Son iki yıldır seyahatlerimizde yurt içi kültür turlarına ağırlık vermeye başladık. Uzun zamandır Hatay - Antakya bölgesine bir gezi yapmayı planlıyordum. İflah olmaz bir gezgin olduğumu bilen iş arkadaşlarım bir Antakya turu hazırlamam için beni motive etmeye başladı. Arkadaşlarımızdan biri Antakyalı olunca bu turu birlikte planlayıp yapmaya karar verdik. Hepimizin aynı anda çıkabileceği tarihi kararlaştırdıktan sonra hazırlıklara başladık. Ailesi Antakya’da olduğundan arkadaşımızın babası transfer, araç ve otel rezervasyonunda bize yardımcı oldu. Fırsat buldukça blogları okuyup YouTube’dan bölgeye gidenlerin videolarını izleyip notlar aldım.
Nihayet heyecanlı bekleyişin sonuna gelmiştik. Hareket günü gelip çatmıştı. Sis uçuşumuzu iki saat etkilemiş olsa da keyfimizi bozmamıştı ama doğal olarak program akışını değiştirmek zorunda kalmıştık. Havaalanı çıkışında bizleri bekleyen araçla önce The Museum Hotel’e vardık. Hatay’ın ileri gelen ve yatırımcı ailelerinden Asfuroğlu Ailesi şehre otel yapmaya karar vermişler. Temel atma kazıları sırasında zeminde antik mozaiklerle karşılaşınca otelin temeli için başlayan kazıyı durdurup arkeolojik kazıları hızlandırmışlar ve oteli demir konstrüksiyonlar üzerinde mozaiklere zarar vermeyecek şekilde inşa edip bir taşla iki kuş vurarak müze-otel meydana getirmişler. Adına da The Museum Hotel demişler.
Oteli hayranlıkla ve hayretler içinde gezdik. Tebrikler ve teşekkürler Asfuroğlu Ailesi Hatay’a kazandırdığınız bu tarihi zenginlik için. Müzeye giriş fişi ile ikram edilen kahvelerimizi yudumladıktan sonra sis yüzünden geç kaldığımız turumuzun güzergâhını değiştirip Harbiye mevkiine yol aldık.
Manzaralı Harbiye
Saat öğleni çoktan geçmiş ve kurtlar gibi acıkmıştık. Harbiye’nin harika manzaralı lokantası Hidro’ya vardık. Antakya mutfağının tüm özel mezeleri humus, abagannuş, patlıcan yoğurtlama, tarator, cevizli biber, zeytin salatası, zahter salatası, bakla (fava), karışık yeşilliklerden hazırlanmış salata ile soframızı donatıp güzel bir rakı keyfi yaptık. Hele et yemeyenler için söylenen sarımsak soslu maydanoz ve kekikle süslenen patates tava, anında bitti.
Manzara güzel, hava ılıman, arkadaşlar uyumlu, lezzetler damak çatlatan kıvamındaydı… Hepimiz müthiş keyif alıyorduk. Yemeğin finalini bir tepsi künefe ile yaptık. Karnımız doymuş, biraz da dinlenmiştik. Artık şelaleleri ile meşhur Harbiye’yi gezmeye başlayabilirdik. Yörenin ipekli ürünleri ile taş sanatçılığının sergilendiği pazarı dolaşarak başladık turumuza.
İrili ufaklı şelalelerin derelerle birleştiği yerlere çay bahçeleri ve lokantalar açmışlar. Yazın suların içine kurulan sofralarda yemek yemek ayrı bir keyif olsa gerek. Harbiye gezisi sonrası otelimiz Liwan Butik Otel’e giriş yaptıktan sonra odalarımıza çantaları bırakıp bizi bekleyen Harun Bey’le Antakya gece turuna çıktık. Şehrin daracık eski sokakları, aydınlatılmış tarihi eserleri ile Antakya gece başka bir güzel. Adeta labirent gibi sokaklarında dolaşırken her an karşımıza bizleri hayrete düşürüp hayran bırakan bir ev, bir avlu ya da bir lezzetle karşılaşıyorduk. İnsanları o kadar sevecen ki kapı eşiğinden çekine çekine evlerin içine bakarken bizleri içeri davet etmekten geri kalmadılar. Binanın geçmişini, tarihini kısaca anlattılar, yaşamları hakkında sanki birer gönüllü rehber gibi bilgilendirdiler. Yol boyunca fotoğraflar çektik, karşılaştığımız yeni lezzetleri tattık.
Harun Bey bizleri profesyonel rehber edası ile ancak Antakya’ya âşık amatör bir şehir gönüllüsü gibi gezdirip bilgilendirdi. Yorgunluğumuzu ara sokaklardaki otantik kafelerden birinde oturup kahvelerimizi yudumlarken attık, bilgi dağarcığımıza genel kültürümüzü zenginleştirecek bilgiler aldık. Gecenin sonunda otelimize dönmeden Antakya’nın tarihi asırlık kahvesi Affan Kahvesinde yöreye has tatlısı haytalı yemeğe gittik. Adanalıların ‘Bici bici’ dedikleri tatlı su muhallebisi, üstüne dondurma ve pembe renkli gül suyu ile ikram edilen hafif, yerken ferahlatan lezzetli bir tatlı.
Sabah dinlenmiş uyandık. Saat çok erken olduğundan kahvaltı salonuna gitmeden odamızın balkonundaki sandalyelere sevgili zevcemle kurulup sabah kahvelerimizi yudumlarken mis gibi sonbahar havasını ciğerlerimize doldurup sabahın sessizliğini dinledik. Kahvaltı salonuna girdiğimizde salon görevlisi bize büfedeki Hatay’a has kahvaltılıklar hakkında bilgiler verdi. Sıkma Antakya peyniri, dil peyniri, çubuk peynir, çörek otlu peynir, kırmızı, yeşil acılı, acısız biberlerden hazırlanmış karışık biber tabağı, saf çökelekten hazırlanan sürk peynir salatası, tuzlu yoğurt, salça biberi acılı ezme, toz zahter (2 kaşık zahtere 1 kaşık zeytinyağı katılıp hazırlanıyor, ekmek bandırarak yeniyor), baharatlı ekmek külçe, çökelek ve baharatlar katarak hazırlanan katıklı ekmek denilen adeta minik pizza... Her türlü davet ve bayramlarda misafirlere sunulan, Antakya’nın olmazsa olmazı ‘kömbe’ büfenin başköşesindeydi.
Kahvaltı sonrası tura başlamadan Antakyalı arkadaşımız, “Burada kahvaltı humus ve sıcak bakla ezmesi (Fava gibi) ile yapılır” dedi. Daha yeni kahvaltıdan kalkan bizler için değişik bir deneyim yaşamak için sokak arası humusçularından birine götürdü (Meşhur Humusçu İbrahim Usta). Çok tokuz yiyemeyiz diyen gruba birer tabak hazırlattım. Kasada ödeyinceye kadar tabakta benim için bir tadımlık ancak kalmıştı.
İkinci gün programda Samandağı istikameti vardı. İlk olarak Musa Ağacını görmeye gittik. Musa Ağacının hikâyesi şöyleymiş:
Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın Samandağ buluşmasından sonra; Hz. Musa Dağı’na çıkmak üzere yola çıkar. Hz. Musa, Hıdırbey Köyündeki Musa Ağacının bulunduğu yere geldiği zaman çok susar. Asasını bu derenin ağacının bulunduğu yere saplar ve sonrasında su içmeye devam eder. Hz. Musa döndüğü zaman saplamış olduğu bu bastonun filizlendiğini görür. Samandağ’ına 6 kilometre uzaklıkta olan Hıdırbey Köyünün dere kenarında bulunan bu ağaç görünüşüyle bu hikâyeyi doğrular cinstendir. Günümüzde adak ağacı olarak da bilinir.
Tarihi kalıntılar
Fotoğraflar çekip dere kenarındaki çay bahçesinde ayaküstü çaylarımızı içip bu kez Vakıflı Ermeni Köyüne gittik. Antakya’yı tepeden harika bir manzara ile gören, çeşmesi, kahvesi, küçük şapel tarzı bir kilisesi olan, 150 Ermeni vatandaşının yaşadığı şirin bir köy. Buradan Ayhan Kara Vakfına geçtik. Yeşillikler içinde meyve ağaçları ile kaplı güzel bir mekân. Biraz daha bakımlı olsa adeta cennet gibi bir yer. Buradan yol üstündeki Dor Mabedi kalıntılarına doğru yol almaya başladık.
Manastırın MÖ 300 veya daha önceki bir tarihte inşa edildiği sanılmakta. Şu an toprak altında bulunan manastırın sadece sütun kalıntılıları görülebilmekte.
Minibüsten bozma portatif çay ocağında manzaraya karşı bol telveli kahvelerimizi yudumladık. Sırada Titus Tüneli ve Kaya Mezarlıkları ziyareti vardı.
Titus Tüneli, Roma döneminde MS 1. yüzyılda, şehir ve limanı dağlardan gelen sel sularından koruyarak başka bir yöne akıtma amacıyla, Vespasianus zamanında başlayıp Kral Titus zamanında tamamlanan insan eli ile oyularak yapılan, doğal mühendislik harikası bir tünel. 130 metre kapalı, diğer kısmı açık olan 1.380 metre uzunluğunda, 7 metre yüksekliğinde, 6 metre eninde yürümesi ve gezilmesi zor bir parkur olsa da bu doğa harikası mutlaka görülmeli.
Daha sonra mağaraya çok yakın Kaya Mezarlıklarına gittik. Yine Roma döneminden kalma mezarlıklar, yüksek ve kayalık yamaçlara oyularak yapılmış.
Saat öğleni çoktan geçmiş, acıkmaya başlamıştık. Samandağı’nın deniz manzaralı Anadolu Palace Oteli’nin teras restoranında, hem karnımızı doyurduk hem de dinlenmiş olduk. Yemek sonrası sahildeki Hz. Hıdır Türbesini üç kez turlayarak tavaf ettik. Usul buymuş. (Kimilerine göre beş, kimilerine göre yedi kez turlanmalıymış.) Türbe aydınlık, buhurdanlıklardan çıkan tütsü kokuları ortama mistik bir hava veriyor. Türbe ziyareti sonrası çarşıda ipekli ürünler satan dükkânları dolaşıp, Antakya’ya döndük.
Sinagog - cami - kilise
Harun Bey, sinagogda bizi bekliyordu. Sinagog hakkında bilgiler verdi; 500 yıllık antik Sefer Tora’yı gösterdi. Dualar edip şarkılar söyledik. Müthiş bir duygu patlaması yaşadık. Sinagog çıkışı şehir meydanındaki tatlıcılara gidip (Köprübaşı tatlıcısı) yeni tatlar tattık. Şehrin ortasından geçen Asi Nehri kıyısındaki parkın çay bahçelerinde oturup çay içtik. Trafiğe kapalı alan Kurtuluş Caddesinde gezindik. Daha sonra otelin barında oturup günün özetini yaptıktan sonra odalarımıza çekildik.
Keyifli bir kahvaltı sonrası, yine sokak lezzetlerinden humusçulara uğrayarak (Meşhur Humusçu Nedim Usta) bir Antakyalı gibi güne başladık. İlk gün rötar yüzünden yapamadığımız programla başladık güne. St. Pierre Kilisesine gittik.
İsa’nın ölümünden sonra ilk rahip kabul edilen havari St. Pierre (Aziz Petrus) MS 29-40 yılları arasında Antakya’ya gelmiş. Ve ilk dini toplantısını bu gün St. Pierre Kilisesi olarak bilinen mağarada yapmış. İsa’ya inananlara ilk Hıristiyan adı burada verilmişti. Kilise Hıristiyanların hac yeri ve ilk ibadethanelerinden biri sayılmaktadır.
Ardından Hatay Arkeoloji Müzesine gittik. Son zamanlarda önem verdiklerinden olsa gerek müthiş müzeler kazandırdılar şehirlere. Gaziantep’teki Zeugma, Urfa’daki Arkeoloji Müzesi kadar güzel bir müze olmuş. Sırf Antakya Lahitini görmek için bile gidilecek bir müze. Tur sonrası müzenin hediyelik eşya bölümünden bir şeyler alıp kafesinde bir şeyle içtikten sonra yemek için Antakya’ya gittik.
Yemek sonrası Habibi Neccar Camisine gittik.
Cami, Antakya’nın 638 yılında Müslüman Arapların eline geçtiği dönemde, Roman dönemine ait Pagan tapınağının üstüne inşa edilmiş. Anadolu’da ilk inşa edilen cami olduğu kabul edilmektedir. Cüzamlı oğlunu iyileştiren Hz. İsa havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalı marangoz olan kişinin adını taşımakta cami. Türbesi de burada bulunmakta. Etrafı medrese odaları ile çevrili olup, avlusundaki şadırvanı 19. yüzyıl eseridir.
Dönüş saatine kadar Uzun Çarşı’da gezindik. Çarşı, içinde tarihi hanlar, hamamlar, camiler, tarihi yapılar dükkânlar, avlular barındırıyor. Fırınlardan simit ve katıklı ekmek alıp tarihi Kurşunlu Han’da künefe yiyip, yörenin nar ekşisi, baharatları ve hediyelik şeylerinden alıp, ara sokaklarda, Affan Kahvesinde zaman geçirip Ortodoks ve Katolik kiliselerini gezip havaalanına doğru yola çıktık. Üç dinin dostluğu ile kültürü ile coğrafyası ile hele hele mutfağı ile aklımızda, gönlümüzde unutulmaz anılar bıraktı. Tadı damağımızda kalmıştı, söz bir kez daha geleceğiz güzel Hatay.
Bir teşekkür de Şaul Cemal ve ailesine. Gezi boyunca bizlere gösterdikleri misafirperver ev sahipliği için.
Bir Tutkudur Seyahat...