Sadece İtalya’nın değil, dünya sinemasının ilk büyük ‘auteur’ü Luchino Visconti, hem olağanüstü bir sinemacı, hem de Avrupa kültürünün tüm yanlarına derinlemesine dalan bir sanat adamı, becerikli bir müzisyen, büyük bir sahne tasarımcısı ve ünlü bir opera ve tiyatro yönetmeniydi.
14 uzun metrajıyla sinema tarihinin en büyük dehalarının başında gelen, geniş ekranın bu en büyük estetinin, Nazizm’in yükselişini varlıklı bir sanayici ailesinin 1930’lu yıllardaki yaşamlarına yansımalarıyla anlatan, ‘La Caduta degli Dei’(1969), Visconti’nin en çarpıcı, şaşırtıcı, kitlesel ve bireysel vahşet ve dehşet bölümleriyle barok korku sinemasına en yakın filmidir. İtalya dışında ‘The Damned / Lanetliler’adıyla bilinen bu filmin esin kaynakları arasında ilk akla gelenler, ‘Macbeth’, ‘Hamlet’,‘Buddenbrook Ailesi’, Wagner’in ‘Nibelungenlied’i, Dostoyevski’nin‘Ecinniler’i ve Sofokles’in ‘Oidipus Rex’idir. Visconti, Faşist hareketin bir çığ gibi büyüyerek kitleleri peşinden sürüklediğini ve bireylerin, kötülüklerinin bilincine varamadan rüzgâra kapılmışçasına hareketin bir parçası haline geldiklerini iddia eden kanının aksine, Nazizm’in insanların bilinçaltındaki vahşet ve kötülüğü uyandırıp kullanarak başarılı olduğuna inanır. Bu savını melek yüzlü bir androjin çocuk olarak karşımıza çıkardığı, giderek bir canavara, kanlı bir katile dönüşen ailenin genç oğlu Martin von Essenbeck’in manyaklıklarıyla çılgınlıklarının gerekçelerini ve dayanaklarını Gestapo’nun bünyesinde bulmasıyla ortaya koyar.
Korona salgını sebebiyle canlı tiyatroya ara verilmiş olsa da, birçok önemli görsel sanat kurumu önemli geçmiş yapımlarını on-line olarak izleyicilerin beğenisine sunuyor.
Bu çok sayıda ilgi çekici sahneleme arasında, 2002’den beri Hollanda’nın ünlü tiyatrosu Toneelgroep Amsterdam’ın Genel Sanat Yönetmeni Ivo Van Hove’nin, Luchino Visconti, Nicola Badaluccove Enrico Medioli’nin senaryosundan uyarlayarak sahneye koyduğu, Comédie-Française ve La Compagnie des Indes ortak yapımı Les Damnés, hem Visconti’nin ünlü filmine tiyatro açısından getirdiği yorumu, hem de skandal yaratmaktan hiçbir zaman korkmamış olan Hove’nin müthiş çarpıcı sahnelemesiyle en etkileyici olanı.
İlk kez 2016 Avignon Festivalinde, Papalık Sarayının Onur Avlusunda sahnelenen festivalin açılış oyunu Les Damnés, sonrasında orijinal kadrosuyla Paris, New York ve Londra’ya uzun soluklu turnelere çıkar, özgüler ve ödüller alır. Biz de 14 Nisan gecesi internetten Avignon’daki yorumu izledik.
Dünyanın ilk ulusal tiyatrosu olan Fransız Devlet Tiyatrosu, Théâtre Françaisolarak da isimlendirilen Comédie-Française, üç yüz yıllık geçmişiyle dünyanın en köklü tiyatro kurumlarından biridir. Fransız tiyatrosunun, edebiyatının ve sanatının gelişmesini derinden etkileyen, pek çok büyük oyuncunun yetişmesini sağlayan topluluk 20. yüzyıl sonlarına kadar klasik tiyatronun kâbesiyken, tüm sanatlar gibi devamlı evrilen tiyatronun yenilenmesine ayak uydurarak, bu dönemlerde önemli bir çağdaşlaşma sürecine girer. Günümüzde Comédie-Française, klasikler modern yorumlar getiren, en aykırı ve avangart oyunları sahnelemekten çekinmeyen çağcıl bakış açısıyla Fransız tiyatrosunun amiral gemisidir.
Prodüksiyonlarında dünyaca ünlü misafir yönetmenlerle de çalışanComédie-Française, Ivo Van Hove’ye bir oyun sahneleme teklifi götürdüğünde oyun seçimin yönetmene bırakmış. Bir süredir sinemadan sahneye uyarlamalar yapan Van Hove da Visconti’nin filmini uyarlamaya karar vermiş.
1933’te Reichstag yangını sırasında başlayan oyun, genelde filmin öyküsel çizgisinde gelişir. Çıkarlarının giderek güçlenmekte olan Nazileri desteklemekte olduğunu gören güçlü çelik sanayicisi Essenbeck Ailesinin genç kuşağı, ailenin bu fikirden iğrenen şafi Baron Joachim’i katleder. Fabrikaları kimin yöneteceği, aile bireylerinin sapkın ilişkilerinin dönemin siyasal ortamının gaddarlık ve vahşetinin aynası olarak yansıdığı bir seri entrika, manipülasyon, ihanet ve cinayetle belirlenir. Bu yaşam savaşında, bedel olarak, gücün tek sahibi olacağı, ama aşkın, iyiliğin, güzelliğin yer almayacağı bir yaşama razı olan, pedofil ve sapkın torun Martin, rejimin sorgusuz sualsiz hizmetkârı olarak iktidarı ele geçirir.
Van Hove’un yorumu, 1960’larda yazılmış çok başarılı bir senaryonun teatral karşılığını aramayı aşan, günümüzde giderek güçlenmeye başlayan milliyetçiliği zekice eleştiren, hatta oyundaki saray entrikalarıyla Trump’ın seçimleri kazanması arasında paralellik kuran güncel ve çağcıl bir iş. Oyun boyunca izleyici, o iğrenç geçmişin günümüzde aynen tekrarlanmakta olduğu rahatsızlığını devamlı hissediyor.
Ivo Van Hove, oyunu, partneri ve devamlı sahne tasarımcısı Jan Versweyveld’in yarattığı, arka fondaki dev ekrana karakterlerin yüzlerinin mahremiyetinin yansıdığı, yeri turuncu, dev bir bomboş mekânda, kötücüllüğün kutsandığı karabasansı bir görkemli ritüel olarak sahneliyor. Solda, makyaj masalı, oyuncuların sıralarını beklerken oturacakları, soyunacaklar ve hatta uzanacakları ferah bir açık hava kulisi var. Sağda ise, kapakları açık, öldürülecek olanları bekleyen altı boş tabut var. Yunan tragedyalarındaki gibi, hiçbir cinayet sahnede işlenmiyor, kulak tırmalayıcı bir düdük sesiyle haberlenen ölüm, kurbanın küçük bir geçit alayıyla tabutuna götürülüp yatırılmasıyla veriliyor. Bu ritüelin tek istisnası, bir eşcinsel sefahat âlemi olarak başlayıp kanlı bir katliama dönüşen ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’. İki canlı oyuncu ve fonda kendilerinin de olduğu filmi harmanlayan bu olağanüstü sahne. Giderek ‘gore’ bir görsel şölene dönüşüyor.
Sadece oyunu değil, Comédie-Française oyuncularının müthiş performanslarını izlemek de heyecan verici. En ufağından en önemlisine kusursuz ekipte özellikle, Elsa Lepoivreve Guillaume Gallienne’in kendisine aşırı düşkün oğluna her istediğini yaptıran Sophie ile doyumsuz güç tutkunu sevgilisini kötücül bir Macbeth çifti gibi yorumlayışları ile Éric Génovèse’nin olayları arka perdeden yöneten sinsi ve soğukkanlı Nazi kuzeni çok başarı.
Gencecik Christophe Montenezise olağanüstü bir Martin canlandırıyor. Finalde çırılçıplak soyunup öldürülenlerin külleriyle banyo yaptığı sahne unutulur gibi değil.
Bu benzersiz prodüksiyonun yorumlanmasında beni bir miktar rahatsız eden bir durum var. Film ile oyunu karşılaştırmanın anlamı yok ama filmin senaryosu bir bakıma oyunun yazarı demek. Ve Visconti, filminde Martin’e en ufak bir hoşgörü göstermez ve değil yarım yüzyıl önce bugün bile sinemada benzerine rastlanamayacak müthiş bir ensest sahnesiyle ona duyabileceğimiz son sempati zerresini de yok eder.Van Hoveise, bir yandan ensest sahnesini iyice yumuşatarak, diğer yandan da etrafın Martin’i önemsemeyişini epey abartarak, onu mazur göstermese de bir dereceye kadar anlayış göstermemizi ister. Belki küçük bir ayrıntıdır ama ben bunun Visconti’nin tematiğine ihanet olduğu kanısındayım.
Yine de bir yerde bulursanız sakın kaçırmayın diyeceğim. Duyduğuna göre Amzon’da DVD’sini bulmak mümkün.
Hepinize sağlıklı izlencelerle dolu bir gelecek dilerim.
ÖNEMLİ NOT: Ünlü sinema yönetmeni Danny Boyle’un 2011’de National Theatre’da sahnelediğinden beri kült bir efsaneye dönüşmüş olan ünlü ‘Frankenstein’yorumu, YouTube’da National Theatre Live programında İngilizce ve İngilizce alt yazılı yayınlanacak. Oyunun, 30 Nisan ve 1 Mayıs tarihlerinden itibaren süreli yayın olarak izlenebilecek her iki versiyonunu sakın kaçırmayın derim. Yazısı haftaya bu sütunlarda.