Geçtiğimiz hafta korona virüsüne karşı yeni bir antikor bulduğu haberi ile öne çıkan İsrail’deki Biyolojik Araştırma Enstitüsü biyoloji, kimya, çevre bilimleri ve atmosfer alanlarında disiplinler arası, ileri ve yenilikçi Ar-Ge çalışmalarına devam ediyor. Enstitüyü merakla araştırırken,Profesör Samuel Shapiro yönetiminde temel faaliyetleri arasında biyokimyasal süreçler, çeşitli bulaşıcı hastalıkların patofizyolojisi ve kimyasallara maruz kalma, farmakoloji, sentetik biyoloji, moleküllerin sentezi, biyoinformatik, ileri matematik, mikrobiyolojik teşhis, çevre koruma, kalite güvencesi gibi çok geniş konulardaki araştırmalarını ilgiyle okudum.
Tıbbi gelişmelere ve sıkı tedbirlerin biraz gevşemesine rağmen COVID salgını ile korku ve endişe deneyimlerini her birimiz bir şekilde yaşıyoruz. Toplum olarak korkudan korkarız ve çoğu zaman ona sırtımızı dönebiliriz. Ancak bu tür bir inkâr böyle bir krizde işe yaramaz. Virüs ve virüsün yarattığı haberler her gün arttıkça toplum ve hatta ulusal boyuta eriştikçe olay daha da endişeli hale geldikçe, bu korku ile nasıl baş edeceğimizi bilemediğimiz anlar yaşıyoruz.
Dr. Deepak Chopra, “Korku ve korkudan kaçış, her insanın kendi başına yüzleşmesi gereken bir şeydir” demiş. Hatta COVID krizi geçtikten sonra bile nasıl korkusuz olunabileceğini savunuyor. Anahtar: duygusal zekayı geliştirmektir. Literatürde ‘Emotional Intelligence’ terimi -duygusal zeka-bireylerin öncelikle kendini ve kendi duygularını anlayabilme, motivasyon ve özgüven duygusunu geliştirme şeklinde gelişmesini anlamına gelen bir kavram. Duygusal zeka; kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamını zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisidir.
Korona günleri boyunca bu salgınla baş edebilmek için yıllardır gittiğim ve eğitimlerini de verdiğim inançlarımı adeta kanıtlamaya çalıştım. Fransızların bir atasözünde olduğu gibi, “Vouloir c’ est Pouvoir/ İstersen, yaparsın yeter ki dengede kalmayı iste, hisset ve buna inan…” Sanırım başarılı da oldum. Her şeye rağmen dengede kalarak kriz halinde sağlam kalabiliriz. Bu vesile ile fırsat buldukça sabah sohbetlerini dinlediğim ünlü yazar, endokrinolog ve ‘Wellness Expert’ yani en yüksek potansiyelimizi elde etmek için tasarlanan bir hayat biçimi rehberi ve uzmanı Dr.Deepak Chopra’nın yol gösterecek altı soru ve onların mesajlarını paylaşmak istedim. Size endişe ve korku veren olaya bir adım geri durarak, herhangi bir anda nasıl tepki verdiğinizi inceleyebilir, kendinize şu soruları sorabiliriz:
Virüsü şikâyet ediyor, eleştiriyor veya onunla oynuyor muyum?
Geleceğimi yaratıcı ve olumlu bir şekilde görebiliyor muyum?
Geçmişi anlamsızca yeniden mi yaşıyorum?
Şu anda neler olduğunu görebiliyor, algılayabiliyor muyum?
Başkasının eleştirisinden veya onayını istemekten de korkuyor muyum?
Başkalarının bana ne anlatmaya çalıştığını mı dinliyorum?
Çoğu durumda aynı reaksiyonları tekrarlar, korku, öfke, kıskançlık ve kızgınlık gibi olumsuz duyguların yoluna girmesine izin veririz. Bu örneklerde bütün bir yaşam şekli ima edilir ve kolektif korku arttığında, şu an olduğu gibi, insanların genellikle nasıl kaçacakları hakkında çok az fikirleri vardır veya hiç yoktur. Çare olarak kendimize her zamankinden daha fazla kontrol altında kalmamız gerektiğini söylüyoruz. Ancak ihtiyaç duyulan şey, duygusal kontrol değil, duygusal esnekliktir. Dr. Deepak Chopra şöyle diyor:
“Dayanıklılık, duygusal zekânın en önemli yönüdür. Duygularınızı durdurmaya veya kontrol etmeye çalışmadan doğal olarak yükselip düşmenize izin verirsiniz. Bir duygu geçtikten sonra kendinizi daha iyi hissedersiniz ve huzur ve sakinlik durumuna geri dönebilirsiniz. Duygusal esnekliğin tersi yaşandığında insanlar sert, ayrılmış, sansürlü, uzak, görülür… Tabiat hem uyanık, sessiz ve huzurlu olduğu için, bu denge durumu duygusal zekâ geliştirmenin temelidir. İstediğiniz zaman geri dönmek için denge deneyimine ihtiyacınız var. Sonuçta, korku bu şekilde kalıcı olarak kurtulabilir.”
Tabiattan bahsetmişken bir kitapta ufak bir çimenin bilgeliğini onun kim olduğu bilincinin ne kadar gelişmiş olduğunu anlatırken, çimen ya da tek bir ot tanesinin sonbaharda solacağını, kış gelince soğuğa, rüzgâra karşı direnmeden ancak eğilip esneyerek kışı geçirebileceğini zira baharda tekrar yağmurla büyüyebilip yazın da yenilenip yeşerdiği bilincinde olduğunu okumuş ve çok etkilenmiştim. Biz de tabiatın bir parçası olarak, korkudan korkmadan yeni şartlarda kendimizi esnetip yaşama uymayı denersek dik kalacağımızı biliyorum.