“Kimseye dokunma, kimseyle konuşma!” Salgın Filmi (2011)
İş seyahati nedeniyle Amerikalı bir kadın Hong Kong’ta bulunmaktadır. Çin seyahatini bitirip evine döndüğünde ise kendini pekiyi hissetmez. Fakat yaşadıklarını önemsememektedir. Ne de olsa seyahatin verdiği bir yorgunluk vardır üstünde. Mutfakta kendine kahve doldururken reflekslerini kontrol edemez ve bardağı yere düşürür. Bardağı almak için yere eğilir ve oracıkta yığılıp kalır! Yerde titrerken, ağzından köpükler saçarak son nefesini verir. İş seyahati sırasında kaptığı esrarengiz ve öldürücü bir virüs sebebiyle hayatını kaybetmiştir!
Hava ve solunum yoluyla rahatlıkla geçen ve insanları birkaç gün içinde öldüren, ölümcül bir virüs tüm dünyaya yayılır! Bu salgından korunmak için hijyen en önemli şeydir. Eller iyice yıkanmalıdır! Yüze, burna kesinlikle dokunulmamalıdır. Dünya çapında uzmanlardan oluşan medikal bir ekip, hem salgına çare bulmaya çalışır hem de insanlarda virüsten daha da hızlı yayılan korkuyu kontrol altına almaya çalışmaktadır. Bu virüs dünya ekonomisini ve politikalarını tehdit etmektedir. Çin’den başlayıp hızla dünyaya yayılan ve solunum yoluyla bulaşan bu hastalık korona virüsü değil, Contagion (Salgın) filminde anlatılan MEV-1 adı verilen bir hastalıktır. Ne ilginçtir ki bu hastalık da yarasadan bir domuza oradan da bu domuzu yiyen bir insana bulaşmıştır.
Yönetmenliğini Steven Soderbergh’in yaptığı 2011 yılında yayınlanan Contagion (Salgın) filmi bugünümüze ışık tutan bir kehanet gibidir! Gerçi bu Hollywood’un ne ilk kehanetidir (!) ne de son kehaneti olacaktır! Siz ne dersiniz? Bir de bu hastalıktan nasıl kurtulabileceğimiz kehanetini yapsalardı harika olacaktı!
“Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü bilirsiniz! Ben ‘Zamanın Çarkları’ adlı yazımda bunun detaylarından uzun uzun bahsetmiştim! Salgınlar yeryüzünde daha öncede yaşandı ve yaşanmaya da devam edecektir. Bu salgınlar her daim insanlara bir mesaj vermiş, insanoğlunu siyasi, toplumsal, psikolojik, dini anlamda yeni bir döneme hazırlamıştır. Tıpkı geçmişte olduğu gibi!
Tarihler 1888 yılını göstermektedir. Manisa’da alt kısmı noksan olan ve üç cephesinde Grekçe bir yazıt yer alan bir heykel kaidesi bulunur. 1906 yılından sonra ortadan kaybolan bu heykel kaidesi 2000 yılında yeniden bulunup Manisa Müzesine taşınır. Bu kaidede İS 2. yüzyılda büyük bir salgın hastalıkla karşılaşan Trokettalılara bu salgından nasıl kurtulacaklarını tavsiye eden bir metin yazılıdır.
Dönemin halkını kırıp geçiren bu salgından sonra ünlü kehanet merkezlerinden biri olan Klaros’a elçiler gönderilir. Amaç tanrı Apollon’un kehanetine başvurarak salgına bir çözüm bulmaktır. O dönemde salgınlar ve felaketler tanrıların gazabı olarak görülür ve çözüm için kehanet merkezlerine danışılırdı. Bu kehanete göre de halkın yaptığı yanlışlara kızan intikam tanrıçası Poena Troketta’daki ölümlülere büyük bir azap çektirmekteydi. Kehanet merkezinde verilen cevapta bu salgından kurtuluşun çareleri anlatılmıştır. Bu çarenin ne olduğunu merak ettiğinizi biliyorum! Fakat cevaba geçmeden önce kehanet sanatının geçmişteki öneminin ne olduğuna bakalım! Cevapları bulmak adına rotamızı antik dünyaya çevirip zamanda ve mekânda yolculuğumuza başlıyoruz! Kemerlerinizi sıkıca bağlayın! Yolculuğa hazır mısınız?
Antik dünyada krallar, zenginler ve geleceğe dair önemli kararlar verecek olanlar dönemin ünlü kehanet merkezlerinin yollarını aşındırırlardı. Bu kehanet merkezlerinden en ünlüleri ve adandıkları tanrılar şu şekildeydi: Delphoi (Apollon), Dodona (Zeus), Pergamon (Asklepios), Didyma (Apollon) ve Klaros (Apollon). Bu büyük kehanet merkezleri dönemin dünyasında çok büyük ün ve saygınlık kazanmıştı. Bu kehanet merkezlerinin tanrılarından en önemlisi ‘kehanet bildiren’ Apollon’du.
Bizim hikâyemize dönecek olursak Apollon’a adanmış kâhinimizin halka yaptığı çağrı ise şu şekildeydi:
“Karlı Bozdağ’ın eteğindeki Troketta’da yaşayan ve Dionysos ile Khronos’un kudretli oğlu Zeus tarafından onurlandırılan sizler, şimdi büyük bir dehşet içinde, gerçeği öğrenmek için neden benim kapıma dayandınız? Madem merak ettiniz, size tüm gerçeği bildireceğim:
Eyvah eyvah! Ovaya büyük bir felaket düştü! Kaçıp kurtulunması imkânsız öyle bir hastalık ki, bir elinde intikam kılıcını (Poine) taşıyor, diğerinde de henüz ölenlerin hüzünlü görüntülerini. Hastalık, bütün ovayı tüketiyor ve yeni doğanları biçiyor ve bütün nesil perişan oluyor ve ölümlüleri pislik içinde azap çekmeye zorluyor. İşte, başınızda böyle bir bela var...
Sizler! Bu beladan kurtulmak üzere tanrısal yasalara uygun bir yol bulmak için telaşlanan ve gerçekten yardım dilemek için bana gelen sizler! Yedi ayrı pınardan saf su temin edin. Ve sonra bu suyu arıtın ve sonra bunu hemen, bundan hoşnut olan Nymphalarla (sudaki periler) birlikte evlere serpin.
Ayrıca, ovadaki bu felaketten sağ salim kurtulan insanlar şükranlarını ifade edebilsinler diye, derhal, ovanın ortasında bir elinde yay tutan bir Phoibos heykelinin dikilmesini sağlayın ...”
Bu cevap bizim korona virüsü ile savaşımıza bir çare olur mu? Bize yıkım getiren intikam tanrıçası Poena mı? Yoksa yeni teknolojiler yoluyla insanlığa yeni bir düzen getirmek amacıyla tanrılığa soyunan başka birileri mi var? Bunun cevabını yine tekerrürlerle gerçeği önümüze taşıyan zaman verecektir!