Hollandalı küçük Lien’in hikâyesi

1942 yılında, Hollanda’nın Lahey kentindeki bir evin kapısı, bir yabancı tarafından çalındı. Sekiz yaşındaki bir kız çocuk, güvenliği için bir yabancının ellerine verilecek, başka bir şehre götürülecekti. Annesini ve babasını da bir daha görmeyecekti.

Sara YANAROCAK Kavram
3 Haziran 2020 Çarşamba

Lien de Jong, Yahudi bir ailenin tek çocuğuydu. Nazi işgalindeki Lahey’de hayatta kalması için, annesi ve babasının zor bir karar vermesi gerekiyordu. Onu kurtarabilmek için kaybetmek zorundaydılar. O sabah annesi küçük kıza, “Sana bir sır vereceğim. Bugün öğleden sonra çok iyi bir adam gelip, seni kendi evinde gizleyecek. Sen Yahudi’sin ama sakın bunu hiç kimseye söyleme, hatta kendine bile…” demişti.

Lien’in ailesi, önce kıyafetlerinin üstündeki sarı yıldızları söktü. Sonra onu saklamaları için, yeraltı direnişçilerinin eline teslim etti.

Annesi Lien’in montunun cebine bir not iliştirmişti. Sonra küçük kızının evinden, ellerinden alınmasını çaresizce izledi. Küçük kızına sahip çıkacak kişiye, notunda şöyle sesleniyordu:

“Sizi tanımıyorum ama benim gözümde, sahip olduğum tek çocuğu büyütecek, ona anne ya da baba olacak kişisiniz. Koşullar onu benden ayırdı, umarım bütün iradeniz ve bilgeliğinizle ona iyi bakarsınız.”

Lien’in hikâyesi, Ağustos 2018’de Oxford Üniversitesinden Prof. Bart Van Es adlı akademisyenin kitabıyla açığa çıktı. Kitap, Yahudi olmayan direnişçilerin Nazilerden sakladığı yaklaşık 4 bin Hollandalı Yahudi çocuktan biri olan Lien’in yaşadıklarını ‘Cut Out Girl / Şalteri İndirilmiş Kız’ adlı kitabında anlatıyor. 

Yazar Bart van Es’in, Lien’le kişisel bir bağı da var. Van Es, kızı korumak için hayatını tehlikeye atan kişinin torunu. Lien’in kitapta anlatılan hayatta kalma mücadelesi, klostrofobik olaylarla dolu. Güvenli evler, gizli odalar, polis baskınları, sahte kimliklerle, tecavüz ve aşağılanmalarla dolu… Yıllarca kaçak bir hayat süren Lien, dokuz farklı ailenin çocuğuymuş gibi davranmak zorunda kaldı. Lien savaşta hayatta kalmayı başardı ama yıllar sonra sığındığı ailelerden biri olan Van Es ailesiyle ayrı düştü.

Kitabın yazarı Prof. Van Es, Lien 84 yaşına geldiğinde kendisiyle bağlantı kurdu. Lien, ailesini son gördüğü anı da, Holokost sırasında neredeyse tamamı hayatını kaybeden yakınlarını da hatırlıyor. Tüm ailesinin, ayrılık günü, ona veda etmek için evlerinde toplandığını anlatıyor.

“Bundan sonra ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu” demekte.

Uzun yıllardır Hollanda’nın, farklı dinlere hoşgörü geleneğini sürdürdüğünü söyleyen akademisyen ve yazar Prof Van Es, kitabı için araştırma yaparken Hollandalı yetkililerin o dönemde Yahudi ailelerin gözaltına alınmasına ve sınır dışı edilmesine yardım etmelerine ve yaptıklarına şaşırdığını anlatıyor ve “Hollanda’da, Nazi rejimi altında ölenlerin sayısı, Fransa, Belçika hatta Almanya’ya göre daha yüksek” diye ekliyor.

 Van Es, Yahudileri yakalayanlara para ödülleri verildiği o günlerde, Hollanda polisinin Yahudi mahallelerini basma konusundaki istekliliğini ‘ahlaki bir başarısızlık’ olarak niteliyor. Lien ise, kendi acı deneyimlerinden aldığı ders ile ilgili, “Sıradan insanların hem kötü, hem iyi şeyler yapabildiğini öğrendim” diyor.

İhanet

Tarihi belgeleri araştıran Van Es, Yahudilere yardım ettiği düşünülen bazı kişilerin, aslında direnişçilere ihanet ettiğini öğrenmiş. Nitekim yeraltından gazete dağıtan, direnişçilerden biri gibi kendisini gösteren bir kadının, aslında Yahudi aileleri gizlice ölüme yollayan bir ihbarcı olduğu ortaya çıkmış. Van Es, çok sayıda Hollandalı direnişçinin yakalanırlarsa kaçırılacaklarını ya da öldürüleceklerini bile bile, Yahudileri kurtarmak için ‘muhteşem bir cesaret’ örneği gösterdiğini belirtiyor.

Çok sayıda Hollandalı kadın, Alman askerlerle ilişkilerinden olduğunu iddia ederek, bazı Yahudi çocukları koruma altına almış ve evlat edinmişti. Bu kadınlardan bazıları, yaptıkları ortaya çıkınca kendi toplumlarına ihanet etmekle suçlanmış, aşağılanarak dışlanmışlardı.

Başka bir erkek ise, hem çalışıp hem gizlediği Yahudi çocuklara bakmak için yeterli zamanı ayıramadığı için kendi parmağını koparıp, işinden hastalık izni alarak, çocuklarla yakından ilgilenmişti. Kimi Hollandalılarsa, olaya daha fırsatçı yaklaşmış. Onların başına konan para ödülünü almak için gizlendikleri yerleri devlete ihbar etmişti.

Lien, bir gün saklandığı evi basan ve azılı bir Yahudi avcısı olan bir polisi hatırlıyor. Savaşın dengeleri değişince, aynı polis direnişçilere katılmış ve kahramanca Nazilere karşı savaşıyormuş gibi yapmış. Lien hiçbir kaçış yolunun güvenli olmadığını, Yahudileri kurtaran herkesin de iyi niyetli olmadığını anlamış.

Saklandığı evlerden birinde koruyucu bir ailenin bir akrabasının tecavüzüne ve istismarına uğramış. Savaş bittiğinde ve Naziler yenildiğinde ise, Lien için hiçbir şey değişmemiş. ”Benim için gelecek yoktu” diyen Lien, eski hayatının yok edildiğini, yaşadıklarının ‘hayatta kalanın sonunda eve döndüğü filmlerden’ olmadığını söylüyor.

“Savaş bittiğinde tüm ailemin, anılarımın yok olduğunu anlamak uzun zamanımı aldı. Kimsenin ne dediğini dinlemiyordum, her şey bana önemsiz geliyordu” diyor. Savaş sonrası Hollanda yaralarını sararken, Lien yeni bir hayat kurmakta zorlanıyordu. Kendisi gibi Holokost’tan kurtulan, hatta Anne Frank’ın eski sınıf arkadaşı olan bir gençle evlenmiş, ama hiçbir yere ait olmayan biri gibi hissetmiş kendini. İntihara kalkışmış.

Savaştan geriye kalan tek akrabası da, kendini öldürmüş. Sosyal hizmetler görevlisi olmak için eğitim alan Lien, hâlâ kendisi gibi kaybolmuş hisseden çocuklarla beraber çalışıyor.

Terapi alan, yaşadıklarını yazan, hatta Auschwitz’i ziyaret eden kadın, böylece geçmişi ile yüzleşmiş. O günlerin hayaletleri de peşini bırakmış.

Lien, bugün arkadaşları, çocukları ve torunlarıyla mutlu olduğunu anlatıyor. Yaşadığı Amsterdam’ı seviyor ve kültürel yaşamının bir parçası olmaktan hoşlanıyor.  “Umarım bu günlerde korkunç bir durumda olan, ebeveynleri ve ailesi olmayan, bir ülkeden diğerine giden çocuklar hakkında konuşurken, benim hikâyem yardımcı olabilir” diyor.

Lien’in hikâyesi, yalnız Lien’in hikâyesini kitaplaştırıp, ‘Cut Out Girl’ adlı romanın yazarı Van Es ve Lien De Jong için değil, aynı zamanda ulusal bir suçluluk duygusu için de çok kişisel bir hikâye. Hollanda’daki Yahudilerin yüzde 80’i savaş sırasında hayatını kaybetti. Batı Avrupa’daki diğer ülkelerin oranından iki kat fazla. Her Yahudi kafasına bir ödül vaadinde bulunan Hollandalı yetkililer, ölüm kamplarına 107 bin Yahudi teslim etti. Akademisyen Van Es, “Kesinlikle şok edici. Savaşın sonunda büyük bir ulusal ikiyüzlülük vardı. İşbirliği yapanlar için, neredeyse hiç hapis cezası yoktu. İnsanların arasında fazla utanan da yoktu. Şimdi bu fikirler biraz değişmekle birlikte, yine de basit bir hikâyenin arkasına gizleniyorlar; “Ülkemiz işgal edilmişti ve esasen hepimiz direnişin bir parçasıydık” diyerek aklanmaya çalışıyorlar. Ama bunun yanında bazı Hollandalıların da yüreklere su serpen cesaret öyküleri de var.

Örneğin çocuklara gizli bir barınak inşa edebilmek için, işinden ücretli izin almak uğruna, parmağını kesen bir çiftçi, gıda test laboratuvarını güvenli bir eve dönüştüren, yerel bir doktor yardımıyla 50 Yahudi çocuğu koruyan, ancak kendi yaşamları depresyon ve yoksulluk ile sonuçlanan Hollandalı çift veya çam ormanındaki bir ağacın altındaki bir saklanma yerinde barındırılan, üstlerindeki zemine bağlı bir el pompası ile nefes almalarını sağlayarak aileyi gizleyen Hollandalı gibi…

Nedir ki Lien’in trajik yaşamı savaşın bitmesiyle sonlanmamıştı. Evlendiği ve üç çocuk sahibi olduğu iyi bir evliliğin ardından her zaman travmatik kalan Lien, sonunda, 1972 yılında intihar teşebbüsünden kurtarıldıktan sonra ‘artık onunla yaşayamam’ dediği kocasından boşanmış ve uzun bir süre psikolojik destek görmüştü. Lien daha sonra intihara teşebbüsünün sebepleri sorulduğunda “Hayatta kalmanın verdiği bir suçluluk duygusu yoktu. Daha çok yaşamanın gereksiz olduğu fikri vardı. Beni isteyen kimse yoktu. Eğer kendi öz aileniz yoksa, sizi her an terk edebilecek bir insanla yaşıyorsunuz demektir. O zaman ki ruh halimle, bu yaşamı devam ettirmenin anlamsızlığı, beni tamamen sarmıştı” diyor. “Çocuklarımla ve sonraki yaşamımda huzuru bulmam uzun zaman aldı. Çünkü yıllar boyunca ne istediğimi bilmiyordum” diye içini çekiyor.