Marina Abramovic
Şaşırtan, sorgulatan, varlık ve bilincin toplumsal davranışlarının peşinde izleyiciyi de performansının parçası yapan Marina Abramovic, 40 yılı aşan sanat kariyerini bu günlerde İstanbul’a taşıdı.
Sanatını, Beden, Ruh ve Bilinç sınırlarını ortaya koyduğu sıra dışı performanslarıyla sürdüren bir sanatçı Marina Abramovic.
Şaşırtan, sorgulatan, varlık ve bilincin toplumsal davranışlarının peşinde izleyiciyi de performansının parçası yapan sanatçı, 40 yılı aşan sanat kariyerini bu günlerde İstanbul’a taşıdı.
Performans sanatının büyükannesi ya da kraliçesi olarak da anılan Abramovic, 26 Nisan’a kadar Sakıp Sabancı Müzesinde ‘Flux / Akış’ başlıklı etkinliklerle aramızda.
Flux / Akış etkinliğinde; sanatçının başlıca performanslarının video kayıtları, fotoğraf dokümantasyonu ile retrospektif bir sunum şeklinde, projeye davet edilen sanatçılar ve Marina Abramovic Institue (MAI) birlikteliğinde canlı performanslar gerçekleştirilmekte. Bu performanslara ülkemizden de Dilek Champs, Murat Adash, Bahar Temiz, Marina Stamenkovic gibi birçok sanatçı eşlik ediyor. Hatta izleyiciler de performansın parçası, sürecin öznesi oluyor.
Yıllar önce Abramovic performanslarının video kayıtlarını izlediğimde içimde şaşırtıcı bir öfke yaratmıştı. Anlamlandıramadığım o öfke, izlediklerimin öznesinin yerinde kendimin olduğunun ve sınandığım düşüncesinde kalmanın çaresizliği gibiydi.
Bu bir varlık sorunsalı gibi tüm duygularla hissedilebilen bilinç kaybı, beden ve ruh üçgeninin birbirinden ayrışmaya zorlanması şeklinde idi.
Performans sanatında her şey gerçeğin bir parçasıdır. Nesnelere gelince, bıçak da, kan da, kemik de, ateş de, cam da, silah da performansın araçlarıdır. Bedene gelince, tüm çıplaklığıyla bir bütün ve her duyguyu yansıtan gerçek organlardır ve adeta performansın materyalleridir. Gözler, kollar, bacaklar, eller, saçlar, kafa kısaca tüm beden olağandışı koşullara karşı varlığını sürdürmek isteyen ve yaşayan insan nesneleri halindedir.
Duygular ise, bilincin sınırlarının yok edilmesine çalışılarak ortaya konmak istenen en yalın, en acılı ve en özgür başkaldırıdır. Bu başkaldırı acıların, özlemlerin, öfke ve ölüme yaklaşımların sınırlarında varlığın ruh ile ayrışmasının kanıtlanmasıdır.
Marina işte bu sınırlarda dolaşan, vücudu ile zihninin sınırlarını zorlayarak sanatını ortaya koyan bir sanatçı. Bireyin toplumla, toplumun bireyle, bireyin kendiyle sürmesi gereken ilişkilerin, fark edilmesi sonucunda yargılanması sürecini taşıyor. Bu süreçte güç, dönüşüm, akım, hareket, topluluk, beden ve bilinç ile akıl sorgulanıyor. Bütün bu olgularla birlikte insan bedeninin direnç sınırları zorlanıyor.
Sınırlı özgürlüklerle büyüme
Abramovic, 30 Kasım 1946 tarihinde Belgrad’da, komünist Yugoslavya’da doğdu. Yönetimde Tito vardı. Baskıcı ve özgürlüklerin sınırlı kullanıldığı rejim sürecinde 1965-1970 yılında Güzel Sanatlar Akademisinde resim öğrenimi ile dramayı, Zagreb Güzel Sanatlar Akademisinde yüksek lisansını alarak tamamladı.
1970’lerin başında Novi Sad Üniversitesi Sanat Akademisinde derslere verdi. İlk çalışmaları, sanat uğruna vücudunu nasıl ele geçirdiği üzerine izler taşır.
Abramovic, 1974’te en önemli performansı ‘Rhytm 0’ı gerçekleştirdiğinde henüz 20 yaşındaydı.
İzleyiciyi de performansın içine dahil eden bir çalışmaydı.
Önünde bir masa, üzerinde zevk ve acı veren tam 75 obje; ayakkabı, gül, bıçak, jilet, ruj, parfüm, hatta tek kurşunluk bir silah seçilmeyi bekliyordu.
Katılımcı bunlardan herhangi birini seçme ve eyleme geçme özgürlüğüne sahipti. Masanın önünde “Bunlarla bana istediğinizi yapabilirsiniz, tüm sorumluluk bana aittir” ifadesi vardı.
Performans, seçme, eyleme geçme ve davranış özgürlüğünün kişinin topluluk, denek önünde bilinçaltındaki arzu ve yöneliminin sınanmasıydı.
Başta her şey kolaydı… Biri gül verir öper Abramovic’i. Sonra biri makas alır, elbiselerini keser… Biri jiletle itinayla boynunu çizer, kanatır. Diğeri bıçağı iki gözünün arasına saplama eylemine girişir; biri dudaklarına ruju sürer…
Performansın sürdüğü altı saat boyunca Abramovic oturduğu yerde hiç kımıldamaz. Boynu kanamakta, dudakları ise rujludur.
Kalkar, izleyiciye doğru yürür sonuçta. Abramovic o günü yıllar sonra şöyle anlatır:
“Tamamen darmadağındım. Yarı çıplak, kan içinde ve yüzümden yaşlar boşalıyordu. Herkes kaçtı ve normal bir insan olarak benimle yüz yüze gelemediler. Otele gittim. Saat sabaha karşı iki idi. Kendime aynada baktım, saçımın bir tutamı beyazlaşmıştı. Daha sonraki yıllarda tekrarladığım aynı performansta, önüme içine konabilecek tek bir mermi ve silah koydum. Yaptığımızın delilik olduğunu biliyordum. İnsanlara her şeyi yapmak için fırsat verirseniz sizi öldürmeleri işten bile değildir.”
Bu performans izleyicilerin birinin, içine kurşun yerleştirip anlına silah dayandığında, başka bir seyircinin fırlayarak olayı durdurmasıyla son bulmuştu.
Bu performansların ve sonuçlarının video kayıtları alınarak, birer sanat yapıtına dönüştürülmesi, Marina’nın bütün dünyada tanınmasını sağlar.
İlerleyen yıllarda, ‘Breathing in - Breathing out’da (1977), bir öpüşme biçimi olduğu düşünülen performansta, Ulay ve Marina birbirlerinin nefeslerini içlerine çekerken, 17 dakika başka hiçbir solukla beslenmeden bayılana kadar, ağızları iç içe kalır. Birini sevmenin fiziksel yakınlığı ve ilişkinin doğası dolayısıyla ne kadar yıkıcı da olabileceği anlatılan bir performanstır.
1978’de ‘Imponderabilia’, 1981-87’de ‘Nightsea Crossing’, 1997’de Venedik Bienalindeki büyük ödülüyle ‘Balkan Baroque’, 1988-2008’de ‘Great Wall’, Marina’nın sevgilisi ve can dostu Ulay ile gerçekleştirdikleri başyapıtlarıdır.
Ulay ve Marina Amsterdam’da 1975 yılında karşılaşırlar. Birlikte birçok performansı gerçekleştirirken dünyanın birçok coğrafyasında doğaya, bedene ve iradeye karşı duracak şekilde sanatlarını sıra dışı ve tehlikeli şekilde yıllarca sürdürürler.
1989 yılına kadar çok büyük bir aşk yaşarlar.
İkilinin en büyük hayali Çin Seddinde bir performans yapabilmekti fakat o yıllarda bunun izninin alınması neredeyse imkânsızdı.
Buluşma ve ayrılık
Yıllar sonra izin almayı başaran çift, Çin’e gitme hazırlıkları yaparken Marina, Ulay’ın kendisini aldattığını ve dahası aldattığı kadının da hamile olduğunu öğrenir. Bu durumu olgunlukla karşılayan Marina, hamilelikten dolayı ilişkisini bitirme kararı alır. Fakat birbirlerine karşı çok büyük bir aşk besleyen çift hayallerini gerçekleştirmeden ayrılmak istemezler.
Birlikte aldıkları kararla ilişkilerini ruhsal bir yolculuk sonrası bitirmek isterler.
Çin Seddinin iki ucundan birbirlerine doğru yola çıkarlar. Aradaki mesafe başta 6000 kilometredir. Günler, aylar boyunca birbirlerine doğru yaklaşırlar ve aralarındaki mesafe gitgide azalır. Kavuştuklarında ise önceden aldıkları kararla ayrılmalarının vakti gelmiştir. İkili, üç aya yakın, aralıksız Çin Seddinin üstünde yürürler, buluşurlar, birbirlerine sarılır ve ayrılırlar. Bu ayrılıktan sonra bir daha görüşmezler.
Performans iradenin aşka rağmen sınanmasıdır.
Sonrası Marina solo performanslarına geri döner, Ulay da kendi hayatına... Ta ki 21 yıl sonrasına kadar.
2010 yılında Marina Abramovic, New York’ta Museum of Modern Art’da ‘The Artist is Present’ adında bir performans gerçekleştirir. Bu performansında Marina, kendisi için hazırlanan bir masa ve karşısına konan iki sandalyeden oluşan sahnede oturarak, sabahtan akşama, aralıksız, yemeden içmeden, tuvalete dahi gitmeden 60 gün, günde 12 saat performans gerçekleştirir. Toplamda 736 saat süren performans sırasında 1675 kişi ile göz teması kurar.
Marina katılımcılara iletişimin yalın ve en direkt keskin işlevselliğini deneyimletir. Marina oturduğu süre boyunca seyircinin gözünün içine bakar, karşılıklı bakışma genellikle seyircinin ağlamasıyla son bulur.
Ayrılıklarının üzerinden 21 yıl geçmişken, nedeni bilinmez bir şekilde, Ulay bu performansa gelir ve Marina’nın karşısına oturur. Aradan geçen yıllara rağmen Ulay ile göz göze geldiklerinde, bu sefer Marina gözyaşlarına engel olamaz.
Marina ve Ulay’ın bu bakışma sürecinde neler yaşadıklarını, hissettiklerini ve düşündüklerini anlamak izleyiciler için mümkün olmasa da Ulay ve Marina’nın gözleriyle yaptıkları konuşma, olgunlukları, anlayışları, sevdaları ve kayıplarıyla, acıları gözler önüne seriliyor.
Belki de insanlık bu performansın sonunda iletişimin en yalın ve gerekmeyen sözlerden oluşan bedensel türünün hayranlığına tanık oluyor.