‘The Last Dance’, tarihin en iyi basketbolcusu seçilen Michael Jordan’ın hayatını, tarihin en iyi NBA takımlarından biri olarak değerlendirilen 90’ların Chicago Bulls kulübünün çerçevesinde inceliyor.
Karantina günlerinde Netflix’te yayınlanan ‘The Last Dance’ adlı mini diziyi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Normalde programları pek tavsiye etmemeye çalışırım ancak bu mini dizinin kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Dizi, NBA’in resmi sitesine göre oybirliğiyle tarihin en iyi basketbolcusu seçilen Michael Jordan’ın hayatını, tarihin en iyi NBA takımlarından biri olarak değerlendirilen 90’ların Chicago Bulls kulübünün çerçevesinde inceliyor.
Chicago Bulls Kulübü günümüzün gençliğine belki pek bir anlam ifade etmeyecektir. Onlara hak veriyorum. Zira 1998’den sonra kulübün pek bir başarısı yok.
Ancak bizim gibi 90’lı yıllarda ortaokul - lise - üniversite çağında olan nesil için Chicago Bulls bir efsanedir. Öyle bir efsanedir ki saat farkından ötürü hepimiz geceleri ayakta Michael Jordan’ın, Scottie Pippen’ın ve Dennis Rodman’ın basketboldan öte olan şovlarını beklemişizdir.
Chicago Bulls, 1990'lı yıllarda, tam olarak 1991-98 arasında NBA'in tozunu atmıştı. NBA jargonunda three-peat olarak adlandırılan üç kez art arda şampiyonluk başarısını iki kere göstermiş ve bu dönemde toplam altı kez şampiyon olma başarısı göstermiştir. O dönemki kadroda NBA'in gelmiş geçmiş en önemli oyuncusu Hall of Fame Michael Jordan, Scottie Pippen ve koç olarak Phil Jackson bulunuyordu. 1995’te NBA’in en çılgın oyuncusu unvanını taşıyan Dennis Rodman’ın da katılımıyla tarihin en iyi kadrolarından birine sahip olmuşlardı.
Chicago Bulls, NBA tarihinde on yıl içinde iki kez thre-peat yapan ve altı şampiyonluk birden kazanan tek takım unvanını halen taşımaktadır.
Menajer Jerry
The Last Dance, Chicago efsanesini yaratan tüm oyuncuları, Coach Phil Jackson’ı ve takım yöneticilerini mercek altına alıyor. Tarihin en iyi basketbolcusu unvanını taşıyan Michael Jordan’ın takıma gelişiyle birlikte etrafında oluşan sinerjiyi, liderliğini, takım ruhunu o günkü çekimlerle destekleyerek olağanüstü bir şekilde izleyiciye sunuyor.
Benim bu çerçevede dikkatimi çeken bir karakter var. Biraz onun hakkında düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Bu kişi 6 Nisan 1937’de Chicago’da Yahudi bir aileye doğan, 1985-2004 yılları arasında oldukça uzun bir süre kulübün genel menajerliğini yürüten ve 2017 yılında hayatını kaybeden Jerome ‘Jerry’ Krause.
Krause, kariyeri boyunca NBA’de altı şampiyonluğa imzasını attı. Ayrıca 1989 ve 1997 yıllarında NBA’in en iyi yöneticisi ödüllerini kazandı.
Kağıt üzerinde bu kadar başarılı olmasına rağmen Krause’un kararları her zaman tartışıldı. Scout kökenli olması sebebiyle gelecek vadeden yıldız adayı basketbolcuları takıma adapte etme konusunda çok iyiydi. İlk transferi aynı zamanda kişisel arkadaşı da olan Tex Winter’ı yardımcı coach olarak göreve getirmesiydi. Winter’ın en büyük özelliği USC’de basketbolcuyken öğrendiği ‘Üçgen Hücum’ stratejisiydi. Winter, bu stratejiyi coach’luğunu üstlendiği Kansas State University WildCats takımında uygulamış ve takımı 58-59 sezonunda tüm istatistikleri alaşağı ederek şampiyon yapmıştı.
Krause, üçgen hücuma tutku derecesinde bağlıydı. Başarının buradan geleceğine inanıyordu.
O kadar ki 86-89 yıllarında Chicago’nun head coach’luğunu yapan, görev yaptığı süre boyunca kulübü tarihi başarılara götüren, hatta ezeli rakipleri Detroit Pistons’a karşı 1988-89 yılı NBA finalini oynatan ve genç Michael Jordan’ın hocalığını yapıp pişmesini sağlayan Chicago efsanesi Doug Collins’i, bütün oyunu Michael Jordan üzerine kurması, diğer oyunculardan yeteri kadar faydalanmaması ve üçgen hücumu oyun stratejisinde uygulamama konusunda ısrar etmesi sebebiyle kulüpten kovdu.
Bu kararı çok tartışıldı. Michael Jordan dahil tüm oyuncuların, hatta Chicago şehrinin bile tepkisini aldı. Ama yıllar gösterecekti ki Krause bu kararında haklıydı. Nitekim, 90’ların efsane takımı Chicago Bulls, başarısını üçgen hücum stratejisine borçluydu.
Sansasyonel kararlar
Krause’un seçimleri hep sansasyoneldi. Kendisi her seçiminde yalnız bırakıldı ve ağır şekilde eleştirildi. Ancak tarihi başarının arkasında da hep onun seçimlerinin etkisi olduğu büyük resme bakılınca görülebiliyor. Krause’un, Chicago efsanesini oluşturan bütün oyuncular üzerinde imzası vardır. Jordan’ın Bulls’a draft edilmesindeki ısrarı ve etkisi yadsınamaz. Yine NBA all star’ı olacak Horace Grant’i de Chicago’ya o transfer etmişti.
Fakat Jordan’ın ekürisi Scotty Pippen’ı takıma kazandırması efsanevi bir hikâyedir. Krause, Seattle Supersonics kulübüyle bütün gece pazarlık yapmış ve beşinci draft hakkını onlardan satın almıştı. Supersonics sabah Pippen’ı draft edip aynı günün akşamı Krause ile yaptıkları gizli anlaşmaya istinaden oyuncuyu Chicago Bulls’a vermişti.
O kadar ki sabahki draft sonrası Supersonics şapkası takıp gülerek mikrofonlara röportaj veren Pippen bile bundan habersizdi ve bir gazeteci kendisine durumu açıkladığında şaşkınlıktan donakalmıştı.
Chicago Bulls ile Detroit Pistons arasındaki rekabet, Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti gibidir. Bu iki kulüp arasındaki maçlar büyük çekişmelere sahne olur ve kavgasız bitmez. Özellikle Chicago’nun 87-88 sezonu yarı finalinde Detroit Pistons’a 4-1 yenildikleri ve elendikleri sezon bu rekabetin başlangıcı sayılır.
Sözü edilen karşılaşmalara Pistons’un power forward’ı Dennis Rodman ile Chicago’lu oyuncuların tartışmaları damga vurmuştur. Bu sebeple Rodman, Chicago’lu oyuncuların hiç haz etmediği bir isimdir. Krause, 1995 yılında Rodman’ı Horace Grant’ten boşalan power forward pozisyonuna transfer ettiğinde ilk tepkiyi tabi ki Rodman’ın epeyce hırpaladığı Jordan ve Pippen vermişti. Krause’nin tercihleri, bir kez daha tartışılıyordu. Özellikle Jordan ile gizliden gizliye bir geçimsizliği vardı. Krause, onun tepkilerini hiç önemsemiyor ve kararlarının arkasında duruyordu. Rodman konusunda ne kadar haklı olduğu daha 95-96 sezonunun sonunda ortaya çıkmıştı. 14,9 rebound ortalamasıyla Rodman, bütün NBA’i süpürmüş ve en çok rebound alan oyuncu olmuştu. O sezon Bulls, 82 sezon maçının 72’sini kazanarak kırılması zor bir rekora imza atmıştı.
Son olarak Krause belki de en sansasyonel kararını 98 yılında aldı. Henüz sezon başında takımın 99-2000 sezonunda yeniden yapılanmaya gireceğini ve bu sebeple efsanevi Coach Phil Jackson ile sezon sonunda yolların ayrılacağını söyledi. Bunun üzerine Michael Jordan, “Phil Jackson yoksa ben de yokum” dedi. Diğer oyuncular da tepki gösterdi. Ancak Krause kararını hiçbir zaman değiştirmedi.
1998 sezonu efsanevi Chicago Bulls’un son sezonu oldu. Sezon sonu Michael Jordan, sözünde durdu ve kariyerinin zirvesinde emekli oldu. Hiç düşüşe geçmedi ve halen NBA tarihinin en iyi basketbolcusu sayılıyor.
Sonraki sezon Scottie Pippen, Houston Rockets ve ardından Portland Trail Blazers’a transfer oldu ancak kayda değer bir başarı elde edemedi.
Dennis Rodman Los Angeles Lakers’a transfer oldu, kısa süre sonra kovuldu ve kariyerini Finlandiya liginde sonlandırdı.
Yani kısaca Krause, performansın düştüğünü gördü ve noktayı tam zamanında koydu.
Bir Çin atasözü der ki: “Stratejilerin en iyisi, ne zaman bitireceğini bilmektir.”
Bu çerçevede düşünüldüğünde Jerry Krause bir takımın sahip olabileceği en iyi yöneticidir.
Son Dans’ı kaçırmayın. Çok ders çıkaracağınıza eminim!