2. Dünya Savaşı’nda ölümün her an kol gezdiği Nazi kamplarında açlık, uykusuzluk içinde ağır işler yaparken Purim Bayramı’nı kutlayan Yahudiler vardı.
“Yorulmuş, açlıktan adeta bitmiş bir şekilde neredeyse küçük bir sandık boyutlarında olan tahta yatağımıza uzanmak üzereydik. Sefil hayatımızın belki birkaç saatini, belimizi kıracak başka bir gün başlamadan uyuyarak geçirecektik.
Yorgunluktan düşünmeyi bile unuttuğumuz bir anda geçmiş, savaştan evvelki o güzel günlerimiz aklımıza geldi. Sanki şimdi bir rüya olan o hayata dönüp bir daha eskisi gibi yaşayabilecek miydik? Ailelerimiz, çocuklarımız katledilmişti. Yaşasak sanki ne olacaktı ki? Gross-Rosen Konsantrasyon Kampında yaşayan bizler için ölüm artık korkulacak bir karanlık değildi, adeta kurtuluştu.
Purim Bayramı’nın arife gecesi, o gecede neyi kutlayacaktık?
Birden arkadaşlarımızdan biri yattığı ilkel tahta yataktan zemine atladı ve hayatım boyunca unutmayacağım duygu dolu sözler ile konuşmaya başladı:
‘Sevgili Yahudi yoldaşlarım, beraber acılar yaşadığımız arkadaşlarım! Bugün Purim, atalarımızın Tanrı’nın mucizelerine şahit olduğu tarihin yıldönümü.
Göklerin hakimi Yüce Tanrı’nın bizi yok olmaktan kurtardığı gün.
Böyle bir günde düşman, bizim için kazdığı kuyuda yok olmuştu.
Bugün yine boğazımıza iki tarafı keskin kılıç dayanmış durumda.
Düşmanlarımız yine bizi yok etmek istiyor, ancak yine de biz Yahudiler, nefretin ve şiddetin kalplerimize girmesine izin vermeyeceğiz.
Purim’in kötü adamı Aman’ın günümüzdeki karşılığı Hitler’in köle orduları, Tanrı’nın korumasındaki Yahudi halkını yine yenemeyecek.
Yahudi kültürünün sonsuza kadar süreceği sözü bir yalan değil!
Uzaklarda çalan özgürlük çanlarının sesi buralarda da çınlıyor.
Tıpkı tarihte olduğu gibi bazılarımız, adaletin bu korkunç adamlara ne yapacağını belki göremeyecek. Güçlü olun kardeşlerim, Yahudi ulusu sonsuza kadar yaşayacak.’
Arkadaşımız konuşması bittiğinde ter içinde kalmıştı.
Ardından bir diğer arkadaş yatağından atladı ve Purim Bayramı’nda dualardan sonra söylenen dini şarkıyı söylemeye başladı. Bir dakika sonra tüm koğuş bir ağızdan şarkıyı mırıldanıyordu.
Şarkı bitti, yine gerçeğe döndük ve kampın sessizliği içinde uykuya daldık.
Sabahleyin, yatakhane blokunun nöbetçi subayının hışımla içeri girerek bize ettiği bin bir küfürle uyandık. Subay bizim aramızdan birinin dün gece Hitler hakkında kötü konuştuğumuzu duymuş, onun kimliğini ifşa etmemizi istiyordu:
‘Pis Yahudiler Führerimiz hakkında kötü konuşan arkadaşınızı ele vermek için 10 dakikanız var, yoksa hayatlarınızın ipin ucunda olduğunu hatırlatmak isterim. Ya onu verin ya hepinizi cezalandıracağım.’
10 dakika geçer geçmez dipçik darbeleri ve tüfek namlularının tacizinde zorla dışarı çıkarıldık. Kafamıza ve sırtımıza aldığımız darbelerden kan içinde kalmıştık. Subay ısrarla ‘O kim?’ diye soruyordu. Hatta bir ara o arkadaş kendini ifşa etmek istediyse de yanındakiler hemen engel oldu. Bize dün gece ümidi hediye eden arkadaşımızı asla ifşa etmeyecektik. Hem hepimiz hepimizden sorumlu değil miydik? Yaralarımızdan kanlar, yanaklarımızdan ter akarken dudaklarımız kurudu, ancak hiçbirimiz ölüm pahasına arkadaşımızı satmadık.
Gross-Rosen Konsantrasyon kampının Yahudileri o Purim günü iki mucizeye şahit oldu. Bize yaşatılan o korkunç işkenceye rağmen hiçbirimiz ölmedik. İkincisi ise, ölüm tehdidine rağmen herkes arkadaşını ele vermemek için gereken cesareti buldu…”
Yukarıdaki satırlar merhum Holokost kurtulanı Pinchas Menachem Feivlovitz’e aittir.