Bilindiği gibi, Roma Anlaşması 63 yıl önce, 25 Mart 1957’de, Charles de Gaulle’ün Avrupa supranasyonalizm’ine (uluslar üstü) şiddetle karşı çıkmasına rağmen imzalanmıştı.
. “Ulusal devletlerden başka bir Avrupa olamaz” diyen de Gaulle, Fransa - Almanya yakınlaşmasını da hep iki ulus devlet ilişkisi olarak değerlendirmişti. Aynı yaklaşımla, 1959 yılında Fransa’yı NATO’nun askeri bünyesinden çıkarmış, 1960’ta Fransa’ya ilk atom bombası denemesini yaptırmıştı. Hedefi güçlü bir Fransa’ydı. 1963 yılına gelindiğinde, İngiltere’nin AET üyeliğine de kırmızı kart gösterdi. Ancak de Gaulle Fransa’da da tepki çekmeye başlamıştı. Çünkü savaş sonrası Avrupa, güçlendikçe saldırganlaşan Sovyetlere karşı birlik olmak zorundaydı. Avrupa Kömür-Çelik Birliğinin peşinden gitmeliydi. İşte Fransa bu düşüncelerle 1968 yılı seçimleriyle Charles de Gaulle’den vazgeçti. Roma Anlaşmasını 10. yılında gerçek anlamda kutsayarak, ‘kurucu altının’ bir üyesi olarak birleşik bir Avrupa hedefine omuz verdi.
Neredeydi? Nerelere Geldi?
Sonra çalkantılı yıllar birbirini kovaladı. Ama onlar pes etmedi. Roma Anlaşmasına dayanarak önce Avrupa Ortak Pazarı ve Gümrük Birliği, sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurumları ile şekillenmeye başladı. Genişlediler, sayıları önce dokuza, sonra 12 ve 15’e, nihayet 28’e ulaştı. İlişkilerini daha sıkı fıkı hale getirecek ortak politikalar oluşturdular. Tarımdan ticarete, sağlıktan, sanayiye, rekabetten, taşımacılığa kadar her konuda Brüksel’e yetki verdiler. AET zaman içinde oldu AB. Kurallar, ölçütler ve standartlar vaaz ettiler. Ortak bir para ve bu parayı yönetecek bir para otoritesi oluşturdular. Aralarındaki sınır denetimlerini bir elin parmaklarından az üye hariç kaldırdılar. Evet, bir Sovyet tehdidine karşı dayanışma amacı ile kurulmuşlardı. Ama ortak bir ordu oluşturamadılar. Güvenceleri hep NATO olarak kaldı. 1989-90 döneminde, komünizm tehlikesi sona erince, biraz daha rahatladılar. Ama ne Balkan çatışmalarına çözüm üretebildiler, ne de yanardağ püskürmelerine ve depremlere acil yardım aktarabildiler. Doğru dürüst bir ortak göç ve dış politikaları olamadı. Doğu Avrupa’nın demokrasi geleneği olmayan ülkeleri ile Kıbrıs’ı, adanın kuzeyindeki halka sırt çevirerek üyeliğe kabul ettiler.
Zirvelerle Yönetilen bir AB
Kalabalık ve geniş bir coğrafyayı, dönüşümlü olarak zirveler ve daimi bir komisyon ile yönetmeye başladılar. Başkanlık dönüşümlerinde program açıklamalarının, gerçeklerden kopuk zırvalar haline gelmesini engelleyemediler. Para krizlerini, ekonomik çöküşleri göremediler. İrlanda, İspanya, Portekiz ve Yunanistan krizleri ile yıprandılar. Komisyon Brüksel’de, AB Merkez Bankası Frankfurt’ta kifayetsiz kaldı. Strazburg’daki parlamento, uzun yıllar sadece meleklerin cinsiyeti ile uğraştı. Bir de ortak bütçeyi değerlendirdi ve onadı. Ama asıl Akdeniz ortağımız dedikleri Arap ülkelerinde kızılca kıyamet kopunca, o Baharfırtınalarının sürüklediği insan seli kalelerini sallamaya başladı. Libya işine niye karıştılar? Lübnan’a, Irak’a müdahil oldular da, neden Suriye’de,meydanı Rusya ve ABD’ye terk ettiler? Verdikleri sözlere rağmen dışladıkları Türkiye’yi neden mültecilerle yalnız bıraktılar? İşte bu sorular, Roma Anlaşmasının 63 yıl sonra buruk kutlanmasına neden olacak birkaç yanıt. Bir diğerine gelince…
Perfide Albion ve Ötesi
“Perfide Albion”tüm kıta Avrupa’sında bilinen ama özellikle Fransa’da, güvenilmeyecek insanlara yakıştırılan bir deyim. Aslında yüzyıllarca İngilizlerin, diplomasideki ikiyüzlülüğünü, uluslararası ilişkilerde İngiliz hanedan veya hükumetlerinin, kendi menfaatlerini kollamak için, ittifaklara veya müttefiklerine nasıl ihanetleri edebilecekleri anlatmak için kullanılmış. Onlarla anlaşma yapmaya niyet eden siyasileri uyarma amacı taşımış. Belki Charles de Gaulle de işte bu ahde vefası olmayan millet imajını tarihin yordamı ile iyi bildiği için, 1973’te İngiltere’nin Ortak Pazar’a üyelik başvurusuna itiraz etmişti kim bilir! Bu yıl dünya Brexit süreci ile milli devletin AB’ye tercih edildiğini gördü. Üstelik her türlü AB imkânından 47 yıl yararlandıktan sonra, İngiltere’nin Brexit ile AB’den kopuşu, de Gaulle gibi basiretli bir asker ve kurt bir politikacıyı haklı çıkardıysa, Roma Anlaşmasının boynu bu yıl bir hayli bükük olacak. 2020 yılında AB kendi söküğünü kendi dikemedi. Doğusundan gelen AB vatandaşlarını istemeyen bir İngiltere gördü. Bırakınız mülteci ve göçmenleri, İtalya’nın salgın faciasına Kübalı doktor ve sağlık personeli koşarken, Brüksel bir kez daha etkisiz kaldı. Şimdi asıl tehlike AB’nin uluslar üstü olma cazibesini yitirmeye başlaması. Çünkü bu yaşlı kıtaya bir kez daha, de Gaulle ruhunu döndürecektir. Bugün aşırı milliyetçiliğin, ulus-devlet iddialarının ve yabancı düşmanlığının güçlenmesi, ekonomik durgunluk pençesindeki AB coğrafyası için ciddi bir tehdit. Öte yandan Putin için, Kremlin’deki odasından temaşa ettiği doyumsuz bir tabl