Kritik teori çevrelerinde, Edgar Ailen Poe’nun yazdıkları içerisinde çok dikkat çekmiş̧ bir hikâyesi vardır: “Çalınan Mektup” (The Purloined Letter)
Önemli bir mektup başarılı bir şekilde kusursuz fakat hayal gücü kıt olan bir polisten saklanmıştır. Polis daireyi üç kez aradığı halde onu bulamamıştır. Çünkü hırsız mektubu, masanın üzerinde herkese görülebilecek şekilde açık bırakarak saklamaya karar vermiştir. Onu gizli bir çekmecede gizlemektense, hiç kimsenin onun olduğunu tahmin edemeyeceği şekilde görünür halde bırakmıştır. Mektup bu açıklığı sayesinde kendini gizler. Poe'nun hikâyesinde, gizlinin açığa çıkarılması gözden kaçan şeydir ve kimse bunun farkına varmamıştır.
Bu hikâyeyi ilk okuduğumda bana “zaman” kavramını çağrıştırmıştı.
“Geçip gitmiş olmasa geçmiş zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki, nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı?” diye sorgular Aziz Augustinus’da pasajında.
Çünkü bazen hakikaten kelimeler yetmez.
Poe’nun gözlerimiz önüne serdiği gizli mektup gibidir zaman.
Kelimeler ve mantık, onun gücünü anlatmaya yetmediği için anlamını anlatmaya da yeterli gelmez. Bu nedenle yardıma başka şeyler çağırmak gerekir.
Sanat gibi, edebiyat gibi, felsefe gibi…
Sinema ile, resim ile, fotoğraf ile anlatmaya çalışırız. Ya da Kant ile, Arabi ile, Heidegger ile, Hegel ile… Bilimin zamana bakışına sığınırız. Newton’dan Einstein’dan bahsederek.
Veya inançlarla anlamaya çalışırız. Mesnevi’den, Makasıt-ül Felasife’den, Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye’den yardım alarak…
Zamanın ne olduğunu anlamaya çalışmak insanlığın en çok zorlandığı konulardandır. Çünkü zamanın olmadığı bir mekân veya olay düşünmemiz mümkün değil. Tezatlar öğreticiydi. Soğuktan sıcağı, yüksekten alçağı anlarız. Ama zamanın karşıtını bilemediğimizden bunu anlamak kolay değil.
Kimse sormaz ve öğrenmek istemezse herkes kendince ne olduğunu bilir. Ama biri sorarsa ve ona anlatmak istersek, işte o zordur. Ne olduğunu biliriz ama anlatmamız kolay değildir. Geçip gitmiş̧ ve sona ermiş olmasa “geçmiş̧ zaman” diye bir şey olmayacak. Herhangi bir şey gelecek olmasa da “gelecek zaman” diye bir şey olmayacak aslında.
Peki, bu bağlara rağmen nasıl oluyor da hem geçmiş̧ ve hem de gelecek var olabiliyor.
Düşünsenize; geçmiş̧ artık yok, gelecek de henüz yok.
“Şimdiki zaman” diyebileceğimiz içinde bulunduğumuz an ise sürekli var. Peki, bu durumda geçmişe ve geleceğe hiç dokunamıyorsa “şimdiki zaman" sürekli değil midir? O zaman bu sonsuz bir şimdiki zaman demek değil midir?
Peki, bu duruma ters olunca, yani “şimdi dediğimiz” zaman tanımı geçmişe doğru kayacaksa, şimdi nasıl var?
Bu durumda “şimdi”, geçmişe yönelip yok olacak bir kavram olmaz mı?
Esas olan şu: Zaman varlığı ile değil, yokluğu ile ölçülen bir şey!