Hayallerinin peşinden koşan güçlü, kararlı ve eğlenceli bir kadın Lesli Karavil… 18 yıllık yurtdışı deneyiminden sonra İstanbul sevdasının da dinmemesi üzerine çocukluğundan beri hayali olan oyunculuğu gerçekleştirmek adına Türkiye’ye geliyor. Önce stand-up ile başlıyor ve adını hatırı sayılır bir kitleye duyuruyor. Günümüzde ise televizyonun en popüler dizilerinden ‘Babil’de Funda karakterini canlandırıyor. Karavil ile yabancı kültürlerde yaşamasının kişisel gelişimine katkısını, stand-up yapmaya başladığında yaşadığı zorlukları, Babil dizisini ve bunun üzerinden paranın hayattaki değerini konuştuk.
10 yıl Amerika’da yaşamanın ardından Barselona’da geçen 8 sene ve Türkiye’ye dönüp hayallerinin peşinden koşan güçlü, kararlı bir kadın var karşımızda. Aslında Multimedya- Animasyon mezunusunuz. Bize biraz serüveninizden bahseder misiniz?
1994 yılında yurtdışına gittim ve Türkiye’ye 2011’de döndüm. Hayatım boyunca her daim oyunculuk yapmak istiyordum ama o dönem ailemin tavsiyeleri, benim de kaygılarım dolayısıyla Academy of Art Üniversitesinde Animasyon ve Multimedia bölümünden mezun oldum. Beş sene New York’ta R/GA firmasında tasarımcı olarak çalıştım. Sonra tatil için Barcelona’ya seyahate gittim. Ablam İtalya’da yaşıyor ve o süreçte Avrupa’da yaşam kalitesini deneyimlememin iyi olacağını söylüyordu. Sefaradlar için de vatandaşlık hakkı doğdu o arada. Barcelona’ya giderim, araştırırım bir yandan da kendime yeni bir yol çizerim diye düşündüm. Bir ofisin içinde olacağım hayat tarzını istemiyordum. İspanya’ya taşındım ve kısa bir süre bir online dijital ajansında çalıştım. Sonra teklif üzerine Türk fabrikalarına danışmanlık ve aracılık yapmaya başladım. İyi para kazanıyordum ve vaktim vardı. İlerleyen günlerde çok başarılı bir performans sanatçısı olan Mercedes Boronat ile tanıştım ve atölyeleri olduğunu öğrendim. İki sene boyunca derslerine girdim. Oyunculukla ilgili ilk çalışmam sayesinde oldu. Sonra İstanbul’u denemeye karar verdim.
“YURTDIŞI MACERALARIMDAN DEMLENEREK GELDİM”
“Hayatta bize sunulan paketin başka versiyonları var” diyerek başka bir ülkeye gidiyorsunuz. Ve her şeye sıfırdan başlıyorsunuz. Bu aslında genelin korktuğu bir şeydir. Bu cesareti nereden kazandınız ya da sizin hamurunuzda mı vardı?
Kesinlikle hamurumda var. Bu kararlar insanı kuvvetlendiren şeyler. Çok düşünürsen hiçbir şeyi değiştiremezsin. Yapmanız gereken istediğiniz yöne doğru küçük bir adım atmak. Ben istediklerimi biliyorum, bunu gerçekleştiriyorum ve son noktayı fazla düşünmüyorum. Varacağınız noktayı düşünürseniz ilerleyemezsiniz. Ama elbet bazı insanlar kendi kutularından çıkmayı pek istemiyorlar. Barselona’da birçok şeyi oturtmak konusunda bir-iki sene boyunca zorlandım. Artık farklı bir ülkede yaşamak için nelere ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorum. Bisiklete binebilmek, İki-üç iyi arkadaş, sevdiğim bir ev ve ilgi alanımı kapsayan bir zümreye girmek. Basit görünüyor ama öyle değil. Bu bilgileri zaman içinde deneme yanılma yöntemiyle öğrendim. Tüm bu yurtdışı maceralarından demlenerek geldim.
Oyunculuk hayallerinizin hep var mıydı?
10 yaşlarından beri okulda tiyatrolar yapar, yönetirim. Üzgün olduğum kısım, keşke hayatımın başından beri kendimi oyunculuğa adasaydım… Belki de tüm bu tecrübelerin iyi yanı şu olabilir: Çok fazla yolculuk yaşadığımdan dolayı bir yandan da kendimi kuvvetli hissediyorum. Genç yaşlarda setlerdeki dinamikleri kaldıramayabilirdim, insanlarla ilişkilerimi iyi idare edemeyebilirdim. Şimdi çok daha sakin ve akıllı bir bilinçteyim.
Performans sanatları eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye gelip Cihangir’de bir kahvede stand-up yapıyorsunuz. Sonrasında yollar sizi gösteri sanatlarının en prestijli salonlarından Zorlu PSM’ye götürüyor. Stand-up merakınız nereden ileri geliyor?
Geldikten sonra dört yıl Şahika Tekand ve İpek Bilgin’in oyunculuk atölyelerine katıldım. Stand-up yapacağımı biliyordum. Doğru ortamları hissedersem çok komik bir insanım. Sayı arttıkça performansım daha da artıyor ve korkunç bir motivasyon yaşıyorum. Stand-up konusunda adım atma arzuları içindeyken, nefes terapisinde biriyle tanıştım: Beşire Bulut. Ve olaylar açıldı. Sanki kanalizasyon borusu tıkalı ve hareket edemiyordum. Birden stand-up için cesaretimi topladım ve üç sene evvel ilk kez Cihangir’de Creatolye’de bir gösteri yaptım. Sonra gerisi geldi... Ben bir insanın tek bir iş yapması gerektiğine inanmayanlardanım. Zihnim hızlı çalışıyor ve farklı şeyler yapmayı seviyorum.
“MRS. MAİSEL GÖSTERİLERİMDE ÇOK YARDIMCI OLDU”
The Marvelous Mrs. Maisel dizisine benziyor hikayeniz… Çevrenizde eğlenceli ve gözlemci biri olarak mı tasvir edilirsiniz?
Aynen… Mrs. Maisel bana çok yardımcı oldu. Bir-iki arkadaşım önerdi. Süreç içinde bende korkular doğmaya başladı, iyi yapabiliyor muyum anlamında. O dizinin bana çok katkısı var. Çok gözlemciyimdir ve bütün zekam görsellikten geliyor. Her zaman komik biriydim, babam da öyleydi. Mutlu olduğumda insanları da eğlendirmekten haz alan bir insanım. Bir sürü çok iyi oyuncu var ama herkes çıkıp tek başına hikaye anlatamıyor bu farklı bir açıklık ve samimiyet gerektiriyor. Ben üretken bir yapıya sahibim ve üretken yapı risk almayı gerektirir. Ben bundan keyif alıyorum.
Oyunculuk ve stand-up’ı bir arada mı yürütmeyi düşünüyorsunuz? Birbirini besleyen dallar mı sizce?
Açıkçası şu an ne tarafa gitmem gerektiği konusunda kendi kendime düşünüyorum. Zorlu PSM’de 150 kişi yerine 2000 kişiye mi hikayelerimi anlatmak isterim, yoksa yurtdışında İngilizce mi şov yapmak mı daha cazip? Yoksa böyle kalmalı mı? Oyunculukta dramatik bir rolde yer almak niyetindeyim. Bir filmde çok ters köşe rolüm olsun isterim. ‘Savaşçı’ dizisinde terör elebaşıydım, ‘Babil’de dinine bağlı, herkesi idare etmeye çalışan bir karakterim. Aslında biz milyonlarca odası olan insanlarız ama zaman içinde bu sayı üçe, dörde düşüyor. Bu tip işler yaptığında diğer odaları da keşfedeceğin bir yolculuk yaşıyorsun.
“GEÇMİŞTE SAHNEDE FEMİNENLİĞİMİ GİZLERDİM”
Türkiye’de kadın komedyen olmak zor mu? Son yıllarda Gülse Birsel, Gupse Özay, Büşra Pekin gibi kadınların komedi kavramını erkek egemen çizgiden çıkarma başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Saydığınız kişiler çok başarılı ama daha çok dizi ve film sektöründe ilerliyorlar. Stand-up’ta ‘Çok da Fifi’ grubu, ‘Miray’ ve ‘Yasemin’i biliyorum. Evet bir kadın olarak yapmak zor. Fakat bir insan karşısında bulunduğu topluluğu güldürüyorsa kadın - erkek olarak ayırmamak gerektiğini düşünüyorum. Artık kimlikler beni ilgilendirmiyor. Bu tip bir ayırıma ne kadar çok enerjini verirsen, hareket etmeni o derece engeller. 25 yaşında olsaydım belki bunu takardım ama şu an kendimi kuvvetli ve merkezimde hissediyorum. Elbet eril enerjiye gerek oluyor yer yer çünkü olmazsa bu eril dünyada hareket etmemiz zor olur ama ben bir kadınım. Onun için topuklu ayakkabıyla çıkıyorum, seksi giyiniyorum. İlk senelerde öyle çıkmıyordum, sweatshirt ve tayt yeterli oluyordu. Bir sene içinde fark ettim ben bir kadın stand-up’çıyım ve öyle görünmeliyim. Korktuğum alanlar vardı sadece seks figürü olarak görülmek gibi. Bir yerden sonra bu süreci atlattım. Geçmişte sahnede feminenliğimi gizlerdim. Artık kadın olmaktan gurur duyuyorum. Bu benim için handikap değil bir avantaj.
“DOMESTİK TARAFIM HİÇ YOKTUR”
Şu anda Türkiye’nin en popüler dizilerinden Babil’de, Funda karakteri ile seyirciyle buluşuyorsunuz. Babil ile yollarınızın kesişmesi nasıl oldu?
Menajerim Tülin Berk sayesinde Ay Yapım’a audition verdim ve diziye dahil oldum. Farklı bir kadını oynamak istiyordum zaten. Çoğu kişi “Sen çok güzelsin, ekrandaki kadınla alakan yok” diyor ama bu lafları önemsemiyorum. Hatta iyi bir şey. “Hayatında bize çay getirmezsin, orada sürekli servis halindesin” yorumunda bulunuyorlar ve bunlar da çok doğru. Farklı bir karakteri denemeye ve anlamaya çalışıyorum.
Babil Madencilik gibi bir ponzi sistemi için size teklif gelseydi, ne yapardınız? Para ne kadar değerli hayatınızda?
Para çok değerli. Hatta bir lafım vardır: “Para mutluluk getirmez ama sinirleri gevşetir…” Mutluluğa doğru yapacağın şeylere araç olabilir. Onun için önemli. Para akışkan bir şey. Elde tutmak için sürekli bir güvensizlik yaşamıyorum. Hayatımda çok farklı zümrelerin içinde bulundum. Ben paramı hayır işleri için kullanırdım. Zenginliğini yaratıcı işler için kullanan insanların arasında olmak isterdim. Bill Gates gibi. Hem kendi hayatım, hem insanlığı etkileyecek çözümler üretecek bir kadro için harcardım elimdekini ve enerjimi. Beni bu tatmin ederdi.
İlk bölümde Halit Ergenç’in, İrfan karakterinin konuşması sosyal medyada çok yer aldı. “Beni tanıyorsun. Hayatı boyunca çalışan, çabalayan ama hakkını alamayan. Dibin en dibindeyken bir karar verdim, bu dünyanın canına okuyacağım.” Lesli Karavil’in hiç böyle bir isyanı oldu mu?
Daha gençken, 20’li yaşlarımda falan belki. Bence her başarılı insanın ezik hissettiği bir tarafı vardır. Şu anda hiç öyle bir derdim yok. Hayata çok dramatik bir yerden bakmıyorum. Ne olursa olsun bulutlar gibi gören biriyim. ‘Bugün hava parçalı bulutlu’, yarın güneşli, sonra yağmurlu sonra tekrar güneşli. Hepsi aynı sen sadece değişimi bekliyorsun. Çalışıp çabalayıp hakkımı alamıyorsam davanın benimle olduğunu düşünürüm. Demek ki bir yerde yanlış bir şey yapıyorumdur.
Dizide kardeşiniz size çok büyük bir sır veriyor ve bebeğin babasının kocası olmadığını söylüyor. Gerçek hayatta böyle bir sırrı saklayabilir miydiniz, yoksa “Kesinlikle içimde tutamam” diyenlerden misiniz?
Çılgınca sır tutabilirim çünkü ben söylenenleri unutan biriyimdir. Dinlerim, yardımcı olmamı istiyorsa olurum… Ama tek bir nokta var. Etik biriyimdir, etik olmayan bir şeyi duyduğumda rahatsız olabilirim. Tabii ki ablam bana böyle bir sır verseydi hayat boyu kimseye söylemezdim, içimde tutardım. Bir arkadaşımın çok sevdiği eşiyle böyle bir durum yaşansaydı yine tutardım ama o kadınla ilişkimi iyi bir şekilde devam ettirmekte zorlanırdım.
“İNSANLARA KAZIK YİYECEĞİM ALANLAR YARATMAM”
Siz de Babil’deki gibi arkadaşlarınızdan tekme ya da kazık yediniz mi, bu sizi nasıl bir yola sevk etti?
Düşündüğüme göre yemedim herhalde. Çok fazla birilerine bağlı yaşamam, insanlara o alanları yaratmadığımdan olabilir. Bireyleri çok iyi okuduğumu düşünürüm ve bir ortamda beden dilinden bile hissederim, kiminle muhatap olmalıyım ya da olmamalıyım. Bir toplantı da ya da görüşmede de öyle. Çok kuvvetli bir altıncı his. Sezgilerimle ilerlerim. Mantığımla matematik hesabı yapmam. Kendi yolumun kendi kendine açılacağına %100 inanırım.
Tedx konuşmanızda öğrencilere “Kendi filminizin oyuncusu değil yönetmeni olun” diye tavsiye verdiniz. Sizin şu ana dek kendinizle ilgili yönettiğiniz en güzel bölüm nedir, kendi Oscar’ınızı hayatınızın hangi kısmına verirsiniz?
Hayatımın Oscar’ını bugün verirdim kendime. Çünkü önemli bir yolculuk yaptım ve hâlâ bu serüvene devam ediyorum. Atladığım kademeler için bir ‘Helal olsun’u teslim ederdim. Çok kulvarlar geçirdim, çok işlerde çalıştım. Kimi arkadaşlarım daha varlıklı, belki daha fazla seyahat ediyorlar ama beni mutlu eden şey kendi koyduğum hedeflere ulaşmak. O hedeflere ulaşınca ben daha iyi bir insan oluyorum. Hedeflerime ulaşırken daha ılımlı bir insan oldum. O savaşlar ve yolculuk içinde kendimi törpülemek zorunda kaldım.
“Gülmek güzelleştirir, hayatı çok da ciddiye almamak gerek” demişsiniz bir röportajınızda. Olayları ve insanları ne kadar ciddiye alıyorsunuz?
Eskiden çok alırdım ama stand-up sayesinde almamaya başladım. Herkesi mutlu edemezsin. Şu an başkalarının düşündüklerinden çok kendim neyle iyi hissederim, ona bakıyorum. Ben sahnede iyi hissedersem keyif alırsam tüm izleyici benle keyif alıyor zaten... Birileri için değil kendim için bu işi yapmaya karar verdim.