Tüm zamanların en önemli ‘milliyetçilik’ metninin, tüm zamanların en meşhur kitaplarından biri olduğunu fark ettim: Tevrat.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Son günlerde dikkatimi oldukça çeken bir husus var: Ne zaman milliyetçilik üzerine lehte yahut aleyhte ama mutlaka ufuk açıcı bir yazı veya kitap okusam, müellifin İbrani olduğunu görüyorum. (İbrani ifadesini kasten kullandım. Mezkûr müelliflerin çoğunun dini inancı yok, ancak etnik açıdan hepsi İbrani. Yahudi, Musevi, İbrani ve İsrailli kavramları benim zihnimde de çok oturmuş değil, Türk Musevi Cemaatinin bu konudaki ‘resmi’ görüşünü öğrenmek isterim doğrusu.) Bu bana ilginç geldi elbette, fakat üzerine düşünürken, tüm zamanların en önemli ‘milliyetçilik’ metninin, tüm zamanların en meşhur kitaplarından biri olduğunu fark ettim: Tevrat (Daha doğru bir ifadeyle, Eski Ahit.) Üstelik bu uyanışımı da tetikleyen bir Yahudi idi, Yoram Hazony.
İnsanoğlunun antik döneminde tanrılar ekseriyetle coğrafyaya mahsustu. Bunun en tipik örneği, Ksenofon’un Anabasis eserinde görülür. Yunan yurdundan Mezopotamya’ya uzanan bir serüvende Yunan paralı askerler, “Burada Poseidon’un hükmü kalmamıştır” kararına vararak, yerel tanrılara dua etmeye, kurban kesmeye başlar. Antropomorfik tasavvur edilen ve yer şekilleriyle ilişkilendirilen tanrılar elbette coğrafi olmaya mecburdur. Aynaroz’daki Athos Dağının varlık sebebini, bir Titan’ın Poseidon’a kaya fırlatması olarak açıklıyorsanız, Athos Dağı ufuktan kaybolunca tanrıları da kaybolur. Bu coğrafilik günümüzde başka bir haliyle yaşamaya devam ediyor. Bizim Sarız bölgesinin Avşarlarının zihninde, mesela, Ali bin Ebu Talip, Anadolu’da yaşayan bir figürdür. Düşmanlarından kaçarken kılıcıyla ikiye bölerek yardığı ve kaçmayı başardığı kaya, söz gelimi, Maraş’ın biraz kuzeyindedir.
Coğrafiliği aşıp ‘milli’liğe evrilen ilk tanrılardan biri Kök Tanrı olabilir. Kök Tanrı, Türk mitolojisinde hem ‘kök ve köken’ tanrıdır, hem de ‘Deus Otiosus’tur. Diğer tanrılar, kutsal ruhlar, iyeler çok daha önemlidir. Ancak Köktürkler döneminde Kök Tanrı, eski öneminin üzerine yeni işlevler ekleyerek çok daha görünür ve başat olmuştur: Köktürkler farklı totemlere, kutsallara sahip Türk unsurlarını birleştirmişti. Hepsiyle paylaşılan en önemli ortak mit Kök Tanrı idi, üstelik gök her yerde olduğundan, kutsal dağlar, kutsal ormanlar gibi coğrafilikle sınırlanmıyordu.
Fakat etkisi Kök Tanrı’dan çok daha büyük olmuş bir başka ‘milli tanrı’, Tevrat’taki Tanrı’dır. Yoram Hazony tam da bunu ifade ediyor, üstelik bambaşka bir bakış açısıyla: Ulus devlet kavramının da, farklı ulusların ‘kendi törelerince’ saygın ve ‘kendi yerinde’ yaşadığı bir dünya düzeni tasavvurunun da kökeni Tevrat’tadır diyor. Deuteronomy 4, bakın ne diyor: “Her dua ettiğimizde bize cevap veren Rabbimiz gibi, hangi büyük millet tanrılarına bu kadar yakın olabilmiştir?” (Kaynak olarak Dore illüstrasyonlu King James versiyonu İngilizce İncil kullanıyorum, Türkçe çevirilerim sorunlu olabilir.) Yahut Lamentations 4: “Onun gölgesinin altında yaşayacaktık / Milletlerin arasında.”
Elbette İsrail’in ‘milli tanrısı’, Sami dinlerin evrimi sürecinde başkalaşmış, ‘evrensel bir tanrı’ya dönüşmüştür. Bugün muhtemelen Musevilerin zihninde de, Hıristiyanlık ve İslam etkisiyle, inandıkları tanrı ‘evrensel’dir, ancak Tevrat’taki tanrı, milli bir tanrı özelliği gösteriyor. Hem Musevi mitosunun metinlerinde bahsedilen ‘yer değiştirmelerde’, hem de sonraki dönem sürgünlerde ‘Haşem’ hep Yahudilerle birliktedir. (Meseleye teolojik bakmadığım için inançlı Museviler kusura bakmasın. Bu ifadelere teolojik açıdan itirazlar gelebilir, fakat ben ayetlerin ne söylediğini değil, tarihsel olarak onların ne anlama geldiğini yorumlamaya çalışıyorum.) Coğrafya değişir, dağlar, ormanlar değişir, Tevrat’ta bahsi geçen şehirler, bölgeler artık ortada yoktur, ancak D. E. Hollenberg’in ‘Nationalism and The Nations’in ISAIAH XL-LV makalesinde çok güzel derlediği gibi, İsrail’i koruyan, İsrail’in düşmanlarını yerle bir edip nihayetinde onlara İsrail’in ayağını yalatan bir Tanrı vardır. Bütün sürgünlerde, bütün aşağılamalarda, bütün düşmanlıklarda İbraniler, ‘solucan Yakup’u düşmanlarını mahveden bir balyoza çeviren Tanrı fikriyle teselli bulmuşlardır diyebiliriz. O ki, “zayıfları güçlendirir, düşenleri kaldırıp bir kartal gibi göklerde süzülmelerini” sağlar. Bütün bu pasajlarda bağlam kesinlikle teolojik değildir, zor zamanlar geçiren bir millete verilen bir teselli ve ona aşılanan ‘güçlü, parlak bir gelecek’ fikri ve şevki vardır. Bu yönüyle -ve bölümüyle- Tevrat Orhun Abidelerine benzer; milletin geçmişteki parlak günleri ve zor zamanları irdelenir, dersler çıkarılır, öğütler verilir.
Tevrat’ın Hıristiyan kanonuna girmiş haliyle Eski Ahit, özellikle 19. yüzyılda birçok şaire bu yönüyle ilham vermiş. Sırp Milli Marşı, Bože Pravde, bu yönüyle bir Isaiah 51 naziresi gibidir. “Geçmişte olduğu gibi yeniden yardım eden Tanrı”, “köleliğin zincirlerinden azat eden tanrı”, “yeniden yeşillendiren, meyveler bitiren tanrı” gibi motiflerin hepsi, Isaiah’ta vardır.
Yahut, Macar Milli Marşı Himnuszele alınacak olursa, hem Sırp Milli Marşı gibi Isaiah’taki motiflere gönderme yapar, hem de Arpad dahil olmak üzere eski Macarların kahramanlıklarını andıktan sonra, Macarların Moğollar ve Türkler elinde zelil olmasını, yaptıkları yanlışların ve ‘gurur’un Tanrı’yı kızdırmasıyla açıklar. İnsanın aklına Gideon’un öyküsü geliyor, Judges 7’de İsrail’in tanrısı, Gideon’a ordusunu ‘küçültme’ emri verir, çünkü aksi takdirde “İsrail kendi gücüyle zafer kazandığını sanacak, Rabbine karşı böbürlenecek”tir.
1848 isyanları zamanında yazılan, ikisi de ‘ayağa kalkmak’ ve ‘uyanmak’ çağrılarıyla başlayan Macar Nemzeti Dalşiiri ile, Rumen Milli Marşı Deșteaptă-te, Române, neden “ayağa kalk!”, “uyan!” diye başlarlar da, geçmişteki kahramanlıklardan, sonra zelil düşmüşlükten bahsederler, nihayetinde “ayağa kalkınca parlak gelecek senin olacak!” vaadiyle biterler?
Uyan, uyan ey Rabbin kolu
Uyan ve kuşan kudretini
Uyan! Kadim çağlarda
Eski nesillerin yaptığı gibi
Rahab’ı parçalayan sen değil miydin?
O canavarı delik deşik eden?
Denizleri kurutan sen değil miydin?
Enginleri ve derinlikleri?
Sen değil miydin yol açan denizde
Geçsin diye bedelini ödeyenler?
Rabbin kurtardıkları geri dönecek
Şarkılarla girecekler Zion’a
Taçlanacaklar bahtiyarlıkla
Neşe ve mutluluk onların olacak
Yok olacak gam ve keder
Evet, Isaiah’ın yukarıdaki pasajı, bütün bu dönem ‘milliyetçi şiir’lerinin bir arketipi, özeti gibidir. Elbette insan her yerde insandır ve benzer meseleler söz konusu olunca, şairlerin benzer motifler kullanması beklendiktir. Bu mutlaka gönderme yapmış, ilham almış yahut ödünçlemiş olmakla açıklanamaz. Fakat dönemin Avrupa insanını düşünün… Çocukluğundan itibaren İncil’i (Eski ve Yeni Ahit’i) okuyan, edebiyatında sürekli, özellikle Eski Ahit anlatılarına, motiflerine gönderme yapan, hayatının her alanını Eski Ahit’in menkıbeleriyle dokuyan toplumlar… Bu toplumların şairlerinin, Eski Ahit’te anlatılan hikâyelerle örtüşen manzaralar karşısında, ondan ilham alarak şiirler yazmaları da kesinlikle beklendiktir.
Avrupa ulus devletlerinin temelinde, “milletler arasında bir millet olarak yaşamak” azmindeki kadim Yahudilerin hikâyelerinden alınan ilham yatıyor. Bu yönüyle Tevrat’ın bir ‘milliyetçi metin’ olarak yeniden ele alınması, karşılaştırmalı okumalarla işlenmesi, milliyetçilik araştırmaları açısından hayli keşif potansiyeli barındıran bir çalışma sahasıdır. Kim bilir, belki İbrani metinlere benden daha hâkim bir ortak bulursam, bunu yakın zamanda biz yapabiliriz.