Gün itibari ile bütün dünya benzeri görülmemiş bir sağlık krizi yaşıyor. Sadece insan hayatı değil, bildiğimiz, inandığımız bütün değerler sarsılıyor. İnsanlığın, dayanışmanın, ekonomik sistemin, önceliklerin tanımı yeniden yapılıyor.
Bundan yalnızca birkaç ay önce, sınıfta öğrencilerle ders öncesi gündem hakkındaki rutin konuşmamızı yapıyorduk. “Çin’de bir virüs ortaya çıkmış, acaba ne olacak?” diye sorduk kendimize. O zamanlar hastalık Fransa’ya çok uzak görünüyordu; Çin’de yaşanan kayıpları diğer haberler gibi takip ediyorduk.
Fransa’da 26 Şubat tarihinde COVID-19 nedeniyle iki kişi hayatını kaybetmişti; 60 yaşında bir öğretmen ve 80 yaşında Çinli bir turist. Fakat yine de o tarih itibari ile durumun ciddiyetinin ne halk, ne de hükümet farkındaydı.
Hayat olduğu gibi akıyor, insanlar ‘bizden uzak yerlerde’ hayatlarını kaybediyordu. Fakat hastalık Fransa’da yayılmaya başladı. Can kaybının en çok yaşandığı bölgelerden olan Grand-Est’deki Mulhouse kentinde 17-24 Şubat tarihlerinde yaşanan olay ülkede atom bombası etkisi yarattı. Fransa’nın dört bir yanından gelen 300’u çocuk, 2500 kişi Evanjelist Kilisesinin 25 yıldır düzenlediği geleneksel ayin için bir araya geldi. Kamu yayıncısı France Info haberinde, Mulhouse'daki kilisede o tarihlerde yapılan ayinlere katılan en az bin kişide virüs tespit edildiğini açıkladı.
Karantinaya giriş
Birçok şehirden katılımın olduğu bu ayinler ülkede salgının yayılmasına neden oldu. Sağlık yetkilileri, ayine katılan ve Strasburg Hastanesinde çalışan bir hemşirenin virüsü 250 sağlık çalışanına bulaştırdığını belirtti.
Hastalığın hem ülkede hem de dünyada yayılması üzerine yeni kararlar alındı. Başbakan Edouard Philippe, 14 Mart’ta yaptığı açıklama ile halka açık yerlerin kapatıldığını duyurdu; o zaman can kaybı sayısı 127 idi. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise 16 Mart akşamı yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında ertesi günden itibaren karantina sürecinin başlayacağını açıkladı. Ailesinden uzakta yaşayan ya da karantina sürecini başka bir yerde geçirmek isteyen herkes bulduğu son uçağa, trene atlayıp gitti… Elbette virüs de insanlarla birlikte seyahat etti.
Özgürlük kavramını temel ilke haline getirmiş bir halk için sokağa çıkma kısıtlamasına adapte olmak zaman aldı. Yaşayan her yer kapandı. Sosyal hayat ile beraber ekonomik hayat da durdu. Avrupa’nın en koruyucu ülkesi olan Fransa’nın elbet bir çözümü olmalıydı.
Yaşanan kriz her şeyden önce bir sağlık krizi; alınan önlemler ve yürütülen planlar mercek altında. Cumhurbaşkanı Macron da son ulusa sesleniş konuşmasında hataları ve eksiklikleri kabul etti.
Fransa, Almanya ve Güney Kore gibi yaygın test uygulayan ülkelerden değil. PCR testinde öncelikli grup sağlık çalışanları, yaşı ilerlemiş kişiler, hamileler ve engelli vatandaşlar. Analizi daha hızlı olan kan testi üstüne çalışmalar yapılmakta, bu sayede makinalar bir saat içerisinde 280 örneklemi inceleyebiliyor. Fakat testin güvenirliği hakkında bazı tartışmalar var.
Bir diğer tartışma ise maske konusunda yaşanıyor. Fransa’da dört önemli maske fabrikası olmasına rağmen, üretimin büyük çoğunluğu Çin’de yapılıyor. Dünyanın içinde bulunduğu durum nedeni ile Çin yeteri kadar maske teminatını istenen sürede yapamadı. Ülkede yapılan üretim, kriz anında maske tüketimini karşılamakta yetersiz kalıyor.
Macron, bir maske fabrikası ziyaretinde üretimin Fransa’da yapılmasının önemini belirtti. Fakat geçmişte alınan kararlar günümüzde etkilerini sürdürüyor.
Çok değil, iki sene öncesine giderek bugünü anlayabiliriz. Bretagne bölgesinde 90’lı yıllardan itibaren solunum maskesi, özellikle de FFP2 maskesinde uzmanlaşmış bir fabrika vardı. 2005 yılında, devlet şirketle bir anlaşmaya gitti. Bu anlaşma doğrultusunda fabrika senede en az 180 milyon maske üreteceğinin teminatını veriyordu. 2010 senesinde devlet siparişlerini düşürdü ve aynı sene Amerikan devi Honeywell, aralarında bu fabrikanın da olduğu şirketler grubunu satın aldı. Ekonomik nedenler gösterilerek işten çıkarmalar başladı ve fabrika 2018’de kapandı. Yeni bir sağlık krizinin patlak vermesi üzerine bu konu yeniden gündeme geldi.
Uygulanan tedaviler
Elbette bütün dünyanın olduğu gibi Fransa’nın da önceliği tedavi yöntemleri. En medyatik tedavi yöntemini Marsilya’da Timone Hastanesindeki Profesör Didier Raoult önerdi. Raoult, korona virüsünü daha önce sıtma tedavisinde kullanılan hidroksiklorokin molekülü ile tedavi ettiğini açıkladı. Deneysel tedaviyi kabul eden 24 hastanın yüzde 75’nin altı gün içerisinde virüsten kurtulduğunu açıklayan Raoult, Fransa’da Sağlık Bakanlığının yeni kararlar vermesinde etkili oldu. Doktorlar artık COVID-19 hastaları için reçeteye sıtma ilacını yazabiliyor.
Öte yandan ‘immün plazma’ tedavisi de uygulanıyor. Bu tedavi şimdilik 60 hasta üzerinden gerçekleştiriliyor. Alınan sonuçlar doğrultusunda ve yan etkileri de hesaplanarak hasta sayısı arttırılacak.
COVID-19 hastalığı sağlık sistemini derinden sorgulattı. Fransa’da 5 bin reanimasyon yatağı var ve bu sayı maalesef yetersiz kaldı. Hastalar daha az yoğun bölgelere ve Almanya, İsviçre, Lüksemburg’a transfer edildi.
Ekonomi ve iş dünyası
Dünya bir sağlık krizi ile mücadele ederken, bir yandan da finansal cephede savaş veriliyor. Fransa’da II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük ekonomik sıkıntı yaşanıyor. Ekonomi uzmanları ve Devlet İstatistik Enstitüsüne göre yüzde 8 oranında resesyon yaşanmakta; ekonomik faaliyetlerde yüzde 35 gerileme var.
Bakanlar kurulunda alınan kararlar doğrultusunda iş dünyası için iki seçenek sunuldu: Fiziksel işlerde çalışanlar ‘geçici işsiz’ oldu. Özel sektörde çalışan ve evden çalışma imkânı olmayan herkesin maaşını devletin ödeyeceği açıklandı. Çalışanların net maaşının yüzde 84’ünü şirketler ödüyor, devlet ise şirketlere geri ödeme yapıyor. Gün itibari ile Fransa’da her iki çalışandan birisi ‘geçici işsiz’, bu da 9 milyon çalışan ve 730 bin şirket demek. Evden çalışma imkânı olanlar ise şirketlerden maaşlarını alıyor. Sektörlere göre kimi şirketler ekonomik resesyon gerekçesi ile çalışanların maaşlarında kesinti yaptı. Fakat hem Çalışma Bakanı Muriel Pénicaud, hem de Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, her fırsatta bütün önlemlerin kimsenin işsiz kalmaması, şirketlerin batmasına engel olmak doğrultusunda alındığını söylüyorlar. ‘Geçici işsizlik’ için devlet bütçesinden ayrılan fon 100 milyar Euro.
KOBİ’ler ve serbest çalışanlar için ise farklı dayanışma fonları oluşturuldu. Kredi ödemelerinde, vergilerde, elektrik, su ve doğalgaz faturalarında ertelenmeye gidildi.
Ekonomik olarak yeterliliği olan varlıklı şirketler, örneğin Hèrmes, Chanel, Total ve L’Oréal firmaları, çalışanlarının maaşlarını kendi kasalarından vereceklerini ve devletten para almayacaklarını belirtti. Bir yandan da Michelin, Renault ve Sodexo firmaları patronlarının ve yönetim kurulundakilerin maaşlarında yüzde 25 kesinti yaptı, kâr paylarını dayanışma fonuna aktaracaklar.
Büyük ve orta şirketlerin yardımına devlet koşuyor, peki tarım sektörü için neler yapılıyor? Hasat zamanı geldi ve tarlalarda yeterince işgücü yok. Krizden önce mevsimlik isçiler çoğunlukla İspanya, Fas, Polonya’dan geliyordu. Sınırların kapanması ve hastalığın her ülkeye yayılmasından dolayı artık bu mümkün değil. Fransa Tarım Ve Gıda Bakanı Didier Guillaume, ekonomik faaliyet içinde olmayan vatandaşları tarlada desteğe davet etti; 220 bin kişiye istihdam sağlanabileceğini ekledi. Eldeki son rakamlara göre 170 bin başvuru yapıldı. Fransa için yepyeni bir dayanışma şekli oluştu.
Peki geleceğimiz?
Dünya bu gelişmeleri takip ederken akıllardaki diğer soru karantinanın ne kadar süreceği ve elbette bundan sonra ne olacağı üzerine. Fransa’da karantina şimdilik 11 Mayıs’a kadar uzatıldı. Cumhurbaşkanı Macron son ulusa sesleniş konuşmasını 13 Nisan Pazartesi günü yaptı. Konuşmayı 38 milyon kişi izledi ve bir rekor kırıldı. Fransızlar akıllarındaki soruların cevaplarını bekledi. Macron bu konuşma için günlerce hazırlandı, bilim kurulu, sendikalar, patronlar ve farklı tedavi yöntemlerini uygulayan doktorlarla da görüştü, her kesimin fikrini aldı. Karantinanın uzatılacağı konusunda herkes hazırlıklıydı fakat 11 Mayıs tarihi ve bu tarihten sonra yapılması planlananlar tepki çekti.
Macron, 11 Mayıs’tan itibaren üniversite hariç eğitim kurumlarının kademeli olarak açılacağını, ekonomik faaliyetlerin yavaş yavaş başlayacağını açıkladı. Gün itibari ile öğrenciler uzaktan eğitim alıyor fakat maalesef herkesin koşulları eşit değil. Her evde yeteri kadar bilgisayar yok, her anne-baba ya da çocuklardan sorumlu kişiler aynı desteği veremiyorlar. Okulların açılması bu sosyal eşitsizliklerin sonlandırılması ile temellendirilse de halk bu kararın ardında anne-babaların iş hayatına dönmesi olduğunu düşünüyor. Bu karara hem sağ ve sol partiler, hem sendikalar, hem de doktorlar tepki gösterdi. Farklı merciler sağlık ve güvenlik koşulları sağlanmaz ise bu kararın büyük risklere yol açacağı konusunda hemfikir.
Konuşmanın ardından verilen tepkilerin hükümet tarafından analiz edildiğini ve halkın taleplerinin dikkate alındığını söyleyebiliriz. Macron’un konuşmasının ardından Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, okulların tümünün 11 Mayıs’ta açılmayacağını belirtirken, İçişleri Bakanı Christophe Castaner ise “11 Mayıs hedeflenen tarih. Cumhurbaşkanı sendikalarla, bilim insanları ile görüşerek bu kararı aldı” dedi.
Hükümet kanadından gelen açıklamalara göre karantina sonrası sürecin nasıl planlanacağı önümüzdeki 15 gün içinde açıklanacak.
Dilerim bütün ülkeler halkın sağlığını ön plana koyar ve bu sınavdan başarıyla çıkar. Daha adil, insani bir dünyada yaşamak umuduyla…