İspanya’nın üçüncü büyük şehri Valencia ve Yahudiler

Valencia’ya Yahudilerin yerleşimi

Perspektif
19 Şubat 2020 Çarşamba

Prof. Dr. Mois Bahar

 

Yahudilerin İber Yarımadasına gelişleri ilk kez İsrail Kırallığının Babillilere yenilmesi ve sonrasında da Romalıların II. Tapınağı yakmasıyla MÖ 586 – 70 yılları arasında oluşan sürgünlerle gerçekleşmişti. 

Kuzey Afrika’da yaşayan Yahudiler de, MÖ 3. yüzyıldan itibaren İspanya’ya doğru göç etti. En yoğun göç, üçüncü Roma-İsrail savaşının (MS 132-136) ‘Kochba İsyanı’ sonrasında oldu. Akdenizi aşarak İspanya’nın değişik bölgelerine dolayısıyla yeni kurulmuş olan Valencia’ya yerleşmeleri MÖ 138 tarihlerindeki Vizigot dönemine rastlar. 

Vizigotların hükümranlığında olan İber Yarımadasını Emevilerin istila etmesiyle Endülüs Emevileri Dönemi (756-1031) başladı. Bu yıllarda Yahudiler dini, felsefi, kültürel ve tıp alanlarında en parlak dönemlerini olumsuz hiçbir etki görmeden yaşadı.

İber Yarımadasının Hıristiyan hâkimiyetine geçmesinden sonra bu parlak dönem, 13. yüzyıldan itibaren din adamlarının Yahudileri din değiştirme, Hıristiyanlaştırmaya zorlamaları ve yargısız Engizisyon anlayışının hâkimiyetine girmesiyle sona erdi.

Zaten bundan önceki dönemlerde de Avrupa’da yaşayan Yahudilerle ilgili birtakım ayırımcı kararlar alınmaktaydı. İber Yarımadası ve Fransa’nın büyük bir bölümünde hakim olan Vizigot monarşisinin son döneminde, Vizigot Kralı Alarico II, 2 Şubat 506 tarihinde ‘Breverio de Alarco II’ başlığıyla vatandaşlıkla ilgili ilk yasayı yürürlüğe koyduğunda Yahudileri de “İspanyol-Romalı-Yahudi” olarak tanımlıyordu. Sonraki Vizigot Kralı Recaredo döneminde, 7 Nisan 589 tarihinde Toledo şehrinde III Concilio de Toledo Konseyinde, başta kendisi Hiristiyan dinine geçiş yaparak, İspanya’nın artık resmi dininin Hiristiyanlık olduğu kararı alındı. İşte bu dönemden itibaren Yahudilere karşı radikal ayırımcılık hareketleriyle zorla din değiştirme akımı başladı. 

Valencia’da Yahudilerin Varlığı 

Uzak geçmişe ait tarihsel özellikleri olan olayların açıklığa kavuşmasında büyük zorluklar vardır. Hele Diaspora’da yüzyıllarca yaşantılarını sürdürmüş olan Yahudiler için bu durum farklı bir anlam taşır. Bunların başında o dönemlere ait yazılı belgelerin eksikliği gelir. Fakat ilgili görünmese bile bazı yazıların incelenmesi sırasında, ipuçları dolaylı olarak ortaya çıkabiliyor ve böylelikle günümüzde bunların açıklanması ve yorumlanmasındaki zorluklar kısmen de olsa azalabiliyor.

İber Yarımadası genelinde Toledo, Cordoba, Sevilla, Malaga, Bejar, Zaragoza, Lizbon, Porto ve diğerlerinde halen az sayıda Sefarad Yahudi kalıntıları bulunmakta. Bu şehirlerdeki gibi Valencia’da da Yahudilerin geçmişine ait izlerin varlığını biliyoruz. Tarihsel, kültürel ve dinsel yaşamların en güzel yansımalarına erişmenin esası şehirlerin kendisindedir ve özellikle Yahudilerin yaşadığı sınırlandırılmış bölgelerdedir. Şehirlerin mimarisiyle ilgili eski haritalar ve kitaplar bizlere en iyi yol gösterici belgeler oluyor. Günümüzde özellikle şehircilikle ilgilenen Yahudi mimarların araştırmaları bu gerçekleri aktarmakta kolaylıklar sağlamakta. Nitekim Valencia’lı mimar Marilda Azulay Tapiero, bu konuda sürdürmüş olduğu şehircilik çalışmalarının temelinde tarihsel verileri birleştirerek Valencia Yahudilerinin 15. yüzyıla ait gerçek yaşam bilgilerini gün ışığına kavuşturmuştur.

Juan Luis Vives March

Juan Luis Vives March, 1492 yılında Yahudi bir ailenin oğlu olarak Valencia’da doğmuş, 48 yıllık kısa yaşamında Avrupa’nın düşünce yapısında devrim yaratmış önemli bir rönesans hümanisti ve felsefe yazarıydı. İlk eğitimini Valencia Üniversitesinde, ardından Paris Üniversitesinde alan Luis Vives, 1512 yılından itibaren de Belçika’nın Flaman bölgesinde yer olan Leuven Katolik Üniversitesinde çalışmış ve eğitimine katılmıştı. 1523 yılında İngiltere’ye geçen Vives’e, Kral VIII. Henry, Prenses Maria Tudor’a hocalık yapma görevi verdi. Kral’ın boşanmasına karşı çıktığı ve kraliçenin tarafını tuttuğu için İngiltere’den ayrılmak zorunda kalarak tekrar 1528 yılında Brüj’e döndü. Ölümüne kadar o dönemde kattığı ve günümüzde hümanist görüşlerimize temel sayılan felsefi düşüncelerini yansıtan eserlerinin tümünü Latince kaleme aldı. Hıristiyanlığın din adamları tarafından esas yönünden saptırıldığının farkındalığıyla en önemli eserlerinden biri olan ‘De disciplines’i yazdı. Üç bölümlük bu eserin ilk bölümünde  ‘bilginin yozlaştırılması’sını, ikincisinde ‘alınması gereken önlemler ve reformist düşünceler’i, üçüncüsünde ise kendi doktrini olan ‘mantık ve metafiziki’i dile getirir. 

Amacım, çağdaş felsefi bilgileri yazan bu bilge adamın yazarlığını anlatmak değil. O dönemde Valencia Yahudilerinin karşılaştığı kötü yazgılarının temelinde Luis Vives’in ailesini ve dolayısıyla o dönem Valencia toplumuna ait olan bu halkın trajedisini varolan gerçek bilgilerle bir miktar anlatmak. Kısa yaşamı boyunca Luis Vives, yazdıklarının içeriğindeki düşünce reformuyla “Rönesans Felsefesi ve Hümanizm”in ilkelerini yaratarak insanlığa önemli bir ders vermiştir. Hiristiyan dinini zorunlu kabul edişine rağmen Yahudi kökenine saygısını yitirmeden ailesinin geleneksel temel görüşlerine kendi üstün zekâsıyla Hiristiyanlığa ve dolayısıyla dünyaya katmış olduğu düşünsel reform, günümüzde dahi hümanist görüşleri savunanlar için büyük önem taşır.

Genç yaşında ailesi tarafından yönlendirilerek Valencia’dan ayrıldı ve ölümüne kadar doğmuş olduğu şehre dönmedi. Mezarı Brüj’de olmasına rağmen, bu bilge kişi için Valencia Üniversitesi, en eski salonuna adını verdi, bahçesine büstünü dikti. Ayrıca doğmuş olduğu, ailesiyle gençlik yıllarını yaşarken zulüm ve insanlık dışı akımlara şahit olduğu Valencia’daki evinin önündeki küçük meydana da büstünü dikti. Eski şehir haritalarında sinagoglarıyla, kaşer yaşamıyla bu bölge ‘Barrio Judio’ olarak belirtilmektedir.

Valencia’da 15. yüzyıldaki Yahudi toplumuna karşı yürütülmüş insanlık dışı olaylar, o döneme ait bilgileri elimizde olan March ailesinin yaşadıklarıyla özetlenebilir.

 

 

 

BLANQUINA MARCH

17 Aralık 1487 tarihinde, henüz 14 yaşında iken Blanquina March (Luis Vives’in annesi), babası Jaume March, annesi Isabel Almenara ile beraber Valencia’daki Engizisyon mahkemelerinin karşısına çıkartıldı. Yahudi dini yaşamından ayrıldığına yemin etmesi, inanca karşı olan suçlara katlanacağını ve Hıristiyanlığı kabul edeceğini itiraf etmesi isteniyordu. Ailenin tümü çaresizlikten din değişimini kabul etmişlerdi fakat bunu da sadece evin dışındaki yaşamlarında sergiliyorlardı.

Ancak Blanquina 4 yıl sonra, 6 Haziran 1491 tarihinde, ailesel alışkanlığı olan İbranice kitapları iki yıl boyunca okuduğunu ve annesinin etkisiyle ablası Vilante gibi Kipur günü orucunu uyguladığını itiraf ediyordu. Aynı yılın 18 Aralık gününde baskı altında zorunlu olarak “Yahudi dini gelenekleri, mirası ve hurafelerine!” dönmeyeceğine dair ikinci bir yemini etmeye katlanıyordu.

Birkaç yıl sonra, 9 Temmuz 1501 akşamında, Luis Vives Valeriola (Blanquina’nın kocası), kardeşinin dul karısı Castellana Guioret, oğlu Miguel, ‘hazan’ Yucef Abenzaram ve karısı Castellana Marc, sinagogda dua ederken yakalandıklarında Yahudi dini gereklerini gizlice uygulamaktan tekrar yargılanıyor ve 1522 yılında suçlu bulunarak yakılmalarına ve tüm varlığının ellerinden alınmasına karar veriliyordu.

Tüm bunlar olurken, yaşamını büyük üzüntülerle sürdüren Blanquina March, 1508 yılında Valencia’daki veba salgınında hastalanarak öldü.

1522 - 1523 arasında Blanquina March’ın eşi Luis Vives Valeriola ve babası, büyük ablası Anna İsabel, baba tarafından dedesi, amcası, dayısı ve teyzesi, Engizisyon tarafından mahkûm edilmişlerdi. 14-15 yaşlarında alıkonulan ve hapiste ölen büyük ablası ile ömür boyu hapis cezası alan amcası Jeronimo hariç, hepsi 6 Eylül 1524’te Valencia’da kutlanan ‘Auto de Fe’ Bayramında yakılarak öldürüldü.

Babalarının ölümünden sonra Hümanist Luis Vives’in ablaları Beatriz ile Leonor Vives ailesel miras hakları için açtıkları davayı kazanırlar. Bu karara rağmen Blanquina March’ın 1508 yılında veba salgınında ölmüş olmasına rağmen Kilise’nin Engizisyon mahkemesi ikinci bir dava açarak, 1529 yılında mezarından çıkarılan kemiklerinin yakılması kararını aldı ve kızları Beatriz ile Leonar’ın tüm mirası ellerinden alındı.

Babası Luis Vives ile annesi Blanquina March’ın çok sevdiği değerli oğulları Juan Luis Vives annesinin ölümünden bir yıl sonra, 1509 yılında, 17 yaşındayken Engizisyon tehdidi yoğunlaşmadan, ailesiyle görüntüde kabul ettiği Hıristiyan kimliğiyle, İspanya’dan Paris’e gönderildi.

Hümanist Luis Vives March’ın, 25 Ocak 1525 tarihinde, annesinin kemiklerinin yakılmasından önce, Düşünür Francisco Cranevelt’e yazmış olduğu mektupta dile getirmiş olduğu duyguları Yahudi kimliğini yansıtır:

“Talihimizin içinde olan sadakat (dine olan bağlılık) peşimizi bırakmıyor. Sürekli babama karşı ve aynı zamanda kendime karşı da duruşunu aynen gösteriyor; sonrasında onlara yaptıklarını bana da yaptıklarını düşünüyor ve kendim için olduğu kadar onları da ve herkesi de seviyorum.”

“Kendim için olduğu kadar onları da ve herkesi de seviyorum” cümlesi hümanizm görüş açısının çok belirgin bir açıklaması gibi...

Sorbonne Üniversitesini 1512’de terk ettiğinde anne tarafından akrabası ve Engizisyon tarafından suçlanmış olan Valldaura Aailesinin -Bernardo Valldaura ve Clara Valldaura- yaşadığı Brüj (Belçika) şehrindeki evlerinde misafir olur. Orada kaldığı sürede, muhtemelen 1505 yılında doğmuş olan, genç Margarita Valldaura’ya hocalık yapıyor ve Margarita ile 26 Mayıs 1524 tarihinde evleniyor.  Vives aynı yılın temmuz ayında, yine annesinin kemiklerinin yakılmasından önce Brüj’den ünlü düşünür Erasmo’ya şunları yazar:

“Nisan ayında evlenme sözleşmesi yapmak üzere İngiltere’den ayrıldım. Ve CORPUS gününde karımın boyunduruğuna teslim oldum ve şimdi bu durumumu üstümden atmaya ne gücüm ne de isteğim var; fakat gelecekte bu durumumun sonunu Allah ifade edecektir.”

Burada evlilikle Hıristiyan kimliğine (converto) girdiğini ve artık bu yolunun ne yöne gideceğini kontrol altına alamıyacağını ifade etmek istiyor...

1525’te ‘Kocanın Sorumlulukları’ yapıtında da şu ifadeleri kullanır:

“Şehirleri yaratan temel unsurlar olan evleri inşa etmek, ocakları oluşturmak ve aile kurumunu korumak için bir erkeğin ocağına giren EŞ; ‘Allah’ın nezdinde yardımcı’ O’nun (Allah) benzeri; sadık, yaşamın sonuna kadar neşeleri ve üzüntüleri paylaşan ve gelecekteki ortak çocuklarının ANNESİ ne büyük yararlar yaratır…”

Bir yandan Valencia’yı tarif ediyor, dolayısıyla annesi Blanquina March’ı örnek alarak anneliğin kutsallığını ve kendisinin yaşamda kalmasının nedenini açıklama gereği duyuyor...

1533 yılından itibaren Margarita, kocasına büyük destek verir ve düşüncelerini yazıya dökmesine yardımcı olur, baskıya eserler yollar; kâh düzeltmelerini yaparak kâh yayınlanmamış yazıları kurtararak uğraşlarını sürdürür. Juan Luis Vives Brüj’de öldüğünde Margarita sadece 35 yaşında idi ve 11 Ekim 1552’de de öldüğünde eşinin yanına gömüldü.

 

 

Kronoloji

1473 Blanquina March doğdu.

1483 Blanquina 14 yaşındayken, o ve ailesi Engizisyon mahkemelerinin Yahudilere karşı ilk suçlamalarına maruz kaldı.

1491 Blanquina 18 yaşında ve Engizisyon mahkemelerinin Yahudilere karşı ikinci suçlamaları

1492 Blanquina 19 yaşında, oğlu Juan Luis Vives’i doğurdu.

1501 Aile Yahudiliğin dini gereklerini gizlice sürdürdüğünden yakalanıp yargılandı. Yakılma kararıyla tüm mal varlıkları ellerinden alındı.

1508 Blanquina March, veba salgınında hastalanarak öldü.

1509 Aile, oğul Juan Luis Vives’i eğitimi için Paris’e yolladı.

1512 Juan Luis Vives, Paris’ten ayrılarak Brüj’e taşındı.

1522 Blanquina’nın kocası Luis Vives Valeriola yakıldı.

1523 Bir yıl içinde ailenin çoğu üyesi yakıldı.

1524 Oğul Juan Luis Vives öğrencisi Margarita ile Brüj’de evlendi.

1529 Engizisyon mahkemesi kararıyla annesi Blanquina March’ın mezarından çıkarılan kemikleri yakıldı.

1533 Ölümüne kadar humanistik, felsefi, pedagoji ve Hıristiyanlık üzerine makaleler yazdı.

1540 Juan Luis Vives Brüj’de 48 yaşında hayatını kaybetti.

1552 Juan Luis Vives’in eşi Margarita da 47 yaşında öldü.