileri sürmektedir. Bernard Lewis ise ismin kaynağını göçebelikte aramak gerektiği kanısındadır… İbranicede kara toprak veya step anlamında kullanılan ‘arabba’ ile karışık, dağınık anlamında kullanılan ‘erebh’ sözcüğünün veya hareket etmek, geçmek fiilinin kökü ‘abhar’ kelimesinin Arap sözcüğünün etimolojik kaynağını oluşturduğu, Lewis’in dayanakları arasında yer alır.
Talmudik referanslar Makabi, Herod ve Roma dönemlerinde de eski Yahudiler ile Arap kavimleri arasında ilişkilerden söz eder. İsrailli arkeologlar Negev Çölünde olsun, Şeria Nehri boyunca olsun, gerçekleştirdikleri kazılarda, antik Arap yaşantısının izlerini sürebilmiştir.
İLİŞKİLERİN YÜKSELİŞİ
Ancak altını çizmek gerekir ki, Yahudiler ile Arapların sosyal ve kültürel ilişkilerinin yükselişi, çok daha sonralara, İslamiyet’in doğuşuna isabet edecektir.
Yedinci yüzyılda İslam’ın yeni bir din olarak Arap topluluklarının arasında serpilmesi ve daha sonraları Akdeniz’in doğu kıyılarına dayanacak İslam egemenlik alanlarının oluşması ile Yahudi-Arap – belki Yahudi-İslam demek daha doğru olur – geleneğinin ilk adımları atılır. Lewis’in yazdıklarına göre Yahudiler tarihleri boyunca üç büyük etkileşim altına girmiştir: eski Helenler ile, Müslüman Araplar ile ve Avrupalı Hıristiyanlar ile…
Herod ile özdeşleşmiş Helenik etki döneminde, Yahudiler eski Grek kültürüne asimile olmuşlar, İskenderiyeli Filo gibi düşünürler ya da Josephus Flavius gibi tarihçiler eserlerini geçerli olan eski Grek lisanında vermişlerdir. Yunan kültürünün bu egemen durumu on yüzyıl kadar sürmüştür.
Bir o kadar süren Roma ve Germen etkisindeki Hıristiyan Avrupa’da ise ilişkiler kendisini kilisenin baskısı ile tanımlayacak, Yahudiler bir yanda Engizisyonun öte yanda pogromların etkisinde savrulup duracaklardır.
Hıristiyan toplumların bağrında, Ladino ve Yidiş gibi dillerin, kendine özgü zenginlikleri ile, doğmuş olmaları ise kayda değer bir konudur. Hıristiyan – Yahudi sosyokültürel geleneklerin en belirgin şekilde oluşacağı, etkileşimin tepe noktasına erişeceği 19. yüzyıl sonrasında, gelin görün ki, Yahudi kolektif hafızasına kazılacak en büyük felaket – Holokost yaşanacaktır. Bu Hıristiyan – Yahudi kültürünün sonunu getiren en önemli etkendir.
ORTAK DEĞERLER
İslam’ın Yahudilikle paylaştığı değerler açısından, dini ritüellerden gündelik yaşam kurallarına dek, uzun bir liste yapmak olası. Yine de, Yahudilerin, İslam siyasi erki ile olan deneyimlerinin, ne engin saygı temeline dayandığını, ne de büyük acılarla karartıldığını söylemek olası. Söz konusu olan etkileşim, bu iki ucun arasında bir yerlerde sallanır olmuştur tarih boyunca… Burada denge noktası, bazen Yahudi unsurunu din değiştirme tehdidine doğru kayar, bazen de mutlu ancak sorumlu bir azınlık olarak yaşamasına engel tanımayacak bir uca doğru iter.
Kendisinden söz ettirdiği dönemden bu yana, İslam – Yahudi kültürünün temelinde, İslam bilgelerinin ‘hoşgörü’ olarak tanımlanmasından hoşnut oldukları bir davranış silsilesi vardır. Bu hoşgörüden neyin anlaşıldığına bakar: Tolerans, bir aşağılanmanın yokluğuna işaret ediyorsa başka, bir kıyımın yokluğuna işaret ediyorsa başka değerlendirilmesi gereken bir olgudur, Bernard Lewis’e göre! Tarih boyunca, Yahudilerin, Arap olsun olmasın İslam toplumlarının egemenliği altında kıyıma uğradıkları olmuştur, hiç şüphesiz. Ancak söz konusu olayların, Hıristiyan aleminde Yahudilere karşı yapılan pogromlarla, zorunlu göçlerle, katliamlarla kıyaslanması olası değildir.
Arap – Yahudi ortak kültürünün zenginliği, İslam’ın ilk yüzyıllarında İslam Araplardan Ortadoğu’ya ve doğu Akdeniz sahillerine yayılmış Yahudilere doğru akarken, bugün, modern İsrail’in kuruluşundan bu yana ters yöne doğru ilerlemektedir. Bilim, sanat, teknolojideki İsrail atakları, Arap toplumlarının ilgisini çekmektedir. Ancak, Filistin sorunu bağlamında toplumlar arası güven o denli yara almış, terör yüzünden o kadar insanın canı yanmıştır ki, söz konusu ilgiden haneye başarı yazılması şu ana dek pek de mümkün olamamıştır, ne yazık ki!
1 ‘Arab and Jew’, David Shipler, S.442
2 S.D. Gotein, ‘Jews and Arabs’
3 Bernard Lewis, ‘The Arabs in History’
4 Bernard Lewis, ‘The Jews of Islam’